Evrensel Ahlâk ve Kur’ân

III. Risale-i Nur Kongresi Sonuç Bildirileri

V. Masa

1. Evrensel ahlâk

Günümüzde üç önemli ahlâk doktrini ön plana çıkıyor. Bunlardan birincisi amoralizm denilen, ahlâk kurallarına karşı çıkan doktrindir. Bu doktrin ahlâkî gerçek diye bir şey olmadığı düşüncesindedir.

İkincisi ahlâkî rölativizmdir. Bu da ahlâk kurallarının toplumdan topluma, bölgeden bölgeye değişeceğini savunmaktadır. Buna göre herkes için geçerli olan ahlâk kuralları yoktur. Bu iki ahlâk doktrini antik çağdaki hedonist, egoist ahlâk anlayışlarına tekrar dönüşü yansıtmaktadır. Günümüzde hakim olan ahlâk anlayışı da bu iki unsuru ön plana çıkarmaktadır. Bunlara dayalı ahlâk ilkeleri dünyayı bir kaosa sürüklemiştir.

O halde üçüncü bir ahlâk doktrinine ihtiyaç gözükmektedir. Bu da insanların hepsi için geçerli olacak, herkesi gerçek mutluluğa eriştirecek evrensel ahlâk kodları olmalıdır. Bugün insanlık yaşadığı tecrübelerden de yola çıkarak bu ahlâk ilkelerini belirlemektedir. Genel olarak saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli olmak gibi hususlar, evrensel ahlâkın genel ilkeleri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu beş esasta toplanan evrensel ahlâk kodlarının açılımlarının da bilinmesi gerekmektedir. Bunların da yalan söylememek, kendine davranılmasını istediğin gibi başkasına davranmak, hırsızlık yapmamak, aldatmamak, başkalarını haksız yere itham etmemek, fuhşiyattan kaçınmak, tecavüz etmemek, adam öldürmemek, çevreyi tahrip etmemek gibi pozitif yönleri olduğu gibi; dürüst, iyilik sever, aile ve arkadaşlara sadakatli olmak, güçsüz ve zayıflara yardım etmek, çevreyi korumak gibi negatif yönleri de vardır. 'Sana yapılmasını istemediğin bir davranışı, sen de başkalarına yapma' 'bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o davranışın ahlâkidir. Eğer iyi hissetmiyorsan gayr-i ahlâkîdir' gibi ifadeler, çeşitli dinlerden alınan, bütün evrensel ilkelerin de ortak noktasını teşkil ediyor. İslam dininde de bu görüşler vicdanın tefessüh etmemesi şartıyla geçerlidir.

İnsanlar fıtraten benzer özellikler sergilemektedir. Allah'ın kâinatta koyduğu nizam, intizam kanunu insanlar için de geçerlidir. İnsan bedenindeki azaların benzerliğinden hastalıklar tesbit edilmektedir. Eğer insanların bedenleri, azaları arasındaki birlik, benzerlik, olmasaydı tıp ilminin, farmakolojinin gelişmesi mümkün olmayacaktı. Bu da teşhis ve tedaviyi olumsuz olarak etkileyecekti. Aynı şekilde insan fıtratının mânevî boyutu da benzer özellikler taşıyor. Yaratılıştan Allah insanların hepsine benzer özellikler veriyor. Bu yüzden insanın ortak özelliklerine uygun, birlikte barış ve mutluluk içinde yaşayacakları herkes için geçerli ahlâk kodları gerekmektedir. İşte bu ahlâk ilkeleri evrensel ahlâk ilkeleridir. Akıl, ruh, kalp, ana duygular ve kuvveler herkeste vardır. Herkes de mutlu olmak istiyor. Mutlu olmak da bu duygu ve kuvveler arasındaki dengeye, uyuma bağlıdır. Bu da bu evrensel ahlâk kodlarının uygulanmasıyla mümkündür.

2. Ahlâkın kaynakları

Ahlâk filozofları ahlâkın insan tabiatı, akıl, bilim, din, sevgi gibi çeşitli kaynaklarından bahsederler. Said Nursî de ahlâkın Kur'ân, nübüvvet, vicdan ve kâinat gibi dört önemli ana kaynağı olduğunu beyan eder.

a. Kur'ân

Kur'ân en son indirilen ilâhî hitap ve kitaptır. Bütün semavî dinlerin asılları Kur'ân'da mevcuttur. Kur'ân evrensel bir kitaptır. Âyetlerin nüzul sebepleri olmasına rağmen, ifadelerinin ekserisinin umumî mesajlar içermesi, insan fıtratına uygun ilkeler ve hükümler taşıması, her şeyi akla, düşünmeye havale etmesi, âyetlerinde yer yer 'ey insanlar' hitabını kullanması onun evrenselliğinin delillerindendir. Ahlâk ilkelerinin belirlenmesinde ve tatbik edilmesinde niçin Kur'ân'a ihtiyaç duyulmaktadır?

