Hazret-i İsâ’nın Nüzûlü – II

Aktüel

Hazret-i İsa Allah'ın Rahmet semasından nüzûl ettiğinde herkes tarafından tanınıp tanınmayacağı konusunda Said Nursi, “Hazret-i İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb ve havassı nur-u imanla onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.” yorumunu yapar.16

Said Nursi aynı konuyu Şualar isimli eserinde tekrar ele alırken, kıyamet alametlerinin “müteşabihat” nevinden olduğunu, bu yüzden de tevile ihtiyaç gösterdiğini ifade etmektedir. Ona göre her şey çok açık bir şekilde, iradeyi kullanmaya gerek kalmadan anlaşılacak olursa, “teklif” sırrı bozulur. Yani insanın bu dünyaya bir imtihan için gönderildiği hakikatinin bir anlamı kalmaz. Bu yüzden birçok kıyamet alameti perdeli ve kapalı bir şekilde haber verilmiştir. Buna göre Hazret-i İsa Aleyhisselamın nüzûlünde onun İsa olduğunu herkes bilemez, bu sadece “iman nuru” ile bilir. Said Nursi'ye göre Süfyan ve Deccal gibi “eşhas-ı müthişe” kendileri dahi kendilerini bilmezler.17

Burada, “Hazret-i İsa nüzûl ettiğinde acaba ona tabi olanlar çok olacaklar mı?” sorusu akla gelmektedir. Hadis-i şeriflerden onların sayılarının çok olmayacağı anlaşılmaktadır. Nursi bu konuya, “Deccalın fevkalade büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa Aleyhisselam ona nisbeten çok küçük bulunduğunu” bildiren hadis-i şerifi yorumlarken değinir:

“Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez, bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa Aleyhisselamı nur-u iman ile tanıyan ve tabi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidinin kemiyeti [sayısı], Deccalın mektepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.”18

Buna göre Allah'ı inkâr için çalışan cereyan, ilim, asker, ordu bakımından Hazret-i İsa'yı imanın nuruyla tanıyanlardan daha fazla olacaktır.

Sonuç

İslam inancında “nüzûl-i İsa” konusuyla ilgili şunları söylemek mümkündür: İslam öncesi din ve medeniyetlerde farklı isimler altında bir çok kurtarıcı beklenmiştir. Mesele insanlığın müşterek bir telakkisidir. Üç semavi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'te de hususi bir anlam taşımakta ve kurtarıcı zat belirgin bir şahsiyet halini almaktadır. Yahudiler Davud'un soyundan gelen bir kralı, Hıristiyan ve Müslümanlar ise Hz. İsa'nın gelişini beklerler. Karakter itibariyle kurtarıcı Mesih inancı bu üç dinde de aynıdır. Kötülüklere karşı mücadele eder, huzur ve barış ortamını hazırlar.

Hazret-i İsa'nın nüzûlü Kur'an'da açık olarak geçmez. Ancak bu ayetlerden Hz. İsa'nın nüzûlüne işaret çıkarmak mümkündür. Hz. İsa'nın Allah katına yükselmesi veya başka bir ifadeyle göğe çekilmesi demek, bulunduğu madde aleminden gayb alemine, varlığın bir başka mertebesine nuranî cesediyle birlikte geçmesi demektir. Daha açık bir ifadeyle, boyut değiştirmesi demektir. Şaranî ve Bediüzzaman gibi alimlerin onun cisminin letafet kazandığını söylemeleri bu noktaya işaret etmektedir. Hz. İsa'nın başka bir aleme intikali de bir çeşit ölüm sayılabilir, ancak bildiğimiz anlamda bir ölüm değildir. Maddi ihtiyaçlardan sıyrılmak anlamında bir ölümdür.

“Nüzûl-i İsa” Kur'an'da açık bir şekilde geçmezken, Sünnet açısından baktığımızda durum farklılık arzetmektedir. Konuyla ilgili çok sarih, açık hadisler bulunmaktadır. Bu konuda zayıf rivayetler olduğu gibi, hadis usulü açısından sıhhatli hadisler de vardır. Hepsinin ortak noktası, Hz. İsa'nın ahirzamanda nazil olacağı ve yeryüzünde adaletle hükmedeceğidir.

Ancak bu hadisleri zahirî anlamları üzerine kabul etmek mümkün görülmemektedir. Atomdan güneşlere kadar her şeyin hikmetle cereyan ettiği bir alemde, hiçbir şeyde hikmetsizlik görülmediği halde nasıl olur da, Allah bir zatı gökten mücessem olarak herkesin gözü önünde indirir ve böylece o harika zat bir anda insanları zulümden kurtarıp, adaleti tesis eder. Allah böyle bir şeyi yapmaya elbette Kadir'dir. Fakat yapmaz. Çünkü bu onun “imtihan” sırrına aykırıdır. Dünya kudret yeri değil, hikmet yeridir. Dünyada Allah yarattığı her şeyi hikmetle yaratmaktadır. İmtihan sırrını ortadan kaldıracak derecede açık bir şekilde Hazret-i İsa'yı göndermesi ve herkesin onu tanıması mümkün değildir. Bunun için Said Nursi ve bazı diğer alimler, onun nüzûl olacağını, ama herkesin onun şahsını tanımayacağını, ancak iman nuru ile onun “mukarreb ve havassı”nın tanıyacağını beyan etmektedirler. İşte bu imtihan sırrına uygundur.

