İki farklı Avrupa ve “Müslüman İsevîler”

Dinlerarası Diyalog ve Dostluk – 2/3

Said Nursî’ye göre Avrupa’yı iki yüzüyle görüp, değerlendirmekgerekmektedir. 1933-1934’lü yıllarda yazdığı gibi, "İsevîlik din-ihakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfisanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinciAvrupa" ile "felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatınımehâsin zannederek, beşeri sefahate ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinciAvrupa"1 olmak üzere iki ayrı Avrupa’dan söz etmek mümkündür. Bediüzzaman,her ne kadar Avrupa medeniyetinin seyyie kefesinin hayır kefesine ağır bastığınısöylese de, onu tümüyle reddetme yolunu tercih etmemiştir. Çünkü ona göre,medeniyette görülen "mehasin" ve "terakkiyat-ı sanayi"2gibi gelişmeler, mukaddes olan her şeyi inkar eden ateist felsefenin bir ürünüdeğildir. Belki insanlığın ulaşmış bu yüksek seviyeler, başta Kur’ânolmak üzere bütün semavi kitapların yol göstermeleriyle kazanılmıştır.

Medeniyetin güzelliklerini ve menfaatlerini İseviliğin aslından almış olanbirinci Avrupa insanlığa pek çok iyilikler getirmesine rağmen, insanlığaciddî anlamda çok büyük zararlar getiren ikinci Avrupa’nın menfiniteliklerine mağlup olmuştur. Bu ikinci "menfi akım", hem Müslümanları,hem de Hıristiyanları, manevî ve moral değerlerin kaynağına yabancılaştırmaklabirlikte, her iki dinin mensupları arasında husumetin oluşumunu da güçlendirmiştir.Kâinatın yaratılışını ve değişimini tabiata dayandıran, insan-merkezliYunan-Roma felsefesinin prensipleri üzerinde yükselen bu ikinci Avrupa,olumsuz fikir akımlarıyla nefisperestliğe ve tabiatperestliğe meydan açarakbeşeri dalâlete sürüklemiştir. Ayrıca, gelir dağılımındaki eşitsizliklere3dayanan pazar politikaları ve cazibedar eğlenceleriyle de insanlığınsefahatine kapı açmıştır.

Said Nursî, "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda bir ortak kelimeyegelin"4 mealindeki âyeti tefsir ederken, bu asrın ehl-i kitap insanlarınınKur’ân’ın "ey ehl-i kitap" hitabına, diğer asırlardan çok dahafazla muhtaç olduklarının altını çizmektedir. Ona göre "ehl-ikitap" lafzı "ehl-i mektep" manasını da içine almaktadır.İşte, Kur’ân-ı Kerim bu zamanın bilgiye önem veren okumuş insanlarına,sanki yeniden nazil oluyormuş gibi hitap etmektedir.

Önceki asırlarda yaşayan insanlara göre kendine daha fazla güvenen ve Kur’ân’ınsözlerine karşı kulağını kapayan bu zamanın ehl-i kitap, ehl-i mektepinsanlarının artık gözlerini açmaları gerekmektedir. Çünkü, İnsanlarınzekalarına güvenerek ürettikleri kanunlar, gerçek anlamda adaleti ve huzurutemin etmekten aciz kalmakla birlikte, kendileri gibi yaşlanmaya maruzkalmaktan da kurtulamamıştır. Kur’ân’ın her iki dünya saadetini temin edensemavi hükümleri ise, aradan asırlar geçmesine rağmen gençliğini vetazeliğini muhafaza etmesi ile insanlığın yakın ve uzak gelecekle ilgiliher türlü beklentilerine cevap verebileceğini ispat etmiştir. İnsanı vetabiatı ilahlaştıran, mevcut teknolojik gelişmeleri kendi ürünü gösteripbeşeri büyülemeye çabalayan medeniyetin menfi yüzünün temsilcisi ikinciAvrupa, çağın göz kamaştıran, akıllara durgunluk veren bütün güzelliklerinive menfaatlerini kendine alet ederek başta İslamiyet olarak bütün semavidinlere karşı mücadele ve muaraza etmektedir. İşte, Said Nursi, "Şahıslar,cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’ân’a karşı; bütün nev’-ibeşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hâzıra,Kur’ân’a karşı muaraza vaziyetini almıştır."5 diyerek, bu durumadikkati çekmek istemiştir. Bu açıdan düşünüldüğünde, Hıristiyanlığındinsizlik cereyanına dayanabilmesi için tasaffi ederek İslamiyet’inhakikatlerinden destek almaktan ve Hıristiyanların da tevhid eksenli imanîbir şuurla harekete geçerek, Kur’ân’ın "ortak bir kelimeye gelin"emrine uyarak Müslümanlar ile ortak bir misyon geliştirmelerinden başka çıkaryolları kalmamıştır.