Nursî'ye göre insan, bütün hayvanlardan farklı bir mizaçla yaratıldığından türlü türlü meyillere ve arzulara sahiptir. Bu meyil ve arzuların gereğince, yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlarını güzel bir şekilde karşılamak için çok sanatlara ihtiyacı vardır. İnsanın o sanatların hepsinde maharet sahibi olması mümkün olmadığından, diğer insanlarla 'teşrik-i mesai' etmeye mecburdur. Bu sayede herkes çalışmasıyla elde ettiği ürünleri karşılıklı olarak değiştirir. Çoğunlukla günümüzde bu ticaret yoluyla olmaktadır.

İnsanın şehevî, gadabî ve aklî kuvveleri yaratılış bakımından sınırlandırılmamıştır. Bunun da sebebi insanın cüzi iradesiyle terakkisini temin etmektir. Bu yüzden muamelelerde zulümler, haksızlıklar, tecavüzler olabilmektedir. Bunları önlemede adaletli olmak gerekir. Fakat her ferdin aklı adaleti tamamen idrak etmekten acizdir. Bu yüzden küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle bir külli akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun da ancak Allah tarafından vaz'edilmiştir. O halde insanın şehvet, gazap ve akıl kuvvelerini aşırılıklardan koruyacak, toplumu zulümlerden, tecavüzlerden muhafaza edecek olan kanunların bulunduğu kitap Kur'ân'dır.

b. Nübüvvet

Nübüvvet mutluluğun fihristesidir. Kur'ân'da anlatıldığı şekliyle bütün peygamberler insanlar için güzel örnektir. Ancak Kur'ân'da bildirilen Allah'ın ahlâkını bütün insanlığa Hz. Muhammed (asm) göstermiştir. Bunun için Kur'ân'da onun yüksek bir ahlâk üzere olduğu vurgulanır. Zaten Muhammed Aleyhisselâm da güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. Peygamberimiz (asm) peygamber olarak gönderilmeden önce de Allah'ın lütfuyla yüksek bir ahlâk üzere bulunuyordu. O halde Kur'ân'ın insanları mutlu edecek ahlâk kodları Hz. Muhammed'in şahsında toplanmıştır. Peygamberimizin Kur'ân'dan sonra en büyük mucizesi Kur'ân ahlâkıdır. Kendi döneminde insanların İslâma girmesinde en önemli etkenlerden birisi de onun bu güzel ahlâkıdır. Zaten Kur'ân-ı Kerim de insanları Hz. Muhammed'e tabi olmaya dâvet ediyor. Allah sevgisinin ona tabi olmayı gerektirdiğini vurguluyor.

c. Kâinat ve vicdan

Bediüzzaman'a göre iki çeşit kanun (şeriat) vardır. Her bir şeriatın hüküm sahası farklıdır. Kısmen tabiat yasaları olarak bilinen "fitrî şeriat" tabiatı, kelâmî şeriat ise insan ve toplum hayatını tanzim eder. Fitrî şeriatın kanunları Müslim gayrimuslim, insan veya eşya fark etmeksizin bütün kâinatta geçerlidir. Fakat kelâmî şeriat sadece Müslümanlar için onların rızası ve hür iradelerini kullanarak İslamı kabulü neticesi geçerlidir. Cüz-i ihtiyarî ile birlikte mesuliyet de geliyor. Ancak mesuliyetin ne olduğu tabiattan veya sadece aklın kullanımından hareketle tesbit edilemez.

Kâinat Allah'ın varlığının işaretleri ile doludur. Bediüzzaman, kâinatı bir 'kitab-ı kebir' olarak tasvir etmektedir. Kur'ân ile Kâinat aynı kitabın farklı ifadeleri gibi görülür. Her iki kitap sırasıyla içtimaî ve maddî alemleri tanzim eden kanunlar getirirler. Bediüzzaman'ın kâinata ilişkin ontolojik tasavvurunda kâinat esma-i hüsnanın yansıdığı bir ayna hükmündedir.

Ayrıca Bediüzzaman'a göre insanlar fıtraten mükerremdirler ve hakkı ararlar. Fakat insanın fıtratı tek başına neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tesbit etmede yeterli değildir. Aynı şekilde insan aklı vahiy olmadan vahyin bildirdiklerini tek başına çıkaramaz. Yani aklın ahlâka kaynaklık edemediği söylenemez, ancak kaynaklık ettiği ahlâk yetersiz kalacaktır.