Gözönünde tutulması gereken bir husus da şudur: Meselenin birçok teferruat kazanmasında İsrailiyatın etkisi olmuştur. Nitekim Sahabe döneminde Ehl-i Kitap alimlerinden birçoğu Müslüman oldu. Eski bilgileri onlarla birlikte İslam'a girdi. Gerçeğe uymayan bazı eski bilgileri İslam'a maledildi. Özellikle teferruat ifade eden rivayetlerde İsrailiyat olması kuvvetle muhtemeldir. Bu konuda sıhhatler sahih olan rivayetlerin ise tevil edilmesi gerekir. Çünkü kıyamet alametleri ile ilgili hadislerin çoğu kinaye nevindendir. Özellikle de sahih bir rivayetin zahirî ifadesi, teklif sırrına, imtihan prensibine, beşeriyet aleminde geçerli olan İlahi kanunlara ters ise o rivayet tevil edilmelidir. Hz. İsa'nın nüzûlü hakkındaki hadisler de bu kısma girer. Nüzûl üzerine yapılan yorumlar birbirine yakındır. Ahirzamanda Hıristiyanlığın da hurafelerden temizlenmesiyle İslam'a yakınlaşması sonucu hak din olan İslamiyet'in kuvvet bulması yorumunu dikkate almak gerekir. Eski haliyle Hıristiyanlığın artık birçok Hıristiyan din adamını dahi tatmin etmekten uzak olduğu bilinen bir gerçektir. Teslisten tevhid inancına doğru bir yaklaşım görülmektedir. Artık Hıristiyanlık İslam'a karşı bir yumuşama sürecine girmiştir. Mutlak dinsizlik ve ateizm karşısında İslam-Hıristiyan ittifakı akıldan uzak değildir. Dinlerarası diyalog çalışmaları bu amaca hizmet ettirilmelidir.

Hıristiyanlık artık Hz. İsa'nın orijinal mesajına yaklaşmaktadır. Bugün Amerika'da Hıristiyan dindarların insan öldürmeye, zinaya ve alkole karşı ciddi mücadeleleri vardır. Bu konular İslam'ın da önem verdiği konulardır. Ahlaksızlık dinsizlikten, ateizmden kaynaklanmaktadır.

Şüphesiz ki, din bir imtihandır. Hz. Peygamberin ifadeleri de bu çerçevede düşünülmelidir. Dolayısıyla her şeyin açık ve seçik olarak anlatılması, böylece herkesi tasdik etmeye mecbur kılması imtihan sırrına ters düşecektir. İyi ruhlar ile kötü ruhların aynı seviyede kalmasına sebep olacaktır.

Hazret-i İsa'nın nüzûlü hakiki İseviliğin zuhuru şeklinde yorumlanabilir. Ama bu Hazret-i İsa'nın cismiyle gelmesine engel değildir. Zaten Hazret-i İsa geldiğinde imtihan sırrının bozulmaması için herkes onu tanımayacaktır. Çok az kişi onu tanıyacaktır. Demek ki, burada vurgu daha çok hakiki İseviliğin zuhuru meselesine yapılmaktadır. Hz. Peygamber dünya çapındaki dinsizlik ve materyalizm cereyanı karşısında İslamiyet ile barışık ve müttefik olan gerçek İseviliğin ortaya çıkmasına işaret etmiş olabilir. Peygamberimizin (s.a.v.) bu konudaki hadisleri kıyamete yakın bir zamanda ağır fitnelere maruz kalacak olan Müslümanlara bir müjde mahiyetindedir. Bu yüzden bu mesele herkesin iman etmeye mecbur olduğu itikadi meseleler çerçevesinde düşünülmemelidir. Bu sebeple Hz. İsa'nın nüzûlüne inanmayan bir kimse kafirlikle itham edilemez, tekfir edilemez. Ayrıca nüzûlün ispatı için zikredilen deliller ve o delillerin delaletleri, inkâr edeni dinden çıkaracak kadar açık ve kesin değildir. Özet olarak söylemek gerekirse, Hz. İsa'nın gelişi, herkesi imana mecbur edecek bir şekilde gözle görülen bir hadise olmayacaktır. Böyle bir beklenti içinde bulunanlar binlerce sene bekleseler de bu nüzûlü göremeyeceklerdir. Ama Hıristiyanlığın hurafelerden sıyrılması ve Hıristiyanların İslam'a yaklaşması beklenebilir. Gaybı ve doğruyu en iyi bilen ise şüphesiz ki Allah'tır.

— Son —