Kırklı yıllarda, komünizmin Doğu Avrupa’nın büyük bir kısmına hakimolduğu bir ortamda, Bediüzzaman’ın "misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri,hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir"6 demiştir. Çünkü, İkinciDünya Savaşı ateist Komünizmin hem gücünü hem de yayılma alanını arttırmıştır.Mukaddes olan her şeyi reddeden Komünizmin, İslam ve İsevi dininin hücumunakarşı kendini koruyabilmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için,mutlaka her iki dinin temsilcileri arasında bir birlikteliği bozmasıgerekmektedir. İşte, insanlığın karşı karşıya kaldığı bu dehşetlidurumdan kurtulabilmesi için yegane çare, Allah’a inanan her insanın inançsızlığakarşı ortak hareket etmesi ve aradaki ihtilafları ortadan kaldırmasıgerekmektedir. Bediüzzaman yanlış yerde gösterilen tarafgirliğin ve düşmanlığın,nasıl büyük bir güç kaybına yol açtığını iki örnekle akla yaklaştırmıştır.Örneğin, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir.Dengedeki bir terazinin iki gözünde dağlar bile olsa, bir küçük taş, herikisinin dengesini bozup, birini yukarı diğerini aşağı indirebilir. Bu sırgereği, ahirzamandaki dinsizlik akımının da bu zayıf noktadan güç alacağınıPeygamber Efendimiz’in (a.s.m.) asırlar öncesinden haber vermiştir:"Ahirzaman’ın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecekeşhas-ı müthişe-i muzırraları, İslam’ın ve beşerin hırs ve şikakındanistifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca alem-iİslam’ı esaret altına alır." En bedevi kavimlerin bile, harici düşmanlarakarşı içerdeki düşmanlıkları unutup, omuz omuza verip, düşman aşiretikovuncaya kadar aralarındaki düşmanlıkları hatıra getirmediklerini hatırlatanBediüzzaman, ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış sayısızdinsizlik cereyanlarına karşı küçük ayrılıkları ortadan kaldırmamanınçok büyük bir "sukut, vahşet ve hıyanet" olduğunubelirtmektedir.7

Bediüzzaman’a göre, Hıristiyanlık Teslis inancından kaynaklanan küfürdairesinde daima kalıcı değildir. Bir gün başlangıçta olduğu gibi hâlistevhid inancına geri dönecektir. Tarihsel gelişmelerin de bunu doğruladığını,o şu şekilde ifade etmiştir: "Nasrâniyet ya intifâ, ya ıstıfâbulacak. İslâm’a karşı teslim olup terk-i silâh edecek. Mükerreren yırtıldı,Purutluğa tâ geldi. Purutlukta görmedi ona salâh verecek. Perde yine yırtıldı,mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin bâzı yakınlaştı tevhide; ondafelâh görecek. Hazırlanır şimdiden, yırtılmaya başlıyor. Sönmezse,safvet bulup İslâm’a mal olacak. Bu bir sırr-ı azîmdir. Ona remz ve işaret:Fahr-i Rüsûl demiştir: "İsâ, Şer’im ile amel edip ümmetimdenolacak."8

