Güçlü Toplumun Dinamikleri – II

I. Arama Konferansı Sonuç Raporları

II. Masa: Güçlü Toplumun Dinamikleri

Sivil Toplum ve Bediüzzaman'ın Yaklaşımı
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi
9-20 Mart 2005 / Ankara

3. Moral Değer Dinamikleri

Bediüzzaman sivil toplumun korumacı dinamikleri olarak moral değerleri öne çıkarmaktadır. Bu amaçla dini değerlerin korunması kadar, onların su-i istimalini önlemeye çalışmaktadır. Bu anlamda, şunları söyler:

“Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”

Moral değerler bağlamında, sosyal yardımlaşma, birbirini takviye etme gibi davranış biçimlerini de öne çıkaran Bediüzzaman, moral değerler çerçevesini o kadar geniş tutmuştur ki, kucaklayıcı bir tavır sergilemiştir. Bu uygulamaları Uhuvvet Risalesi’nde ayrıntılarla söz konusu yapmıştır. Oraya havale ediyoruz.

Bediüzzaman moral değerlerin korunması ve toplumun dinamikleri olarak kullanması için, devleti ve milleti yönetenleri de uyarmaktadır. 1920’li yıllarda Meclise verdiği nutukta Bediüzzaman,

“Âlem-i İslâm’ı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler” demektedir.

4. Sosyo-Ekonomik Dinamikler

Bediüzzaman sivilleşmenin önemli şartlarından biri olarak ekonomik gelişmişliği önerir. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır” derken, diğer taraftan “Bu zamanda İslam maddeten terakkiye muhtaçtır” diyerek, ekonomik gelişmişliğe dikkat çeker. Çünkü ona göre, fakir toplumların haklarını ne maddeten ve ne de manen savunmaya güçleri yetmez.

Bediüzzaman, sosyo-ekonomik boyutta topluma “ Mesailerin tanzimini, mabeyinlerinde emniyettin tesisini ve teavün düsturunun teshilini” önermektedir. Hatta İhlas Risalesi isimli eserinde “Teşrik-i mesai”yi önererek, münferit hareket etmek yerine şirketleşmeyi öneren ve bireysel kapitalin topluma zarar vermesini önleyici teşviklerde bulunmaktadır.

Bediüzzaman bir yandan ekonomik kalkınmayı öngörürken, diğer taraftan da iktisat ve kanaat aracılığı ile sosyo-ekonomik dinamiklerin kökleşmesini teşvik etmeye çalışmıştır.

“Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malı (İktisatsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet de tedennî edip sukut eder, fakir düşer.) terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.”

Bediüzzaman, Müslümanları kalkınma sürecinde bekleyen bir tehdit olarak dünyevileşme ve sekülerleşmeye de dikkat çekmektedir.

“Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyât-ı ecnebiyeye cebirle sevk eden bedbaht hamiyetfuruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane, körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i kàtil hükmünde o dinsizler zarar verecekler” uyarısına dikkat çekmeye devam eden Bediüzzaman;

“Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar? Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş; onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir” demektedir.

Başka bir eserinde de“Ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur.”

Bediüzzaman ekonomik kalkınmanın gerekliliğiyle birlikte hırs ve tamahın doğal bir sonucu olan hortumculuğa da dikkat çeker:

“Her bir millet için, o milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve namus-u milliyesini muhafaza eden ve kuvveti onda toplanacak bir mânevî havuz vardır. Ve sehâvet-i milliyesini teşkil eden ve menâfi-i umumiyesini temin eden ve fazla kalan malları onda tahazzün edecek bir hazine-i mâneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler, bilerek veya bilmeyerek, o havuzun ve o hazinenin etrafında delik-melik açtılar. Mâye-i bekayı ve madde-i hayatı çektiler. Havuzu kurutup hazineyi boş bıraktılar. Böyle gitse, devlet milyarlar borç altında kalıp düşecek. Nasıl bir adamın kuvve-i gadabiyesi olan dâfiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa, ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir. Hem de, bir şimendiferin buhar kazanı delik-melik olsa, perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle de, bir şahs-ı mânevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan başlar, o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini kesip, parça parça ederler. Evet, Bazı avâmın hâtırı için hakikatın hâtırını kırmayacağım.”

5. Özgürlükçü ve Demokratik Yönetim Dinamikleri

Bediüzzaman Said Nursi, sivil toplum için özgürlükçü bir ortam ve demokratik bir kamu yönetiminin oluşmasını da şart koşar. Memurları milletin hizmetkarı olarak gören Bediüzzaman, “Malûmdur ki, bir memurun vazifesi, heyet-i içtimaiyeye muzır eşhâsa meydan vermemek ve nâfilere yardım etmektir” demektedir.

Bediüzzaman “Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir” derken, “Zaman-ı meşrûtiyetin zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, mârifet’tir, kânun’dur, efkâr-ı âmme’dir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezâyüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenâkus ettiklerinden, kuvvete istinad eden kurûn-u vustâ hükûmetleri inkırâza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar” cümlesiyle düşüncesini vurgulamaktadır.

Demokratik ortamın oluşması, Bediüzzaman’a göre, toplumsal talebe bağlıdır. Ona “Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?” diye soranlara, “Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz” şeklinde cevap vermektedir.

Bediüzzaman sivil demokratik ortamın oluşmasını, bürokrasinin egemenliğinin ortadan kalkıp, hizmetkarlık sürecine girmesine ve milletin kendi hukukunu bilmede şuurlu olmasına bağlamaktadır. Ona göre, “Bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”

Bediüzzaman’ın sivil ortamın oluşmasında demokratikleşmenin önemine dikkat çeken bir başka yaklaşımı da millet-hükümet ilişkileri bağlamında yaptığı yorumudur.

“Şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, İstanbul göldür, hükûmet havuzdur veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir. Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz. Şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik para etmez. İnsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya tembeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet nasıl olursa olsun, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir.”

Sonuç

Sonuç olarak şunları özetleyebiliriz:

1) Bediüzzaman öncelikle ferdi ele almıştır. Efradı hür ve sivil olmayan toplumların sivil toplum olamayacağı gerçeğini öne çıkarmıştır. Bu nedenle, ne başkasına ve ne de kendi nefsine zarar vermeyen bir hürriyet anlayışını yaşayan imanlı fertleri amaçlamıştır.

2) Bediüzzaman diğer yandan da sosyal ve siyasal ortamın hürriyetçi demokrasiye kavuşması için mücadele vermiş, içi adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetle dolu gerçek bir demokratik cumhuriyetin ikamesini savunmuştur.

3) Bireyselleşmeden doğacak toplumsal tehditlere karşı, Bediüzzaman “zaman cemaat zamanıdır” diyerek, toplumsal örgütlenmelere, bir başka deyişle sivil toplum kuruluşları gerçeğine işaret etmektedir.

4) Güçlü toplum dinamiği oluşturmanın önemli bir varsayımı doğru yorumlanmış ve doğru sunulmuş dini algılardır. Bediüzzaman bunu “Doğru İslamiyet” olarak tanımlamıştır.

5) Bediüzzaman sivil dinamik oluşturmak için, toplumsal barışa önem vermiştir. O hiçbir zaman takiyye yapmamış, inancında ve savunmasında gereksiz yere diklenmemiş ancak dik durmuş, sivil itaatsızlığın bir örneğini göstermiş, ama “asayişi temin” kavramını öne çıkararak, asla toplumsal kaos oluşmasına da izin vermemiştir.

6) O toplumsal konularda gerçekçi olduğundan, ortak payda dinamiklerine önem vermiştir.