Bediüzzaman, vicdanı 'fitrat-ı zîşuur' olarak tanımlıyor. Fıtrat müyulat ile sezgi ile Allah'ın varlığını bulabilir veya iyinin varolması gerektiğini tesbit edebilir. Ama Allah'ın isim ve sıfatlarının mahiyetini veya iyinin sınırlarını bilemez. Bu anlamda fıtratın vahye ihtiyacı devam etmektedir. Nasıl vahiy kâinatı tamamlıyorsa, şeriat da vicdanı tamamlıyor. Doğru ve yanlış, vahiyden Önce de varolabilir ancak, vahiy olmadan hudutları tesbit etmek mümkün değildir.

Bediüzzamana göre ahlâkın birinci kaynağı vahiydir. Fakat ahlâkın tek kaynağı değildir. Genel bir ahlâk anlayışı kâinattan, fitrattan ve vicdandan hareketle çıkarılabilir. Kur'ân bu anlayışla uyuşan ilkeleri getirmiştir.

3. Din-ahlâk ilişkisi

Ferdin dinden bağımsız olarak ahlâklı olması mümkündür. Ancak böyle bir ahlâk eksik ahlâk olacaktır. ahlâkı din teşvik eder, ahlâkın ölçüsünü fıtrata uygun, en güzel şekilde din tesbit eder. Bu din de hükümlerini akla tesbit ettiren ve fıtratı ön plana çıkaran İslam dinidir. Fıtrat ahlâkı gerektirir. Ahlâkı besleyen de inançtır, dindir. Dinin prensiplerini de Kur'ân belirlemektedir.

4. Ahlâkın uygulanması ve sonuçları

Ahlâkın temel kaynaklarından birisi olarak Kur'ân insanı düşünce tarihi boyunca en genel ahlâk kodları olarak kabul edilen iffet, şecaat ve hikmetten oluşan adalete ulaştırmak için üç önemli vasıtayı kullanıyor. Bunlar da Allah'a iman, ahirete iman ve Allah sevgisidir. Allah'a iman tanımayı, o da Allah'ı sevmeyi gerektirir. Allah'ı seven bir insan, onun sevdiği davranışları yapmak için gayret gösterir, sevmediği davranışlardan da uzaklaşır. Böylece kulluk bilinci içerisinde en yüksek insanî mertebeye ulaşır, kâmil bir insan olur. Allah'ı seven bir insan, bütün insanları ve varlıkları da Allah için sever. Varlıkları ve insanları düşman değil, dost olarak telâkki eder. Bu da insanın kendisiyle, toplumla ve tabiatla barışık olmasını sağlar.

Diğer taraftan Kur'ân; ahiret inancının da fertlerin, ailelerin ve toplumların ahlâklı olmasında önemli bir rolü olduğunu ifade eder. Ahiret inancının kuvvetli olması, gençlerin duygularını kontrol altına almakta yardımcı olur, kalpte bir yasakçı meydana getirir. Bu sayede gençleri nefsin azgınlıklarından, tecavüz ve zulümlerden kurtarır, kendilerinin ve toplumun mutlu ve huzurlu olmasını sağlar.

Ahiret inancı çocukları ölümlere karşı dayanıklı kılar, yaşlılara ebedî saadeti müjdeleyerek ölümü sevdirir, hayatlarından lezzet almalarını sağlar. Bu inanç aynı zamanda toplumun zembereği olan ailede saygı, sevgi ve şefkati gerçek anlamda yerleştirir. Eşine ebedî hayatta birlikte olacağı bir arkadaş nazarıyla bakan bir insan, onu daha çok sever, şefkat eder, vefasızlık göstermez. Bu inancın olmadığı ya da zayıf olduğu toplumlarda ailenin dejenere olduğu bir realitedir.

Diğer taraftan Nursî, Kur'ân'ın şefkat prensibini de ahlâklı olmakta önemli bir unsur olarak değerlendirir. O, tasavvufta ön plana çıkan ama sosyal yönü bulunmayan aşk yerine, daha kapsamlı olan şefkati ön plana çıkarır. Şefkatli olmak, Allah'ın Rahim isminin tecellisine mahzar olmaktır. Allah bütün insanlara nasıl rahmetini tecelli ettirmişse, insan da bu rahmetin yansıması olan şefkatle hareket etmelidir. Bir anne kendi evlâdına şefkat eder, onu bütün tehlikelerden korumaya çalışır. Bu duygu sadece o çocuğa yönelmekle kalmaz, bütün çocuklara, kâinata yönelir. Şefkatin en yüksek derecesi ise, insanların imanlarını kurtarmak için çalışmaktır. Şefkatli olan bir insan güzel ahlâkın da zirvesine çıkar. Bu sebeple Nursî, iman ve sevgi ile birlikte şefkati de ahlâklı olmada önemli bir unsur olarak zikreder.