Ahirzamanda Hz. İsa’nın (a.s.) yeryüzüne inerek Peygamber Efendimiz’in(a.s.m.) şeriatıyla amel edeceğini haber veren hadisin yorumunu ise şu şekildeyapmaktadır: "Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîyeve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattantecerrüd edip İslâmiyet’e inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlikşahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ımânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ımânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil edenDeccal’ı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek."9

Tabiatçı, maddeci felsefeden doğan ateist Komünizmin yayılarak güçlenmesiyle,Allah’ı inkar fikri de yaygınlaşacaktır. İşte, Hz. İsa’nın (a.s.) manevişahsiyetinden ortaya çıkan "hakiki İsevilik" dininin, mevcut Hıristiyanlıkdininin hurafelerden ve tahrifattan sıyrılmasıyla ortaya çıkışı buzamana rastlayacaktır. Hıristiyanlığın tasaffisi ise, ancak Allah’ın birliğineve cismani dirilişe inanmak gibi İslami hakikatler ile olabileceğinden, manenbir nevi İslamiyet’e inkılap edecektir. Ateist Komünizm cereyanına ayrı ayrıiken mağlup olan İsevilik ve İslamiyet, bu birliktelik sayesinde dinsizlikcereyanına galip gelecektir.10 Hz. İsa’nın (a.s.) hakikî dini ile İslâmhakikatlerini bir araya getirmeye çalışacak olan bu topluluğa Bediüzzaman"Müslüman İsevîleri"11 ünvanını vermiştir.

Bilindiği üzere Bediüzzaman, İslam aleminin ve Batı’nın geleceği ileilgili çok orijinal bir tespitte bulunmuştur. İslâm âleminin en büyüktemsilcisi Osmanlı devletinin akıbeti ve Hıristiyanlığın temsilcisikonumundaki Avrupa’nın geleceği hakkındaki şu yorumu yapmıştır:

"Osmanlı hükümeti Avrupa ile hamiledir; Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak.Avrupa da İslâmiyet’e hamiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak…Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan dahadinden uzak… İkinci tevellüd de, inşaallah yirmi otuz sene sonra çıkacak.Çok emarelerle, hem şarkta, hem garpta Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak."12

Bediüzzaman’ın -Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) müjdesi üzerine- Hıristiyanlıktavuku bulmasını beklediği tasaffi, Hıristiyanların dinlerini bütünüyleterk ederek İslâmiyet’e girmeleri şeklinde bir beklenti değildir. Çünkü,İslamiyet eski dinlerin güzelliklerini ve şeriatlarının prensiplerini barındırdığıiçin, tadil ve tekmil edicidir. Yalnızca, zaman ve mekanın değişimiyle hükmükalmayan fürüat kısmında yenilikler getirmiştir. Bu sır gereğince, Hıristiyanlarzaten sahip oldukları dinlerinin esaslarına dayanmakla ve inançlarınıtekmil etmekle asli dinlerine kavuşacaklardır.13

Kur’ân’ın hakikatleri, bütün dinlerin inanç esaslarını içine almaktadır.Çünkü, Hz. Adem’den (a.s.) hâtemü’l-enbiyâ olan Resul-ü Ekrem’e (a.s.m.)kadar bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri din İslâmiyet’tir. Kaynak tekolduğundan, bütün peygamberlerin nübüvvetleriyle icrâ ettiği fonksiyonlarda tek olmuştur. Bu nedenle ehl-i kitabın, hâlis tevhid inancına dönerek akîdelerinitashîh etmeleri zaruri bir haldir. Ehl-i kitabın kendi aslına dönmesi ve akîdesinitashih etmesi için ise, er yada geç mutlaka Kur’ân-ı Kerime müracaatetmeleri gerekecektir.

