İMAN ÇERÇEVESİNDE ZAMAN YÖNETİMİ -I

Ahmet ÖZDEMİR

PAZAR SEMİNERLERİ

Ne kadar zamanımız var? Yaratıcımız ne kadar verdiyse o kadar. Zaman kavramı izâfî/göreceli bir kavramdır. İnsanın zamanı ile dünyanın zamanı farklı farklıdır. Dünyanın kâinat içinde yeri ne kadarsa, insanın da dünya içindeki yeri o kadardır.

“Yemin olsun asra. İnsan muhakkak hüsrandadır. Ancak iman eden, güzel işler yapan ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi).

Allah kısa bir sûreye, zamanın bir bölümünü ifade eden asra yeminle başlamaktadır. Her insanın kendine göre bir hayat çizgisi vardır. Bu çizgide zaman zaman kırılmalar olur. Bunların tamiri bazen uzun zaman alır. İnsanların kendilerine göre hedefleri vardır. Hedefler önemli- önemsiz, küçük-büyük, yakın-uzak gibi tasnif edilebilir. Bir ömür bunların içinde sürüp gider. Başlamak bitirmenin yarısı kabul edilir, ama o yarılar çoğalır, bir bütün olamaz. Bundaki engeller nelerdir? Bir hedefe odaklandığımızda hayal edemediğimiz engeller sıralanır. Başka bir işe başlarız, onu da yarım bırakırız.

An’ı doğru yaşamak

An’ı doğru yaşayamamak, an’a zam yapamamaktan ileri gelir. Tıkır tıkır işleyerek zamanın geçişini seslendiren saatin, tik-tak’larının her biri, bir başka anın ifadesidir. An da, kendince başlangıcı ve bitişi olan bir zaman dilimidir. An, tik veya tak deyince hem başlar, hem biter. Anlar birbiri ardınca sürekli geçer ve zaman da akar gider.

Her zaman dilimi gibi anın da bir süresi vardır. An, geçmişle gelecek arasında varlığı idrak edilen en kısa zaman dilimidir. Anın önü nisyan, sonu ise meçhuldür. Herhangi bir anın varlığı, iki uzun karanlık arasında bir anda yanıp sönen küçük bir yıldız pırıltısını andırır. Yanması ile sönmesi birdir. Ama o kısa anın içinde koca bir ömür gizlidir. Dışarıdan bakıldığı veya yaşanıp geçildiği takdirde anlar da, yıldızlar gibi küçük görünür. Mahiyetleri bilinip içlerine girildiği ve değerlendirilmek istendiği zaman ise, yıldızlar kadar büyük ve geniştir.

Biriktirilemeyen sermaye

Her sabah hesabınıza 86,400 altın yatıran bir zengin düşünün. Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz. Bunu istediğiniz herhangi bir şekilde kullanabilirsiniz. Sadece bir şart var: Harcamayı başaramadığınız meblâğ ne kadarsa, ertesi güne devretmez. Onun hiçbir bölümünü her ne sebeple olursa olsun, saklayamazsınız. Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86,400 altın bulacaksınız. Farkında olsanız da olmasanız da, hayatınızın her gününde bu durumla karşılaşmaktasınız. Bu durumda ne yapardınız? Akıllı insan bu serveti hesabından çeker ve hemen harcamaya başlar. Zaman “zengin”dir ve size her gün istediğiniz gibi harcayabileceğiniz 86,400 saniye vermektedir. Bu saniyeleri kullanmayı başaramazsanız, onları ebediyen kaybedersiniz.

Hiçbir an birbirine benzemez

Her an; apayrı bir âlem, bambaşka bir dünyadır. Anların diğer varlıklar gibi kendilerine has kimlikleri, kişilikleri, sesleri, şekilleri, biçimleri, renkleri, âhenkleri, özellikleri, güzellikleri ve benzer hususiyetleri vardır.

Anlar, kullanılışlarına göre değerli-değersiz, faydalı-zararlı, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, büyük-küçük, uzun-kısa gibi sıfatlar taşırlar ve onlara göre de farklı hâller alırlar. Ama anlara bu farklı sıfatları veren yegâne varlık insandır. Onun için insan ömrünü en iyi anlatan zaman ifadesi andır. Aynen anlar gibi insanlar da yaşadıkları şartlara, taşıdıkları hâllere göre değerlendirilirler. İnsanlar, anlardan müteşekkil zaman dilimlerinde iyi şeyler yaşar, güzel hâller taşırlarsa iyi ve güzel addedilirler.

Ömrünün mühim bir kısmını teşkil eden gençlik yıllarında nefsine, hissine, hevesine kapılıp kötülüklerle, çirkinliklerle meşgul olan insanlar, yaşadıkları anları da ruhları gibi kirletirlerse, kötü ve çirkin sıfatlarla anılırlar. Yalnız kendileri o sıfatlarla anılmakla kalmaz, yeri geldiğinde tertemiz olan anları da lekelerler, kirletirler ve benzerlerinden farklı sayılmalarına sebep olurlar.

