İnsan ve dünya görüşü-2

Dünya ve dünya görüşü

"Dünya görüşü ve insan" başlıklı çalışmada da belirtildiği üzere insanın şahsiyetkazanabilmesi; kendine has bir "dünya" inşa edebilmesi onun ruh ve akıl sahibi olması ile ilgilidir. Bu çokgelişkin cevherleri kullanarak o yaşadığı çevreye kendinden bir şey katabilmektedir; bir taraftan maddi kültüre aitolan her şeyi icat ederken, diğer taraftan da manevi kültüre ilişkin şeylere sahip olabilmektedir.

Ancak insan oğlunun inşa ettiği en önemli eser, onun bizatihi kendisidir. Vakıa insan ruhunun veiradesinin en açık gözüktüğü şeylerin başında onun kendi dünyası gelmektedir. Bu dünya, şahsiyet dünyasıdır.O kadar ki, şahsiyet dünyası makro kozmos (alemi ekber, insanı ekber) olan kainatın karşısında bir mikro kozmos(alemi asgar) olarak durmaktadır. Makro kozmos verili bir dünya iken, yani bir anlamda sabit bir mahiyeti haizken, mikrokozmos bir süreç içinde, yani ömür müddetinde inşa olmaktadır.

Gerçekten de diğer bütün canlıların mahiyetleri, adeta sabittir. Onların hayatları, dünyayı keşfetmek,kendilerini tanımak ve böylelikle mahiyetlerini inbisat ettirmek şeklinde geçmez. Onlar adeta başka bir dünyada eğitilmişolarak bu dünyaya gelirler. Bu itibarladır ki, aralarında cins farklılıkları olmakla birlikte cinsler adetabirbirlerinin kopyası gibidir. Örnek vermek gerekirse, bir arı diğer bütün arılarla bütün özellikleriitibariylebenzeşmektedir. Her bir arının diğer varlık türlerine ve böceklere nazaran ayrı bir cins olma hususiyetlerivardır ama arılar bal yapma sanatını bir eğitim süreci içinde öğrenmemişlerdir. Onlar ne daha iyi ve ne daha kötübir bal yapabilirler ve ne de bal yapmaktan vazgeçebilirler. Bir anlamda arının bal yapması suyun yukardan aşağıyaakması gibidir. İnsan dışındaki bütün varlıklar tabiatlarının gereği olan fiilleri otomat bir şekilde işleyerekmakro kozmosu teşkil ederler.

Aslında insan da makro kozmosun bir parçasıdır ama o makro kozmosun yanında bir mikro kozmostur. Ancakmakro kozmostaki bütün hadiseler kevni kanunlara bağlı şekilde cereyan ederken, insan, hayatını bir süreç olarak geçirir.Bir başka ifadeyle insan hayatı zorunlu bir kanuna bağlı değildir. O ihtiyar sahibidir, bildiklerine göre ameletmektedir. Bildikleriyle ve amelleriyle şahsiyet dünyasını şekillendirmektedir. Ancak insan sadece kendi kimliğini oluşturmamaktaaynı zamanda çevresine de müdahalelerde bulunabilmektedir. Hatta insanın bu dünyası, bir taraftan onun makro kozmosu vekendini algılama biçimine göre şekillenirken diğer taraftan da bu mikro dünya makro kozmosa müdahale edebilmektedir.Yani insanın iki önemli yönü vardır; biri belirlenen, diğeri ise belirleyen.

İnsanın belirlenen oluşu onun kimliğinin hayat süresinde teşekkül etmesiyle ilgiliyken, belirleyentarafı bu oluşan kimliğin diğer varlıklar üzerinde maksatlı tasarruflar yapabilmesidir. Şu halde insana hususilikkazandıran yegane meleke olan "ben"lik, insanın doğuşunda bir şahsiyet dünyasıyla birlikte ortaya çıkmaz.Aksine o hayat süreci içinde hem kendi varlığının hem de dış dünyanın varlığının şuuruna erer ve belirli müşahedelersonunda kendine bir kıymet atfeder böylelikle de "şahsiyet dünyası" teşekkül eder. Bir anlamda insan doğuşundabir boş levha gibi iken daha sonra bu boş levha üzerinde bir kişilik resmedilmektedir. İrade kalemiyle ve tercihlerinpergeliyle yapılan bu ameliyede insan ruhu bir forma girmekte ve form kazandıktan sonra artık dünyayı bu form içerisindemüşahede etmektedir.

Daha önce de belirtildiği üzere kültür ve medeniyetin ürünü olan her şey bu ameliyenin sonucu olarakortaya çıkmaktadır. İrade tercihlere yönelme kudreti olarak düşünüldüğünde bu kudreti yönlendiren yegane amiltercihlerimizdir. Ancak tercihlerimizde bir vakumda meydana gelmemektedir. Aksine onlar da bir maksadın ürünüdürler. Biriyiye varmanın aracıdırlar. Bir şeyi diğerine tercih etmekle biz tercih ettiğimiz şeye bir daha üstün bir değerverdiğimizi belirtmiş oluruz. Ama burada oldukça kritik bir soruyla karşılaşmaktayız; şöyle ki, bir şeyi değerli kılanşey nedir ya da başka bir şekilde ifade edecek olursak insanın fiillerini son tahlilde ne belirlemektedir? Şimdiye kadaryapılan analizlerden anlaşılacağı üzere, insanın dünya görüşü insan fiillerini şekillendirmekte, dolayısıylahem şahsiyet dünyasını ve hem de bu şahsiyet dünyasının dış dünyaya yansıması olan kültür ve medeniyeti obelirlemektedir. O kadar ki, dünya görüşü bir kere şekillendikten sonra artık o, insan aklının içinde işlediğiyegane çerçeveyi teşkil edebilmektedir.

