İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler

Yeryüzünün en mükemmel varlığı olarak yaratılan insan, pek çok şeye de muhtaç bir yapıyasahiptir. O, kendisine verilen ve aynı zamanda büyük bir kıymeti hâiz olan aklıyla her zaman ve her şeyi bilmekeyfiyetinden uzaktır. Öteden beri aklın her şeyi çözüp-çözemeyeceği konusu tartışılmışsa da, umûmi kanaatonun, her zaman için doğruyu bulamayacağı merkezinde olmuştur. Onun bu özelliğinden dolayıdır ki, Yüce Yaratıcı,insanlığın başlangıcından itibaren farklı dönemlerde peygamberler ve peygamberlerin uygulayacakları prensipleriihtiva eden kitaplar göndermiş, böylelikle insanlar, dünya ve ukbâ saâdetini en mükemmel şekilde elde etme imkânınakavuşmuşlardır.

Bir mamulü en iyi bilen onu yapandır. İnsanı yaratan ve ona insanlık vasıflarını veren Yaratıcının,en ince noktasına kadar onun ihtiyaçlarını da bilmesi gâyet normaldir ve doğal olan da böyle olmasıdır. İnsanınsonsuz ihtiyaçları, ebede kadar giden istekleri, çözümsüz gibi gözüken problemleri vardır. İnsanın iki cihan saâdetininyol göstericiliğini yapan Kur'ân-ı Kerîm'dir. Saâdet ve mutluluğun anahtarı ondadır. O, her yerde karşımıza çıkıpbizleri hayret ve şaşkınlıklara götüren problemlerimizi çözüme kavuşturup halletmeseydi, bütün bu bilinmezler karşısındaşaşıracak ve ne yapacağımızı bilemez hale gelecektik.

Kur'ân, insana insanca yaşamayı öğretir. Bu dünyada yaşarken, insanın kendisiyle, ailesiyle, içindebulunduğu toplumla iyi münasebetler içinde bulunmasını, böylelikle huzurlu bir yaşam geçirmesini ve öldüktensonraki hayatını da unutmamasını tembih eder. Dolayısıyla her insanın önüne çıkması muhtemel, gündelik hayattabaşlarına gelen problemleri en iyi bir şekilde çözmek için anahtarlar önerir. Önemli olan Kur'ân'ın bu anahtarlarınıkullanıp, içindeki hazineleri insanlığa sunmaktır. Başlangıçtan günümüze Kur'ân'la meşgul olan herkes bu anlamdainsanların meselelerine cevaplar aramış ve çözüm yolları bulmaya çalışmıştır. Ancak Kur'ân, evrensel bir kitapolduğu için, her dönemdeki insanın ihtiyacına göre yeniden ele alınmalı, incelenmeli ve tefsir edilmelidir.

Bu yazıda Said Nursi'nin toplumsal hayatın katmanlarını teşkil eden çocukların, gençlerin veihtiyarların problemlerine getirdiği çözümler üzerinde durulacaktır.

1. ÇOCUKLAR

Bir ağacın, nesil ve nevini devam ettirmesinde, çekirdek ve tohumu ne ise, insan nesli ve nevinin devamındada çocuk aynı şeydir. Çocuklarını ihmal eden milletler inkıraza, onları yabancı ellere ve yabancı kültürlereterkedenler de özlerini kaybetmeye mahkûmdurlar. Her otuz kırk senede bir, milletin en aktif ve en verimli kesimini teşkiledecek nesiller, bugünkü çocuklardır. Çocukları küçük ve değersiz görenler, millet hayatında, nasıl mühim birunsuru hafife aldıklarını düşünüp ürpermelidirler.1 Çocuklar, hassas bir yapıya sahip olduklarından vehadiselerin iç yüzünü detaylı bir şekilde kavrayamadıklarından dolayı, etraflarında cereyan eden hadiselerden sonderece müteessir olurlar. Gördükleri bir ölüm hadisesi, anne-babalarını veya bir yakınlarını kaybetmeleri, ansızınen yakın arkadaşlarının gözleri önünde toprağa gömülmesi gibi olaylar, çocukların ruhlarında onulmaz yaralar açar,rûhi depresyonlara sebep olur ve bunalıma sürüklenmelerine yol açar. Yüce Yaratıcı, çocukları bu kötü duruma düşmektenkorumak için öncelikle âhiret ve cennet fikrini vurgular ve böylece ölümün bir hiçlik ve yokluk olmadığını, ayrıbir dünyada ölenlerle yeniden buluşulacağını belirtir. İşte Bediüzzaman Said Nursi bu durumu şu cümleleriyle ifadeeder:

“Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcıgörünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviyebulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümid bulup mesruraneyaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: 'Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu.Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.' Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, ozaîf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyleberaber ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.”2Çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidadlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeleriçinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşarlar. Çünkü her vakitetrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde vemukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda, âhiretimanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlikhissederek der: “Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve vâlidemöldü, fakat rahmet-i İlahiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.”diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.3

2. GENÇLER

Milletlerin ilerleyip gerilemesi, geleceklerinin sağlam, güvenirli veya çürük olması, sahip olduklarıgençleri yetiştirmelerine ve terbiye etmelerine bağlıdır. Çünkü toplumun en dinamik ve önü alınamaz unsuru gençlerdir.Yerli yerinde ilgilenilmediği, bazı sorumlulukların anlatılmadığı, yeterli bir din duygusunun verilmediği gençler,toplumda adeta patlamaya hazır bir bomba konumundadırlar. Said Nursi gençlerin bu yönüne şöyle dikkatleri çekmektedir:

“İnsanların ictimâi hayatlarının vesîlesi olan gençler, delikanlılar, son derece şiddetli olanhissiyatlarını, aşırı olan nefis ve hevâlarını, tecâvüzlerden, zulümlerden, tahribattan durduran ve toplumsalhayatın güzel bir şekilde devamını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa “El-hükmülil-galib” [Karar çoğunluğa göre verilir.] kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zayıflara,âcizlere, dünyayı Cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti, gâyet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.”4

Bediüzzaman, gençlerin karşılaştıkları önemli problemlerden olan kötülüklere uyma, heveslerinarkasında koşma, zayıf ve kimsesizleri ezme gibi hususlarda onlara, insanların mutlaka dünyada yaptıklarından sorumlututulacaklarını,5 dünyanın geçici olup6 gençliklerinin kesinlikle bir gün gideceğini,7eğer meşrû dairede kalmazlarsa, o gençliğin yokolup başlarına hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendilezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getireceğini, şâyet İslâmî bir terbiye ile o gençlik nimetine karşı birşükür olarak iffet, namusluluk ve itâatta sarfederlerse, o gençliğin mânen bâki kalacağını ve ebedî bir gençlikkazanmalarına sebep olacağını belirterek onların kötülüklere karşı dikkatli olmalarını tavsiye etmiştir.8

Bediüzzaman, gençlerle ilgili tavsiyelerinin bir yerinde de şunları söylemektedir:

“Gençlik, hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi, gündüz akşama ve geceye değişmesikesinliğinde, gençlik dahî ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayırlıve güzel işlere -istikamet dairesinde- sarfetse, onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavîfermanlar müjde veriyorlar. Eğer kötü yolda sarf etse, nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir öldürme, milyonlardakika hapis cezasını çektirir. Öyle de gayr-ı meşrû dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiretmes'uliyetinden, kabir azabından ve zevâlinden gelen teessüflerden, günâhlardan ve dünyevî cezâlardandan başka, aynılezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder. Meselâ, haram birsevgide, kıskançlık, ayrılık ve karşılık görmeme elemi gibi çok ârızalar ile o cüz'î lezzet, zehirli bir bal hükmünegeçer. Ve o gençliğin (bu duygularını) kötüye kullanmasıyla gelen hastalıkla hastahanelere, taşkınlıklarıylahapishanelere, kalp ve ruhun gıdasızlığından ve vazifesizliğinden meydana gelen sıkıntılarla meyhanelere, sefâhethanelereveya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden, hapishanelerden, meyhanelerden ve kabristandan sor.Elbette çoğunluk itibariyle, gençlerin gençliğinin kötü yolda kullanılmasından, taşkınlıklarından ve gayr-ı meşrukeyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar, ağlamalar ve esefler işiteceksin. Eğer istikamet dairesinde gitse,gençlik gâyet şirin ve güzel bir İlâhi nimet, tatlı ve kuvvetli bir hayır vesîlesi olarak âhirette gâyet parlak vebâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur'ân olarak çok kesin âyetleriyle bütün semavî kitaplar ve fermanlarhaber verip müjde ediyorlar. Madem hakikat budur ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir ve madem haram dairesindeki bir saatlezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimetiiffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.”9

Hâsılı, gençlerin problemleri karşısında en mükemmel çözümler elde edilebilecek bir müessese vardırki, o da din veya diğer bir ifadeyle dinin kaynağını teşkil eden Kur'ân-ı Kerîm'dir. Dinsiz bir gençliğin huzurluolması ve yaşadığı yere huzur vermesi imkansızdır. Bu konuda yapılan ilmî araştırmalar da bunu göstermektedir:

Dr. Henry Link, “Dine Dönüş” kitabında, ABD'de Psikoloji Araştırma Dairesi Şefi olarak15.321 kadın ve erkek üzerinde yaptığı incelemede ve 73.226 psikoloji testinin tatbik neticesini şöyle değerlendiriyor:”Bir dine inanan ve mabedlere devam eden kimselerde şahsiyet ve karakter, dine karşı lâkayd olan ve mabedegitmeyenlerden daha sağlam ve üstündür.”

Yine Psikiyatristlerin meşhurlarından biri olan Dr. Carl Jung, “Modern Man in Search of Soul”isimli kitabında şunları yazmaktadır: “Son otuz sene içinde dünyanın her tarafından hastalar bana müracaatettiler. Yüzlercesini tedavi ettim. Otuz beş yaşını geçmiş olanlarının hasta olmalarının asıl sebebi, dini inançlarınıkaybetmeleri idi. Bunlar hayata din açısından bakmıyorlar, dindar arkadaşları gibi davranmıyorlardı. Dîni inançlarınayeniden kavuşmadan da tamamen iyileşmiyorlardı.”

Yine ABD'de her sene 100 doktor intihar ediyor. Dünya Sağlık Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler neşriyatınagöre Japonya'da 1955 de 22.477 intihar vak'ası var. 1978 istatistiğine göre İsveç'te 20 bin intihar var. Halbuki refahseviyesi düşük olmasına rağmen onlara göre muhafazakâr olan Mısır'da intihar nisbeti 10 milyonda beştir. Japonya'daise 10 binde beştir.

Görüldüğü üzere maddî problemlerini halletmiş ülkelerin bu durumları mutlu olmaları için yeterliolamamaktadır. Dinden uzaklaşarak kurtlaşmış ağaç hükmüne gelip yıkılmağa hazırlanan medeniyetin işte durumu:ABD'de mühim suçlarda artış 1960-1970 arasında % 144 artmıştır. Her 1000 kişi başına ağır suçlu sayısı İsveç'te78,5; Danimarka'da 64,5; ABD'de 41,2; Fransa'da 34,6 dır.10 Açıkça görülmektedir ki, madde her şeyihalletmiyor, inancın zayıf olduğu, dinin etkin olmadığı topluluklarda suç oranlarında önemli bir artış oluyor. İnançsızlıktandolayı insanlar, kendilerini rahatlatıcı olarak uyuşturucuya kaptırıyorlar, onunla tatmin olmak, huzura kavuşmak,saadeti bulmak istiyorlar ve belki de akıllarını kurcalayan birtakım sorulardan geçici bir süre de olsa uzaklaşmışbulunuyorlar.

Halbuki kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur. Gönüller huzura erer, içsel acılar, sancılar şifabulur, sükûna kavuşur, yatışır. Çünkü her şeyin başlangıcı ve sonu Allah'a bağlıdır. Bütünüyle sebeplerzinciri Allah'tan başlar ve yine dönüp dolaşır O'nda son bulur. Allah deyince düşünceler hareket hedefinin son noktasınaerişmiş, mantıklar durmuş, bütün duygular, bütün korkular ve ümitler son durağına dayanmış bulunur. GönüllerO'nun dışında hangi dünya nimetine meylederse etsin, hangi isteğe ulaşırsa ulaşsın, onların hepsinin daha iyisi vedaha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz. Hiçbiri rûhun özlemini gideremez, heyecanınıdoyum noktasına ulaştıramaz. Haz ve lezzette daha yükseğine ulaşmak ister. Fakat kalp İlâhî marifetten, Allah'ızikirden zevk almaya başlayınca, bütün maksatların ve bütün işlerin Allah'a yönelmiş olduğunu anlar; artık O'ndanyüksek bir makam ve merciye, O'nun dışında bir maksuda geçmek mümkün olmaz. Bundan dolayıdır ki marifetullaha yükselemeyenve Allah'ı hatırlamayan kâfir ve gâfil kalpler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalp huzuru, gönül huzurutadamaz. Huzur bulamaz, çırpınır da çırpınır durur.11

“..Evet iyi bilin ki kalpler Allah'ın zikri ile yatışır.” 12 hakîkati de bunu göstermektedir.