Hüseyin-i Cisrî "Risâle-i Hamidiye"sinde yüz on dört işaretlerisemavi kitaplardan çıkarmıştır. Onca tahrifattan sonra bile hâlâ Resûl-üEkrem’le (a.s.m.) ilgili müjdeli haberlerin yer alması, daha evvelce daha çoktasrihatın bulunduğunu göstermektedir.14 Madem semavi kitaplarda geçen herhakikate mutlaka inanmak gereklidir. Elbette İseviliğin hakiki dindarları,kendi kitaplarında açıkça geçen bu müjdeleri dikkate alıp tasdikedecekler ve Kur’ân-ı Hakîm’in hakikatlerini de kabul ederek onun da ilâhîbir kaynaktan geldiğine inanacaklardır. Şüphesiz ki, ehl-i kitabın Kur’ânhakikatlerini ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nübüvvetini kabul etmeleri, hiçbirşekilde onları kendi özlerinden ve asıllarından ayırmayacaktır.

Bediüzzaman, Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde medeniyeti ayakta tutan dördüncüesasın muhabbet (sevgi) olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:"Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfathusumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevkeden muhabbet ve sevmek sıfatı en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır."15Ona göre, "Husumet ve adavetin vakti bit"miştir. Çünkü, iki dünyasavaşında yaşanan tahrip edici, dehşetli zulümler adavetin içinde zerrekadar fayda bulunmadığını gözler önüne sererek, tarih sayfasına kanlıharflerle resmetmiştir. Öyle ise, nefrete ve düşmanlığa en layıkinsanlara bile -sataşmamak şartıyla- kin ve adavet beslememek bu zamanınzaruriyatından olmuştur. Bu prensibin hayata geçirildiği ilk yer ise Müslümanlarve Hıristiyanların birbirleriyle ilişkilerini sevgi üzerindetemellendirmelerinin yollarını arayıp bulmaları olmalıdır.

Yahudilerle diyalog ve dostluk kurmanın zorlukları

Bediüzzaman, Hıristiyanlık aleminde beklenilen gelişmelere benzer şekilde,Yahudiliğin de tasaffi edeceğinden, İslâm’a teslim olacağından bahsetmemiştir.Risâle-i Nur Külliyatı’nda Yahudilerden olumlu bir şekilde bahsedilen yerlerise, birçok Yahudi ve Hıristiyan âlimlerinin Resul-ü Ekrem’in (a.s.m.) nübüvvetinikabul edip iman etmeleri hususuyla sınırlı kalacak kadar azdır. Kur’ân-ıKerim’de olduğu gibi, Kur’ân’ın manevi bir tefsiri olan Risâle-i Nur’da konuedilen Yahudiler -Hıristiyanların aksine- tarih boyunca değiştirmedikleriolumsuz yönleriyle mevki kazanmışlardır.

Dinsizlik cereyanına karşı tek başlarına mukavemet edemeyen Hıristiyanlıkve İslamiyet’in hak din noktasında birleşeceklerine dikkat çeken Bediüzzaman,Yahudilerin ise Deccal’ın en büyük kuvveti, destekçisi ve gönüllü takipçisiolacaklarına hadislerin işaret ettiğini belirtmiştir. Nitekim, YahudilerAlman milletinden intikamlarını almak için komünist komitesin tesisinde mühimbir rol oynamışlar ve kendilerinden olan Troçki namındaki dehşetli bir adamıRusya’nın başına geçirmeyi başarmışlardır.16

Müslim’in Enes b. Malik’ten rivâyet ettiği, "Deccal’ın mühim kuvvetiYahudi’dir. Yahudiler severek tabi olurlar."17 hadis-i şerifinin benzerimahiyette daha başka hadisler de vardır. Deccal’ın Yahudiler arasında doğacağınıhaber veren İbn Sayyad ilgili rivayetler bunlardan sadece birisidir.18

