İki Devir, Bir İnsan

Aktüel

Bu yazıda, Bediüzzaman’ın hayat safhalarıyla ilgili bir soruya cevap arayacağız. Üstad Risalelerin pekçok yerinde, Eski Said ve Yeni Said tabirlerini kullanarak bir ayırım yapmakta, aralarındaki farklara ve benzerliklere işaretetmektedir. Bu atıflardan hareketle bir iddia ortaya atılmaktadır. "Belli bir tarihten sonra Bediüzzaman, EskiSaid’den Yeni Said’e inkılâp etmekte ve hayatının eski devresini adeta kesip atmaktadır." Bu iddia, içinde Bediüzzaman’ınbazı fikirlerinden vazgeçtiği ve pişman olduğu imâsı taşımaktadır. İşte bizim cevap aradığımız husus, Bediüzzamangerçekten bazı konularda hataya mı düşmüştür ki, böyle bir köklü inkılâptan söz etmektedir?

Bir yanlış anlamadan neş’et ettiği belli olan bu iddiayı, Risale okumalarıyla tahlil ettiğimizde farklıbir sonuca ulaşırız. O sonuç da şudur: Bediüzzaman hayatının hiçbir devresinde, o devreyi "kesip atmayı"gerektirecek bir hataya düşmemiştir. Aksine, "Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayetderecede musırrım. …Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, tazeolarak orada da göstereceğim." (Divan-ı Harbi, Örfi, s. 50) demektedir. Fikir ve hareketlerinde Allah’ın inayetiylene derecede isabet ettiğini zaman ve hadiseler de tescil etmiştir. Yalnız; acz, fakr ve kusurunu bilip dergâh-ı ilâhiyeyearz ederek rahmet-i Rahmana sığınmak mesleğinin üstadı olan Bediüzzaman’ın, ubudiyeti gereği yaptığı tazarru,niyaz ve istiğfarları bahsimizden hariç tutulmalıdır.

Bediüzzaman’ın hayatında, kendisinin bildirdiğine göre üç ayrı devre vardır. Bunlar; 1918-19’a kadarsüren Eski Said devresi, 1922-23’ten itibaren Risale-i Nur’un telif edildiği Yeni Said devresi, 1948-49’de (yani AfyonMahkemesinden sonra) "inkişafa başlayan" Üçüncü Said devresidir. 1918-1923 arasını, kendi ifadelerindenhareketle "geçiş dönemi" olarak niteleyebiliriz. Bu devreler arasındaki geçişin mahiyeti, sebep ve sonuçları,mutlaka geniş biçimde incelenmelidir. Biz burada kısaca Eski Said’den Yeni Said’e inkılâp üzerinde duralım.

Üstad Bediüzzaman esaretten, ruhunda yeni bir inkişafla döndüğünde kırklı yaşlarına girmiştir. Oesnada, hayatın en dar dâiresinden en genişine kadar etkili olacak inkılâplar uç vermekte ve bu yeni hayat, yeni şeylersöylemeyi zorunlu kılmaktadır. Hadiste "bütün fitnelerden korunacağı haber verilen müceddid" artık gelmelive yeni şeyleri O söylemelidir. Bütün emareler, bu ağır ve mühim vazifeye, ümmetten sual sormaması şartıylakendisine ilim verilen Bediüzzaman’ın memur kılındığını göstermektedir. Giderek artan oranda bir "tecrid-izihne" mazhar olan Üstad, bu sayede vazifesine ruhen de hazırlanmaktadır. Ahir zamandaki tecdid, yazmaya hazırlandığıeserle, yani "mukaddemat-ı ihzariye hükmündeki ilim hayatının" semeresi olan Risale-i Nur’la yapılacaktır.Kendisi de anlamıştır ki; ekser hayatında mazhar olduğu harikalar, inayetler hep bu ağır ve kudsî tecdid vazifesiniyapabilmesi için, taraf-ı ilahiden bir talimdir. "Çok çalkalanan ahir zaman, acib şeyler doğuracağını ihsasederken" (Bkz. Barla Lâhikası), bereketli Eski Said çekirdeği üzerinde bir Yeni Said neşv ü nema bulmaktadır.