Anlar gibi, anların birbirini takip etmesinden meydana gelen sâliselerin, saniyelerin, dakikaların, saatlerin, günlerin, haftaların, ayların, mevsimlerin, yılların, asırların ve çağların da işleyişleri aynıdır. Bazen olur, bir anda öyle bir olay meydana gelir ve fertler, cemiyetler, milletler öyle hâllerle hâllenirler ki; anlar, çağlar kadar uzun hissedilir. Bazen de yaşayan insanlar veya meydana gelen olaylar itibariyle çağlar, zamanın akışı içinde bir an kadar bile yer almaz.

Anların da, anlardan meydana gelen zamanların da farkı, yaşanışındadır. Bu gözle bakıldığında, her anı yıllara bedel farklı zamanlar da vardır. Tıpkı kandiller ve Ramazanlar gibi. İnananların gözünde bunlar hiçbir zamana değişilmezdir. Lâkin bütün bunlar, onlara yüklenen kudsî mânâlar bilindiği, şartlarına uyulduğu, gerekleri yerine getirildiği ve âdâbına, erkânına riayet edildiği takdirde tecellî eder. Çünkü kandillerin ve Ramazanın da farkı yaşanmasındadır.

Hazineden veya hazinedeki değerli mücevherlerden ziyade hazinedara müştak ve müheyya olanlar, mânevî hazinelere gark oldukları anda onlardan geçerler ve o hazinelerin sahibi ile müşerref olma heyecanına kapılırlar. O ana ancak, zamanı kazananlar ve yönetenler erişebilir. Ömür muayyendir, sınırlıdır. İnsanların, kendilerine ayrılan zamanı bir an bile uzatmaya veya kısaltmaya güçleri yetmez. Bu itibarla zamanı kazanmak veya yönetmek, ancak ömür dakikalarını iyi değerlendirmekle mümkündür.

Zamanı kazanmanın yolu, anları fark etmekten geçer. Görünüşte bir nefes alıp vermeye bile yetmeyecek kadar kısa olan anların, hakikatte bazı canlılar için bir ömür olduğunu bilenler, anları fark ediyorlar demektir. Bu idrak seviyesine ulaşan insanlar, yaşadıkları her ânı güzel hâllerle, tatlı sözlerle, faydalı işlerle geçirerek onları kazanıp ebedîleştirmenin çarelerini ararlar.

Ramazanda değeri bilinerek yaşanan her an bir öncekinden kuvvet alır, bir sonrakine zemin hazırlar, dayanak olur ve kuvvet verir. Bediüzzaman Said Nursî bunu; “Şu mübârek şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için kendisi de ömür içinde bir Leyle-i Kadir’dir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gün, saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-i bâkîdir” sözleriyle ifade eder.

Böyle anlar birleşince ömre ömür katar, kısacık dünya hayatı uzun meyveli hal alır. Bu nüansı fark eden mü’minler, anlara yılları sığdırarak ‘bâkî bir ömür’ kazanmak için yaşadıkları zamanın her anını farklı bir nimet kabul ederler ve o anları farklı hâle getirmek için her birinde değişik bir şey söylemeye, farklı bir şey yapmaya gayret ederler. Meselâ, oruçlu geçen bir günün içine Besmelenin, Kelime-i Tevhidin, Kelime-i Şahadetin sığdırıldığı anlar veya benzer zikirlerle, hamdlerle, şükürlerle geçen zamanlar, telâffuz edilen harflerin binlerce katı kadar uzun olacağından her biri bir ömür sayılabilir. Bu zikirlerin de birer telâffuz ömrünün olduğu, ancak söylendiği zaman o ömrün bahşedildiği, söylenmeyince başlamadan bittiğine dikkat edilirse zamanın Ramazan farkı daha iyi anlaşılır. Geçen her anın geriye gelmesi mümkün değildir. O anda yapılabilecek hayırlar da başka hiçbir şekilde telâfi edilemeyecektir. Zira ömür muayyen, zaman sınırlıdır. Buna karşılık, kandillerde ve Ramazanda değerlendirilen her an, yaşanan hayatın en hoş, güzel, bereketli, verimli ve tatlı zamanı olacağı için insan hayatında sonsuz lezzetler meydana getirecektir.

Zaman yönetimi nedir?

Günlük olarak bize verilen 24 saat, 1440 dakika, 86,400 saniyelik süreyi, hayatımıza katkı sağlayacak biçimde kullanmaktır.

Zaman yönetimi karşısındaki engeller

1. Mükemmeliyetçilik:

Hepimiz yaptığımız işin iyi olmasını isteriz. Aynı şekilde yaptığımız planların da yolunda gitmesi en büyük arzumuzdur. Mükemmeliyetçi kişi, işler yolunda gitmediğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşar, işleri bırakır, umutsuzluğa kapılır. Yine böyle bir kişi, kendine gerçekçi olmayan hedefler belirlediğinden, yaptığı işlerden bir türlü tatmin olmaz, yüksek beklentileri sebebiyle harekete geçemez. Böylece iyi yapabileceği şeyleri, “mükemmeli başarmak” adına ya yapabileceğinden daha kötü yapar ya da hiç yapmaz. Zaman yönetiminde de “mükemmel” bir zaman planlayıcısı olmak gibi bir hedefe sahip olmak, kısa bir süre sonra hayal kırıklığı yaşamak ve vazgeçmekle eşanlamlıdır. Hedefler belirlenirken esnek olunmalı ve muhtemel aksilikler göz önünde bulundurulmalıdır.

