Global Amerikan İmparatorluğu ve Global Barış – II

III. Entelektüel Barış Cephesi

Yirminci Yüzyıl insanlık tarihinin en kanlı savaşlarına sahne olup, savaşın gerçek yüzünü ortaya koyduğu için, çok önemli barış entelektüellerin yeşermesine vesile olmuştu. Hindistan’da Gandhi, Amerika’da Martin Luther King ve Türkiye’de Said Nursi bunların başında gelir. Gandhi şiddete başvurmadan, haksızlığa karşı sivil itaatsizlikle mücadele etmeyi insanlığın kullanabileceği en büyük kuvvet olarak görür. Gandhi’ye göre, şiddete dayalı olmayan bu kuvvet atom bombasından bile daha kudretlidir maksada ulaşmak için. Nitekim, Gandhi İngiliz’lerin muazzam askeri gücüne karşı bu kuvvetle mukabele edip muzafer olmuştu.1 Marthin Luther King, Gandhi’nin sivil itaatsizlik yöntemini kullanarak, Amerika’da zencilerin sivil haklarını almak için şiddete başvurmadan büyük mücadele verir. “Benim bir rüyam var” diyerek davasına samimiyetle adanmış olduğunu dile getiren King, hayatına mal olsa da, sonuçta maksadına ulaşır.2

Nursi, kendisine yönelen baskı ve zulümlere rağmen, talebelerine asayişi muhafaza etmelerini tavsiye ederek dahilde barışı muhafaza ettiği gibi, harice karşı da barış içinde yaşamanın gerektiğini belirtir. Nitekim Nursi, 1911 senesinde, Şam’da verdiği meşhur hutbesinde maddi kılıncın kılıfına girdiğini ve medenilere karşı barış içinde ilim yoluyla mücahede zamanı olduğunu ifade ederek, gelecekte global barışın hakim olacağını şöyle dile getirir: “Nasıl ki eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâhla, kılıçla olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.”3

Nursi, Kur’an’dan aldığı dersle, insanı mahlukat içinde en mükerrem ve en ehemmiyetli gördüğü için, onları imha yerine ilimle ıslah etmek gerektiğini düşünür. Nursi, en güzel bir şekilde yaratılıp, melekleri daha geçebilecek bir potansiyel ile dünyaya gönderilen insanı savaşla imha yerine, ilim ve dua ile ıslah etmek gerektiğine inanır. Nursi’ye göre, bir zümre yerine bütün insanlığı saadete ulaştırmak için “istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.”4

Nursi sadece dahilde değil, hariçte barışın tesisine çalışır. Bağdat Paktı’nın 1955 yılında imzalanmasından sonra, zamanın Cumhurbaşkanı’na şu tebrik mektubunu gönderir: “Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim…”5 Aynı mektubunda, sözkonusu Paktın müslümanlar yanında “800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağı”nı6 beyan ederek bütün insanlık için barış ve huzuru arzuladığını beyan eder.

IV. Global Barış Entelektüelleri

Entelektüel muhariplerin sayısına oranla az olmakla beraber, günümüzde gerek Amerika’da ve gerekse dünyanın diğer yerlerinde, global barış için mücadele eden birçok barış entelektüelinden sözedilebilir. Immanuel Wallerstein, Jonh Esposito, Karen Armstrong ve yakın zaman önce hayatını kaybeden Edward Said, global barış için mücadele edenlerden bir kaçıdır.

Filistin asıllı ve Hıristiyan olan Edward Said, Ortadoğu’daki savaşın getirdiği zulmü vicdanında hisseden bir entelektüel olarak yazdığı birçok kitap ve makalesinde global barışın tesisi için çalışıyordu. Said, 11 Eylül olayından bir hafta sonra Al-Ahram Weekly gazetesinde yazdığı makalesinde herkesi kolektif sabra davet ediyordu. Amerika’da bir grup zümrenin bu olayı bahane ederek ellerindeki dünyanın en kuvvetli askeri gücünü kullanmaya kalkışabileceğinden haber veriyordu.7 Said, özelikle Amerika’da İsrail neo-muhafazakarlarını destekleyenler ile mutaassıp-Hiristiyanlar arasındaki mevcut işbirliğinin dünya barışı açısından çok tehlikeli olduğuna işaret ediyordu.8

Yale Üniversitesi’de Professor olan Immanuel Wallerstein Amerikan hegemonyasını tahlil ve tenkit eden bir başka entelektüel. Wallerstein, Foreing Policy Magazine’de çıkan bir makalesinde, Amerikan hegemonyasının global ölçekte kuvvet kaybettiğini anlayan “şahinlerin” askeri güç kullanarak bu düşüşü önlemeye çalıştığını iddia eder. Wallerstein’a göre, “şahinler bu yaklaşımlarında yanılıyorlar ve Amerika’nın düşüşünü yavaşlatmak yerine daha da hızlandırıyorlar.”9 Bu yanılgının temel nedeni, şahinlerin hegemonyayı muhafaza için sadece askeri güce odaklanmalarından kaynaklanıyor. Oysa, uzun süreli bir hakimiyet ancak bireylerin kalbini fethetmekle mümkün olabilir. Wallerstein, onbinlerin hayatına mal olan askeri savaşların kin ve nefretten öte birşey getirmeyeceğini iddia eder.