Said Nursî, Yahudilerin her iki Deccal’a verecekleri destek konusuna şöyletemas etmektedir: "Deccal, Yahudi’nin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetlibir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini…., hatta İslâm Deccal’ımasonların komitelerini aldatıp müzâheretlerini kazandıklarından, dehşetlibir iktidar zannedilir…"19

Risâle-i Nur Külliyatı’nın geneli düşünüldüğünde, ehl-i kitap olanYahudilik ile Hıristiyanlığın birbirinden ayrı tutulduğu görülecektir.Yahudiliğin ve Yahudilerin konu edildiği birçok bölümlerde onlarınbozgunculuklarından, fıska ve zulme düşmelerinden bahsedilmesi gözden kaçmayacaktır.Bediüzzaman, Fatihâ Sûresinde geçen "Gayri’l-mağdûbi aleyhim"ibaresini yorumlarken çok orijinal bir nüansa dikkatleri çekmektedir: "İkincifırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmınterkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahudilerin temerrüdügibi."20 Burada, Yahudileri vasıflandırmak için kullanılan "mağdubi"isminin, devam ediciliği zihne getiren "ism-i mef’ul" olarak tercihedilmesinin hikmetini düşünen Bediüzzaman, bunun tevbe ve af ile yollarındanvazgeçmedikleri sürece Yahudilerin şer ve isyanlarının silinmez bir damgagibi kalıcı olacağına dair bir işaret kabul etmiştir. Hıristiyanları vasıflandırmakiçin kullanılan "dallin" isminde geçiciliği ifade eden "ism-ifail"in kullanılmasının ise, onların dalaletlerinin son bulduğundaaffa uğrayacaklarının bir işareti olarak görmektedir. Kur’ân’ın ehl-ikitaptan Yahudiler ile Hıristiyanları eşit tutmaması gerçeği, Müslümanlariçin hatırdan çıkarılmaması gereken oldukça önemli bir mesele olsagerektir ki, fihriste-i Kur’âniye olan Fatiha ile vakit namazlarının her rüknünderemzen ihtar edilmektedir.

Kur’ân’da Yahudilerin kimliklerini öne çıkaran âyetlere bakıldığında,Hıristiyanların aksine hep olumsuzluklar dikkati çekecektir:

"Sen Yahudileri, hayata karşı insanların en hırslısı olarakbulursun"21
"Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün."22
"Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar."23
"İsrailoğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: Siz yeryüzünde iki kerefesad çıkaracaksınız."24
"Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin."25

Yukarıdaki ayetler, Yahudilerin sosyal hayatı bozan iki yönüne dikkatleri çekmektedir.Bunlardan birincisi, "Sen çalış, ben yiyeyim" prensibi üzerinebina edilen faizli kredi sisteminin yerleştirilmesi amacıyla bankacılığınyaygınlaştırılmasıdır. Böyle bir sistem, fakirin emeği ile zengininsermayesinin çarpışmasına yol açtığından toplum hayatının huzurunu kaçırmıştır.

İkinci yön ise, her çeşit fesad komitelerine karışmaları ve ihtilallereparmak karıştırmalarıdır. Bilindiği üzere, Yahudiler değişiksebeplerden birlikte yaşadıkları toplumla bütünleşememişlerdirler."Getto" denilen, Yahudiler dışındakilere kapalı yerlerde yaşamlarınısürdürmüşlerdir. Faizli kredi sistemi gibi yöntemlerle haksız malbiriktirmeleri, ahlakı dejenere edici faaliyetler göstererek insanlarıbirbirine düşürücü fitne ve fesat çıkarmaları, "Tanrının (seçkin)kavmi" "mukaddes millet" olarak kendilerini görmeleri, sözündedurmamaları ve anlaşmaları bozmaları gibi birçok olumsuz özelliklerisebebiyle dünyanın değişik yerlerindeki toplumlardan dışlanmışlar, hattaacımasızca zulüm görmüşlerdir. İşte, Yahudilerin uğradıkları zulümlerdenyüzünden biriken intikam hisleri bütün fesad şebekelerinde baş aktörolmalarının temel nedeni olmuştur.