2. Erteleme:

Bir konu sizin için önemliyse ve siz konunun peşinden gitmiyorsanız, erteliyorsunuz demektir. Erteleme yalnızca büyük amaçların ertelenmesi olarak değerlendirilmemelidir. Gündelik hayatta küçük görünen işler de daha önemli amaçların alt basamakları sayılır. Ertelenen her iş bir diğerini etkiler. Sonuç; yoğun stres, sinir bozukluğu, başarısızlık duygusu ve yılgınlık olur.

3. Kendine aşırı güven:

Hayatta kendine güvenmek iyi ve faydalı bir özelliktir. Ancak fazlası boş verdiciliğe yol açar.

4. Kendine güvensizlik ve yüksek kaygı:

“Bu işi nasıl olsa başaramam, öyleyse hiç denememeliyim” tarzında düşünceler kendine güvensizlik belirtisidir. Buna benzer düşünceler, yüksek kaygıya da sebep olur ve kaygı da bizim için bir engel oluşturmaya başlar.

5. Hayır diyememe:

Zaman yönetimi, bazen çevremize “hayır” dememizi gerektirecek bir faaliyettir. Önemli bir sınava çalışırken telefon eden bir arkadaşımızın; “1-2 saat sana uğrayacağım” demesi üzerine, istemeye istemeye onu misafir etmemiz bizi daha sonra sınavda zor durumda bırakacaktır.

6. Hafife alma:

Bazen bazı işlerin kendiliğinden olacağına ya da bazı özelliklerin herkeste bulunduğuna ilişkin bir yanılgıya düşeriz. Mesel⠓dinlemeyi” öğrenmek gereksizdir, çünkü zaten biliyoruzdur. Birileri gelip nasıl olsa bizimle arkadaş olacaktır. Ya da er-geç üniversite diploması bize sunulacaktır. Bu tür hafife almalar, çoğu kez sosyal ve akademik alanda başarıyı olumsuz yönde etkileyen sorunlara sebep olur ve bize büyük hayal kırıklıkları yaşatır. “Günlük hayatımda neleri hafife alıyor olabilirim?” gibi bir soruya verilecek cevap, bu konudaki farkındalığımızı arttıracak ve bizi “hafife alma” tuzağından koruyacaktır.

7. Zaman yönetimi konusunda önyargılarımız:

“Bu teknikler benim işime yaramaz.”

“Bu toplumda organize olmak mümkün değil.”

“Bu kadar organize olmak çok ürkütücü.”

“İnsanlar beni sürekli arıyor ya da benden bir şeyler istiyorlar.”

“O kadar çok işim var ki…”

“Ben bunları zaten biliyorum.”

“Okumaya/dinlemeye ne gerek var.”

“Yeterli vakit yok.”

“Başkaları niçin yapmıyor, hep ben mi yapacağım?”

“Nasıl başa çıkarım?”

“Zaman konusunda başarısızım.”

“Verilen zamanda bunu yapamam.”

Alışkanlık değiştirme prensipleri:

Günlük hayatta değiştiremediğimiz veya değiştirmekte zorlandığımız alışkanlıklarımız bulunmaktadır. Bunları aşağıda sıraladığımız bazı prensiplerle değiştirebiliriz.

* “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”

* “Hayat bir faaliyettir, şevk ise matiyyesidir (bineğidir).”

* “İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir.”

* Değiştirmeyi istediğiniz alışkanlıklarınızı (her defasında birisini) belirleyin.

* Tavrınızı pozitife ayarlayın.

* “Her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değildir.”

* “Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil; Cehennem dahi lüzumsuz değil.”

* Benimsemeyi istediğiniz yeni alışkanlığı tanımlayın.

* “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan (unutkanlık) veya tenâsi edilse, ezhan (zihinler) enelere dönüp etrafında gezerler.”

* Yeni alışkanlığı başlatmak için gerçekçi bir hareket planı geliştirin.

* Benimsemek istediğiniz alışkanlığa göre davranmaya başlayın.

* Alışkanlık haline gelene kadar yeni davranış kalıbınıza sıkı sıkıya bağlı kalın.

* Planlı alışkanlık değişiminiz için yardım sağlayın.

* “Safayı al, kederi bırak.”

* Harekete geçin, ertelemeyin.

* Şimdi başla! Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla.

* Her gün ve her saat çalışmanın en uygun zamanıdır.

* Bir günde ve bir zamanda yapman lâzım gelen bir işi ertesi güne bırakma.

* “Hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil.”

* Hayat sandığın durumlar, yalnız bulunduğun dakikadır.