Georgetown Üniversitesi’nde ders veren Jonh Esposito, 11 Eylül sonrasında İslam ile terörün aynı kefeye konulmasının yanlış olduğunu anlatmak için büyük bir mücadele verdi. İslam ve Hıristiyanlık konusunu mukayeseli olarak işlediği çalışmalarından dolayı bu konuda bir otorite kabul edilen Esposito’nun gayretleri, Amerika’da İslam konusundaki yanlış anlamayı önlemek noktasında hayli etkin oldu. Ehl-i insaf bir Hıristiyan entelektüel olarak, İslam hakkındaki önyargıları ortadan kaldırıp, Müslüman ve Hıristiyanların barış içinde yaşamalarına zemin hazırlamak için yazdığı “Kutsal Olmayan Savaş: İslam Adına Terör”10 ve “İslam Tehlikesi: Efsane mi, Gerçek mi?”11 adlı kitapları en çok satan kitaplar listesinde yer aldı.

V. Global Barış mı Global Savaş mı?

Bu sorunun cevabı Amerikan halkının entelektüel muhariplerin dünya görüşünü ve insanlığa verdiği zararı anlamasına bağlı olacak. Amerikalılar, menfaati nedeniyle savaşı havai fişek gösterisi gibi gösteren muharip medyanın büyüsünden kurtulduğunda, global barıştan yana tercih yapacaktır. Birkaç asır zencileri köle gibi kullanan beyazlar içinde ehl-i insaf bir grup, yaptıklarının yanlışlıklarını anlayınca, 19. yüzyılın ikinci yarısında yanlıştan dönmek için büyük mücadele verdiler. Beş yüz bin insanın hayatına mal olan Kuzey-Güney savaşının sebebleri tarihçiler arasında halen tartışılsa da, köleliğin büyük bir etken olduğu tartışma götürmüyor. Kuzey eyaletlerinde oturanlar köleliğin artık son bulması gerektiğini savunurken, güney eyaletlerde oturan Amerikalılar çiftçilik yaptıklarından dolayı köleliğin kalkmasına karşı çıkıyordu. Kuzeyliler savaşı kazanıp, köleliği kaldırdılar. Zencilerin kağıt üzerinde özgürlüğüne kavuşmasıyla mücadele bitmedi. İçtimai hayatta beyazlarla aynı aracı kullanmak, aynı lokantaya gitmek, aynı üniversiteyi paylaşmak için yapılan mücadele bir asır daha devam edecekti.

Bugün global ölçekte yaşanan bir nevi “beyaz”-“zenci” mücadelesinin başka bir şekilde yaşanmasından ibarettir. Gelişmiş ülkelerin vatandaşları “beyaz” rolünü oynarken, Müslümanlar ve geri kalmış diğer milletlere de “zenci” rolü düşmektedir. Amerika’da zenciler kendi köleliğini ortadan kaldıracak takate sahip olmadığı gibi, günümüz neo-zencileri da global imparatorluğun kendine yaptığı haksızlıkları önlemek kudretinden mahrum. Tek ümitleri tarihin yeniden tekerrür etmesi.

Kapitalist çarkın yoğunluğu içinde olup bitenleri gecikmeli anlayan Amerikan halkı, savaşın gerçek yüzünü idrak ettiğinde global barıştan yana tercih yapacaktır. Nursi’ye göre insanlığın bu seviyeye ulaşması bazı prensipleri hayata geçirmesine bağlıdır. Nursi’nin tesbitine göre, global imparatorluk “kuvvete bedel hakkı" kabul etmezse; “gayede menfaate bedel fazileti” kabul etmezse; ve “hayatta düstur-u cidal (mücadele prensibi) yerine düstur-u teavünü (yardımlaşma prensibini)” esas tutmazsa sulh-umumiyi (global barışı) sağlayamaz.12 İnsaniyeti yüceltecek evrensel değerleri hakim kılmak için, bu değerlere inanan insanların, din, milliyet veya kültür farklarına bakmaksızın, bir araya gelip mücadele vermesi gerekir. Nitekim, Vatikan’da Dinlerarası Dialog Komitesinin Başkanı olan Prof. Thomas Michel, bir Hıristiyan olarak, insanlığın yukarıda zikredilen prensiplerde buluşması için mücadele verdiklerini belirtir.13 Esasen, bir bilgisayar ekranı kadar küçülen dünyamızda, global barış, ancak bu tarz birliktelikleri artırarak, insan haklarını her insan için aynı duyarlılık ve adaletle tatbik edip ve hakkaniyeti menfaatin önüne geçirmekle sağlanabilir.

– Son –