"Kızlarınızı sağ bırakıp yeni doğan erkek çocuklarınızıkesiyorlardı"26 ayeti Firavun zamanında meydana gelen bir hadisedenbahsetmesine rağmen, aslında daha sonraları da Yahudilerin değişikmemleketlerde sayısız katliamlara maruz kalacaklarının işaretinivermektedir. Bediüzzaman, Yahudilerin Nazi soykırımı da dahil birçoketnisite hareketine maruz kalmaları tarihi gerçeğini şu şekilde özetlemiştir:"Benî İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak,bir Firavun zamanında yapılan bir hadise ünvanıyla, Yahudi milletinin eksermemleketlerde, her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızlarıhayat-ı beşerîye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder."27

Yahudilerin başka bir ortak özellikleri de ölümden çok korkmaları vehayata hırsla bağlanmalarıdır. Kur’ân-ı Kerim "Eğer doğru isenizmevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz"28 ayetiyle bu sosyolojik gerçeğiaçığa vurmuştur. Yahudiler kendilerini seçkin bir kavim olarak gördüklerinden,ahiret saadetinin de yalnızca kendilerine ait olduğunu iddia etmekteydiler.Ahiretten kastettikleri ise, dünya hayatının sonunda düşündükleri mutlubir gelecektir. Yani, en sonunda Kudüs’ün de içinde bulunduğu "arz-ımukaddes/kutsal topraklar"ın kendilerine ait olmasına, devletlerini oradakurup bütün dünyayı istila edeceklerine olan inançlarıdır. Onların inandıklarıahiret yurdu, öldükten sonra dirilişi ve hesaba çekilişi barındırmayantahrif edilmiş bir ideal olarak anlaşılmıştır. İşte, PeygamberEfendimiz’in (a.s.m.) huzurundaki küçük bir Yahudi cemaati için söylenen builahi kelam aslında Yahudilerin "kıyamete kadar lisan-ı halleri mevtiistemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını"29 ifadeetmektedir.

Kur’ân’ın Yahudiler hakkında şiddetli terbiye tokatlarından biri de ‘Onlarınüzerine bir zillet ve meskenet damgası vuruldu’30 âyetindedir. Bu âyet"O milletin mukadderât-ı istikbâliyesini umumî bir suretteifade"31 etmektedir. Önceki paragraflarda zikredildiği gibi, Yahudileringenel karakterleri olarak yerleşmiş birçok menfi özellikleri sebebiyle, Kur’ânonlara karşı çok şiddetli davranmıştır.

Yahudiler toplum olarak istikameti koruyamadıkları gibi, diğer toplumlarında dalaletlerine yol açmışlardır. Ruhun yaşayabilmesi için mahiyetineyerleştirilen ve serbest bırakılan – Kur’ân, şeriatıyla sınır koymuştur-gadabiye, şeheviye ve akliye kuvvelerinin insaniyet alemindeki zakkummeyveleri, Yahudilik dalından her zaman için beslenme imkanı bulmuştur. Şeheviyedalında, Yahudi kadın ve kızlar sefihane hayatın yerleşmesinde önemli roloynamışlardır. Gadabiye dalındaki şerli faaliyetleri ise, ihtilallereparmak karıştırmaları ve intikam fikriyle her türlü fesad şebekelerindefaaliyet göstermeleridir. Kuvve-i akliye dalında ise, insanlığı dalalete sürükleyenmaddeci, tabiatperest fikirlerin güncelleştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında,yine Yahudi kökenli feylesofların etkili rol oynadıkları görülmektedir.

– Devam Edecek –