Eski Said’in Yeni Said’e inkılâbı çok buhranlı ve sancılı olmuştur. Kendisi Sünnet-i SeniyyeRisalesi’nde bunu anlatırken "…gayet müthiş ve manevi bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içindeyuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı"demektedir. Bu halden Kur’an ve sünnetin nurlarıyla selamete çıkan Üstad, bu inkılâbı Yirmiüçüncü Söz/ İkinciMebhas/ Üçüncü Nüktedeki "tünel" temsilinde tasvir ettiği gibi, bir vakâ-yı hayâliye biçiminde de yaşamıştır.Özetlersek Bediüzzaman, 1918’de esaretten İstanbul’a döndüğünde inkılâbın emarelerini ruhunda taşımaktadır.1922’de Ankara’ya giderken Yeni Said olma yolunda epey ilerlemiş durumdadır. 1923 yılının sonunda Ankara’dan ayrılıpVan’a giderken Bediüzzaman artık Yeni Said’dir.

Anlattığımız bu değişimin mahiyeti ve sonuçlarını topluca görmek istersek şöyle bir tabloyla karşılaşırız:Eski Said devrinde Üstad siyasî ve ictima î konularla yakından ilgilenmiş, fakat fikir ve hareketlerinde sonradan pişmanolacağı bir yanlışa düşmemiştir. Bu devirde yazdığı eserler genellikle ictima î hastalıklara reçeteler sunmaktadır.Yeni Said devrinde ise "her şeyden zihnini tecrit ile Kur’an’dan fehmettiği iman hakikatlerini" yazmış ve böyleceiman ve Kur’an hakikatlerinin şaheseri Risale-i Nur vücuda gelmiştir. Bu arada Eski Said’in bazı eserlerini Üstad,"Yeni Said’in bir ders-i ictima î ve siyasîsi olarak" sonradan Risale-i Nur’a dahil etmiştir.

Eski Said’den Yeni Said’e geçiş, en geniş hayat dâiresi olan siyaset aleminden en küçük dâire olan"kalb dâiresine" intikal anlamı taşımaktadır. Çünkü Dördüncü Meselede izah edildiği gibi en küçük dâiredekien büyük vazife yani "iman hakikatlerini ilan ve neşir vazifesi" onu beklemektedir.

Eski eserlerini daha çok "aklî ve ilmî" esaslarla yazan Bediüzzaman yeni dönemde daha çokilham, sünûhat ve istihracât-ı Kur’aniye’ye mazhar olmuştur. Hareket tarzı ile birlikte Sözler’indeki üslup da değişmiş,bedi’ bir karakter kazanmıştır.

Eski eserlerinde tafsilen geçen siyasî ve ictimaî meseleler Risale-i Nur’da icmal, onlarda icmal edileniman hakikatleri Risale-i Nur’da tafsil edilmektedir. Başka bir ifadeyle ,eski eserleri (bilhassa İşârâtü’l-İ’câz veMesnevi-i Nuriye) Risale-i Nur’un fidanlığı hükmüne geçmiştir.

"Eski Said hata etmiş" sözünün hakikati ise, bilhassa lâhikalar dikkatli okunduğunda vuzuhakavuşmakta, meselâ Kastamonu Lâhikası’ndaki şu ifadeler meselimize ışık tutmaktadır: "Sırr-ı innâ a’taynâ’daçok geniş bir dâire, dar bir dâirede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise, dar ve manevî, fakat yüksek bir dâireyi genişve maddî bir dâire suretinde tasvir edilmişti. Cenâb-ı Hakk’a yüz bin şükür ediyorum ki, bu iki kusurumu kuvvetlibir ihtar-ı manevîyle ıslah etti. Yübeddilu’llahu seyyiatihim hâsenât sırrına mazhar eyledi." (s. 59). Anlaşılan,hiss-i kable’l-vuku ile gördüğü bir hakikatin "tabirindeki hatası" ihtar-ı ilâhi ile tashih edilmiştir.

Elhasıl, Bediüzzaman’nın Eski Said’den Yeni Said’e geçmesi büyük bir inkılâba işaret etmeklebirlikte, "hatadan dönmek" anlamı taşımaz. Olsa olsa "bütün fitnelerden korunan müceddidin", kemâlçağı olan kırk yaşında artık kudsî vazifesine başladığını ifade eder. Aslında Yeni Said ismi, "Sözler’insırlı tenvirini" haber vermektedir ve hatta bu tenvir vazifesinde Eski Said de zaman zaman Bediüzzaman’a yardımetmektedir.

Üstadın hayatında, hiçbir şekilde "kesip attığı" bir devre yoktur ve talebeleri için onunbereketli hayatının her devresi nurlu dersler taşımaktadır.