Ruh ve irade sahibi olduğu ve dolayısıyla hem kendinin hem de dış dünyanın farkına varacak bir şuuruolduğu ve aklıyla iyi kötü muhakemesi yapabildiği için her bir insanın bir dünya görüşü vardır. Ama genelde dünyagörüşleri ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur. Pozitivist (indirgemeci) dünya görüşü ve tevhidi dünya görüşü. Dünyagörüşüne ilişkin yapılan daha önceki çalışmada pozitivist dünya görüşü kalın çizgilerle resm edilmiş ve budünya görüşünün bilgi anlayışı, bu bilgi anlayışının netice verdiği şahsiyet dünyası genel hatlarıyla çözümlenmeyeçalışılmıştı. Burada ise tevhidi dünya görüşü genel olarak ortaya konulmaya çalışılacaktır. Böylelikleolması gerekenden hareketle bir müminin dünya görüşü belirlenmeye çalışılacaktır.

Bilindiği üzere, tevhid anlayışı varlığın bir irade tarafından sevk ve idare edildiği düşüncesinedayanır. Kozmosda ise bu irade kendisini dışa vurmaktadır. Hem makro kozmos hem de mikro kozmos bu iradenin bir eseridir.Onların ikisi de bir gayeye hizmet etmektedirler. Bu durumda Pozitivist dünya görüşünün ileri sürdüğü gibi insanladış dünya arasında kesin bir ayrılık söz konu değildir, aksine insan dış dünyayla birlikte var olmakta hatta onanezaret etmektedir.

Bu dünya görüşünde "halife-insan", hayatını hakikatlere göre şekillendirmekte ve böyleliklebir şahsiyet kazanabilmektedir. Bu konunun açıklığa kavuşması için şu noktanın bilinmesi icap etmektedir; varlığınve bu arada insan varlığının ne olduğunun gerçek anlamda bilinebilmesi ancak onların hakikatinin bilinmesiyle mümkündür.Çünkü bilgi (bilimsel bilgi) varlığın sadece fizik boyutuyla (mülk cihetini) ilgili iken, hakikat bilgisi diğer birifadeyle marifet varlığın hem fizik boyutunun hem de varlık sebebinin kavranmasıyla ortaya çıkar. Bu anlamda hakikatbilgisi bir şuurlanmayı beraberinde getirmektedir. Bilgi, eşyanın oluşunun ve dış yüzünün bir formülasyonunu içerirken;marifet varlığın varlık nedeni, yani; hikmetiyle beraber kavranmasıdır. Böylelikle marifet sahibi olunca insan, bumarifetiyle kendine bir vazife çıkarırken; bilgi sahibi olmak ona her hangi bir vazife yüklemez. Bir başka ifadeylebilimsel bilgi indirgemeci bir bilgidir. Her hangi bir bilginin marifet mertebesine çıkabilmesi için onda hem aklın hemde kalbin aktif olarak cehd etmesi icap eder.

Bu demektir ki, marifette hem aklımızın hem de kalbimizin bir payı vardır. Bilgide ise sadece akıllailgilidir. Yine marifete insan tefekkür vasıtasıyla ulaşabilirken bilimsel bilgiye sadece matematiksel formülasyonlarıbilmesiyle ulaşabilir. Şu halde tefekkür hem aklın hem kalbin bir araya gelerek teenniyle varlık üzerinde düşünmesi;varlığı bütün boyutlarıyla kavrama ameliyesidir. Varlığın varlık sebebiyle kavranmaya çalışılması isteristemez onun bütün açıklığıyla bilinmesini ifade eder. Buradaki bilmek fiili insanda bir şuur halinin doğmasınınetice verir. Şuur vasıtasıyla insan hem kendini ve hem de varlık dünyasını kavramış olur.

Anlaşılacağı üzere aslında marifet insanın eşyayı Rabbinin adıyla okuması anlamına gelmektedir.Yani tevhidi dünya görüşünün temelinde iman vardır. Vakıa iman marifettir. İslam ise imanın gereklerine göre yaşamaktır.Bediüzzaman’ın "İman izandır, İslam ise iltizamdır" ifadesi bu çerçevede oldukça manidardır. Yine O’nunifadesiyle, eşyanın varlığı imanı gerektirir eşyadaki kemal ise ibadeti; yani İslam’ı gerektirir.

Bilindiği üzere Bediüzzaman iman, hayat ve şeriat olmak üzere üç ayrı safhadan bahsetmektedir. Şahsiyetdünyasının teşekkülüne bu ayırım tatbik edilecek olursa şöyle bir sonuca varılması oldukça anlamlıdır: Vakıainsan önce Hakk’ı kabul eder; eşyanın yaratıcısını kabul eder. Kendi iradesiyle şahsiyet dünyasının bu marifete göreşekillenmesi için bu marifet istikametinde yaşaması hayat dönemi, yaşanılan şeylerin insanda itikad haline gelmesiise şeriattır.