Said Nursî, Kur'ân'ın bu esaslardan yola çıkarak bunların açılımlarını sunar. Kur'ân insanların tesbit ettikleri evrensel ahlâk ilkelerini daha geniş ve mükemmel şekilde on dört asır önce belirlemiştir. İnanç ve sevgi ile de ahlâk ilkelerinin pratize edilmesini ve beşer için en yüksek bir hedef olan mutluluğa erişilmesini sağlamıştır.

Nursî'ye göre Kur'ân, ruhlarda, akıllarda, kalplerde ve davranışlarda bir değişim meydana getirme gücüne sahiptir. Allah'a ve diğer iman esaslarına imanı kuvvetli olan, Hz. Muhammed'i kendisine ahlâkta bir rol modeli olarak kabul eden bir kimse, duygularını, kuvvelerini dengelemesini bilir ve aşırılıklardan kurtulur. İnsandaki şehvet kuvvesi menfaatli şeyleri almak için verilmiştir. Eğer İslâm dininin sağlam iman esaslarıyla dengelenmezse ya hiçbir şeye arzu duymamak ya da helâl haram demeden her şeye saldırmak gibi tecavüzlere, aşırılıklara sebep olur. Bu da fıtratın bozulması demektir. Halbuki bu duygu, inanç ve ibadetlerle dengelendiğinde iffetli bir insan modeli ortaya çıkar. İşte insanın yeme, içme, giyinme, barınma ve karşı cinsle münasebetlerinde genel bir güzel ahlâk kodu olan iffet insana gerçek mutluluğu verir.

İnsandaki gazap kuvvesi de zararlı şeyleri uzaklaştırmak için verilmiştir. Eğer İslâm dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse ya her şeyden korkmak ya da hiçbir şeyden korkmamak gibi aşırılıklar ortaya çıkar. İkisi de bireysel ve toplumsal hayatın mutluluğunu bozacak durumlardır. Ama bu kuvve dengelendiğinde şecaat dediğimiz bir özellik meydana gelir. Bu durumda insan kimseye haksızlık yapmaz. Ama dinî ve dünyevî hukuku için gerekirse canını verir.

Akıl ise iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek için verilmiştir. Eğer İslâm dininin sağlam inanç esaslarıyla dengelenmezse ya ahmaklık ya da cerbeze ortaya çıkar. İnsanın hiçbir şeyden anlamaması insan olma özelliğini kaybetmesidir. Cerbeze ile herkesi aldatması, hakkı batıl, batılı hak göstermesi de sosyal ahlâkın hedefi olan mutluluğu, huzuru bozucu bir durumdur. Bu kuvve dengelendiğinde hikmet sahibi, akıllı bir insan karşımıza çıkar. Böyle bir insan hakkı hak bilir uyar, batılı batıl bilir ondan uzaklaşır. İffet, şecaat ve hikmet adalet kodunu meydana getirir. Bunların hepsi birden ise 'sırat-ı müstakim' olarak isimlendirilir. Bu sayede insan bencilce davranışlardan, hazzının peşinde koşmaktan, başkasına zarar vermekten kurtulur. Böyle insanlardan oluşan toplumları yöneten kişiler de adaletli, istikametli bir ahlâka sahip olurlar. İnanç ve sevgi ile ahlâklı bir insan olmak, insanı sadece bu dünyada mutlu etmez, aynı zamanda Allah'ın hoşnutluğu kazanıldığından dolayı onu ahirette Allah'ın fazlıyla ebedî mutluluğa da eriştirir.

Sonuç:

İnsanların akılları ve tecrübeleriyle tesbit ettikleri evrensel ahlâk ilkelerinin sınırlarını en ayrıntılı bir şekilde Kur'ân çizmektedir. Saygılı, güvenilir, sorumluluk sahibi, adil, şefkatli, özgeci, yardımsever olmak gibi evrensel olarak kabul edilen ahlâk kodları en ayrıntılı şekilde Kur'ân'da mevcuttur. Kur'ân'ın tesbit ettiği evrensel ahlâk ilkeleri insan fıtratına, vicdanına ve kâinattaki umumî işleyişe de uygundur.

Evrensel ahlâk ilkelerinin tesbit edilmesi kadar hayata geçirilmesi de önemlidir. Kur'ân bu ahlâk kodlarının, insanın bireysel, ailevî ve toplumsal hayatında uygulanmasını sağlamak için Allah ve ahiret inancı ile Allah sevgisini aracı olarak kullanmaktadır. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir insan, Allah'ın sevgisini ve sevginin tezahürü olan ebedî mutluluğu kazanmak için kulluk bilinci içinde yaşar. İnsanın kulluk bilinci içinde yaşaması, iyi ahlâklı bir insan olmasını doğurur. Bu da bireyi, aileyi ve toplumu mutluluğun zirvesine çıkarır. Aksi takdirde bugün birçok toplumda görüldüğü gibi güzel ahlâk ilkelerinin pratiğe geçirilmesinde büyük sorunlar yaşanır.