Ehl-i Beyti Neden Sevmeli?

Zeyd bin Sabit’den (r.a.) rivayet edilen ve birçok hadis kitabında yer alan bir hadis-i şerife göre PeygamberEfendimiz (a.s.m.) Müslümanların iki şeye özel önem vermesini istemiş ve bu iki emanetin mutlak kurtuluşa vesileolacağını belirtmiştir: "Şüphesiz, ben sizin için yerime iki şey bırakıyorum. Allah’ın kitabı ki, gök veyer arasında uzatılmış iptir. Ve ailem olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi Kevser Havuzunun başına varıncaya kadarbirbirlerinden ayrılmazlar." (Tirmizi, Menakıb: 31; Müsned, 3: 14, 17, 26). Yine başka bir hadis-i şerifte, "İnsanlarınen hayırlısı benim içinde bulunduğum nesildir…" (Buhari, Şehadat: 9, Tirmizi, Fiten: 45, İbn Mace, Ahkam: 27) sözleriyleEhl-i Beytin insanlık tarihi içerisinde sahip olduğu kıymet ifade edilmiştir. Ehl-i Beyt terimi, "ev halkı"manasına gelmektedir. Cahiliye Devri Araplarında herhangi bir kabile içerisinde en fazla itibar edilen aileyi ifade etmekiçin kullanılan bu terim, daha sonraları Hz. Peygamberin ailesi ve soyunu ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.Bilindiği üzere Peygamber Efendimizin nesli kızı Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğulları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinvasıtasıyla sonraki devirlere intikal etmiştir. Bu mübarek neslin devam etmesine vesile olan Hz. Hasan soyundan gelenlere"Şerif", Hz. Hüseyin soyundan gelenlere ise "Seyyid" denilmiştir.

Makbul hadis kitaplarında yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber (a.s.m.) Ümmü Seleme’nin evinde iken, Ahzab Suresinin33. ayeti nazil olmuştur: "Ey Ehl-i Beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister". Bunun üzerinePeygamber Efendimiz Hz. Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i (r.a.) abasının altına alarak "Allah’ım, benimEhl-i Beytim bunlardır. Bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!" diye dua etmiştir. (Tirmizi,"Tefsir", 4, Müsned, 4, 107). Abanın altında Peygamber Efendimiz ile birlikte beş kişi olduğu için bu olay"pençe-i al-i aba", "hamse-i al-i aba" terimleriyle ifade edilmiştir.

Ehl-i Beytin Kapsamı Hakkında Görüşler

İslam toplumları içerisinde ortaya çıkan bazı aşırı fırkaların (Galiyye, İsmailiyye, Batınıyye gibi) şeriatedebine aykırı görüşleri, bizzat Peygamberimiz tarafından sevilmesi ve hürmet edilmesi tavsiye edilen "Ehl-iBeyt"in doğru anlaşılmasını engellemiştir. Bu fırkalar Ehl-i Beyt mensuplarının niçin ve ne maksatla sevilmesigerektiği sorusunun da cevapsız kalmasına neden olabilmiştir. Peygamber Efendimizin hadis-i şerifinde Ehl-i BeytiyleKur’an-ı Kerim’i Kevser Havuzuna kadar ayrılmayacak ikili olarak tavsif etmesi Ehl-i Beytin İslam alemi içerisinde yapacağıhizmetin ne kadar büyük olacağına işaret etmektedir. Bu yüzden bu mübarek neslin mensuplarının doğru tayin edilmesive bu neslin niçin sevilmesi gerektiği cevaplanmalıdır.