Zübeyir Gündüzalp, “Konferans”ta Kur'ân'ın, gençlerin mükemmel bir şekilde eğitilmesi,problemlerine çözümler getirmesi ve onları huzursuzluklardan kurtarması hususundaki özelliğine dikkatleri çekiyor vebu hususu, o günlerde diğer devletlerde yapılan bir araştırmayla şöyle anlatıyor:

“Kur'ân-ı Hakîm yeşil ipekliler arasında lâyık olduğu yüksek mevkiye konuyormuş. Mûcidler,feylesoflar, psikologlar, sosyologlar, pedagoglar Kur'ân-ı Kerim'i esas alarak yazılmış olan eserleri okuyorlar; o şahsiyetlerbu mukaddes kitaptan aldıkları malûmat ile eserler yazarak dünya çapında şöhret kazanıyorlar. İnsanlığa vemilletlerine hizmet ediyorlarmış. İsveç, Norveç ve Finlandiya'da en büyük ilim adamlarından müteşekkil bir heyetmeydana getirmişler; gençlerin kurtuluşunu sağlayacak halaskâr bir kitabı senelerce aramışlar; nihayet gençliği enyüksek ahlâk ile ahlâklandırmak ve dünyada açık fikirli, müstakim ilim adamı yapmak için Kur'ân-ı Kerim'i okutmanınyegâne çare olduğu neticesine varmışlar.”13

3. İHTİYARLAR

Hz. Peygamberin ifadesiyle herkes bu dünyada bir ağacın gölgesinde oturup dinlendikten sonra kalkıp asılvatanına giden bir yolcu gibidir.14 Ruhlar âlemi, dünya, dünyada çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve derkenansızın ölümle yüz yüze gelme… Demek ki, bu yolculukta ihtiyarlık, herkesin uğrayacağı bir durak hükmündedir. Vücudunorganlarının yavaş yavaş işlevlerini yitirdiği, insanın zarûri ihtiyaçlarını dahî karşılamaktan âciz olduğu,çoğu zaman dünyada en çok üzerine titrediği evlatları tarafından huzur evlerine(!) terkedildiği ve ölümün soğuknefeslerini her zaman ensesinde hissettiği çok hassas bir dönem olan ihtiyarlık devresi, pek çok problemle karşı karşıyadır.İslâm, insanların bu hassas dönemlerinde karşılaşacakları zorluklar karşısında farklı şekillerde çözüm yollarısunmuştur. Said Nursi, bunu şöyle ifade etmektedir:

“İnsan nevinin -bir yönüyle- yarısı olan ihtiyarlar, yalnız âhiret hayatıyla yakınlarındabulunan kabre karşı tahammül edebilir, çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine, güzel dünyalarınınkapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler, çocuk hükmüne geçen çabucak etkilenen ruhlarında ve mizaçlarında, ölümve yok olmaktan gelen elîm ve dehşetli ümitsizliğe karşı, ancak bâki hayat ümidiyle mukabele edebilirler.”15“Kur'ân-ı Hakîm'in bize verdiği en mühim bir ders; âhirete imandır; o iman da bu derece kuvvetlidir ve öyle birrica ve bir teselli vardır ki; yüz bin ihtiyarlık bir tek şahsa gelse, bu imandan gelen teselli ona denk gelebilir. Bizihtiyarlar 'Elhamdülillahi alâ kemal-il iman' deyip ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz.”16

Said Nursi, “İhtiyarların ölüm ve kabir karşısındaki korkularını yok edecek ne tiyatro, nesinema ve ne de başka şeylerdir, bu korkuyu giderecek tek şey kabrin ebedî bir yokluk olmadığını anlatmaktır”demektedir: “İhtiyarlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar.Böylelerin menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgu ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarane sergüzeştlerini dinlemesinde midir?Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, mânen sukut, zahiren terakki denilen şimdiki nevihareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve hakikî teselli, tiyatroda mıdır? Bu bîçare ihtiyarlarhamiyetten hürmet isterlerken, manevî bıçakla o bîçareleri kesmek hükmünde ve 'i'dam-ı ebedîye sevkediliyorsunuz'fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir kapısını ejderha ağzına çevirmek, 'Sen oraya gideceksin'diye manevî kulağına üflemek; hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüz bin defa el'iyazü billah!..”17

İhtiyarların önemli sıkıntılarından birisi de, himayelerinde bulundukları kimseler tarafından bir yükolarak telâkki edilmeleri ve bunun onlara ihsas ettirilmesidir. Böyle bir ihsas karşısında ihtiyar, ister istemezbunalacak ve başkalarına sıkıntı verdiği için ıstırap duyacaktır. Said Nursi, Kur'ân-ı Kerîm'in iki âyetiyle bumeseleye çözüm getirmiş ve ihtiyarların hamisi durumunda olan kimseleri bununla uyararak, böyle bir tutum içerisindeolmamaları gerektiğini belirtmiştir:

Ey geçim derdine düşen insan! Bil ki senin evindeki bereket direği, rahmet vesilesi ve musibet önleyicisi,evindeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme: “Maişetim dardır, idare edemiyorum.”Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin geçim sıkıntın daha fazla olacaktı. Evet kâinatınşehadetiyle, nihayet derecede Rahman, Rahîm, Latif ve Kerim olan Hâlık-ı Zülcelali Vel'ikram, çocukları dünyaya gönderdiğivakit, arkalarından rızklarını gâyet latif bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığıgibi; çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık, şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızklarınıdahî, bereket suretinde gönderir. Onların iaşelerini, tama'kâr ve cimri insanlara yükletmez. “Şüphesiz rızıkveren, mutlaka kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.” 18

“Canlılardan niceleri vardır ki, kendi rızklarını taşımaktan âcizdirler. Onları da, sizi de rızıklandıranAllah'tır.” 19 âyetlerinin ifade ettikleri gerçeği, bütün hayat sahibi canlı türleri hal dilleriyleile bağırıp, o gerçeği haykırıyorlar.20

İhtiyarların insanlara kazandırmış oldukları bu bereketten daha önemli olan bir şey daha vardır ki,o da Cenâb-ı Hakk'ın onlar yüzünden insanların başlarına gelecek olan belaları göndermemesidir. Said Nursi bukonuya da deyinmiş ve şu şekilde ifade etmiştir:

Misafir geldiği vakit berekete sebep oluyor; öyle ise mahlukatın en mükerremi olan insan ve insanlarınen mükemmeli olan ehl-i iman ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan âcizler, ihtiyarlar ve ihtiyarların içindeşefkat, hizmet ve muhabbete en fazla lâyık ve müstehak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost veen sadık sevgili olan peder ve vâlide, ihtiyarlık halinde bir evde bulunsa, ne derece bereket vesilesi ve rahmet vasıtasıve “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.”21 sırrıyla,ne derece musîbeti önleme sebeb olduklarını kıyas et.22

Nursi, ihtiyarlara bakmanın büyük bir sevap olmasının yanında, özellikle de anne-babaya hizmet etmeninve onların duâlarını almanın dünya ve âhiret sevabına sebep olduğunu belirtmekte23 ve aynı zaman daanne-babaya bakmanın Kur'ân'ın bir emri olduğunu söylemektedir:

“Rabb'in kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibâdet edin, anne ve babaya iyilik edin. Anne vebabadan biri veya her ikisi yanında yaşlanır ve düşkünleşirse, bezginliğini hissettirir bir şekilde, onlara “öf”bile deme, azarlama, onlara güzel ve tatlı sözler söyle.” 24 âyetiyle, gayet mu'cizevî bir suretteihtiyar peder ve vâlideye karşı hürmete ve şefkate evlâtları dâvet ediyor.25

Kur'ân'a inanan bir kimsenin, yukarıda anlatılanlar doğrultusunda yaşlı kimselere ve özellikle deanne-babasına karşı bir kusurda bulunması imkansızdır. Aynı şekilde ihtiyar bir adamın da ihtiyarlığından dolayıüzülüp, ümitsizliğe kapılması ve kendisini bunalıma atması mümkün değildir.

NETİCE

Görüldüğü üzere Said Nursi, evrensel mesajlarla bütün zaman ve mekanlara gönderilmiş olan Kur'ân-ıKerîm ışığında, günümüzün problemlerini tespit etmiş ve buna karşı önemli çözüm yolları ortaya koymuştur.Maddeciliğin ağırlığını açık bir şekilde hissettirdiği günümüz toplumunda, insanların bahsedilen meselelerinimaddeyle ve onun oluşturduğu bir ahlâk anlayışıyla halletmeye çalışmaları herkesin malumudur. Bu gerçeği çok iyibir şekilde idrak eden Nursi, daha çok manevî yönden meseleleri ele almış, maddî yaptırımlardan ziyade vicdânî vemanevî yaptırımlar üzerinde durmuştur. Sorumlulara düşen, 20. asrın bu büyük âliminin, Kur'ân ışığındatespit ettiği bu gerçekleri bütün bir vatan sathına yayarak insanların istifadesine sunmaktır.