İslam alimleri Peygamber Efendimizin Ehl-i Beytine kimlerin dahil olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.Ehl-i Beytin kapsamı konusundaki görüşleri üç başlık altında incelenebilir. Birinci olarak; Ehl-i Beytin kapsamınayalnızca Peygamberimizin hanımlarını dahil eden görüşlere rastlanmaktadır. Bu görüşü benimseyen düşünürlere göreAhzab Suresinin 33. ayeti bu hanımlar için nazil olmuştur. Ahzab Suresinin 33. ayeti şu mealdedir: "…Ey Peygamberailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" Ahzab suresinin 32., 33 ve 34. ayetlerininPeygamberimizin hanımlarına özel olduğunu düşünen bu alimler, buradaki Ehlü’l-Beyt tabiri ile peygamberin eşlerininkastedildiğini savunmaktadırlar. Diğer gruptaki alimler söz konusu ayetin Hz. Peygamberin hanımlarına hitap ettiğinikabul etmekle beraber, müzekker zamiri kullanılmasından dolayı Ehlü’l-Beyt’in kapsamına Peygamber Efendimizin bütünçocuklarını, kadın-erkek bütün torunlarını, amcalarını ve onların çocuklarıyla torunlarını dahiletmektedirler. Ehl-i Sünnet çizgisini benimsemiş alimlerinin büyük çoğunluğu bu görüşü kabul etmektedir.

Peygamber Efendimizin Ehl-i Beyti hakkında bir diğer görüş, Şii düşüncesi içerisinde yer almaktadır. Şii düşüncesindeEhl-i Beytin kapsamına öncelikle Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dahil edilmektedir. (Pençe-iAl-i Aba) Ayrıca "imam" kabul edilen diğer dokuz şahıs (Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in dışındaki diğerdokuz imam) da Ehl-i Beyt’e dahildir. Şiiler Peygamber Efendimizin hanımlarını, Fatıma dışındaki çocuklarını,Hasan ve Hüseyin dışındaki torunlarını Ehl-i Beyt kapsamına almazlar. Dokuz imamı da Ehl-i Beyt’in kapsamında kabuleden Şia alimleri bu görüşlerini "Mehdi benim neslimden, Fatıma’nın çocuklarından olacaktır" (Ebu Davud,Mehdi:1) hadis-i şerifine dayandırmaktadırlar. Buna göre Mehdinin Ehl-i Beyt’ten olduğu sabittir. Hz. Hüseyin ile Mehdiarasındaki sekiz imamın açıklamaları da onların Ehl-i Beyt’in içerisinde yer aldığını ispatlamaktadır.

Ehl-i Beyt’i "Mana-i Harfi" İle Sevmek

Ehl-i Beyt sevgisi genellikle Hz. Ali’nin şahsında resmedilmektedir. Gerek tasavvuf edebiyatında gerek halk edebiyatındaHz. Ali’nin kahramanlıklarına, itikadına, ibadetlerde ve takvada üstünlüğüne sık sık atıf yapılmaktadır. Hz. Alive diğer Ehl-i Beyt mensupları (özellikle on iki imam) hakkında yapılan fantastik yakıştırmalar onların gerçekmakamlarının ortaya çıkmasını engellemektedir. İslam toplumları içinde ortaya çıkan bazı aşırı grupların (Rafıziler)Hz. Ali’nin öldükten sonra tekrar dünyaya gönderileceği veya hala yaşadığı, Hz. Ali’de ilahi bir özellik olduğu, gökgürültüsünün Hz. Ali’nin sesi, şimşeğin de Ali’nin kamçısı olduğuna dair bazı görüşlerine rastlamak mümkündür.Hatta Hz. Peygamberden sonra Hz. Ali’nin gönderileceğine dair uydurma rivayetlere bile rastlanabilmektedir. Pek tabiidirki, bu görüşler ilmi dayanaktan yoksundur ve İslami düşünce ile bağdaştırılamaz. İslamiyet karşıtı gruplarınİslam dininin özünü bozmak maksadıyla böyle düşünceler ürettiğini düşünenlerin sayısı da oldukça fazladır.

Peygamber Efendimiz bizzat Hz. Ali’ye "Sende, Hz.İsa (a.s.) gibi, iki kısım insan helakete gider: Birisi ifrat-ımuhabbet, diğeri ifrat-ı adavetle. Senin hakkında da bir kısım insan, hadd-i meşruadan tecavüz edecek, muhabbetindenhelakete gidecektir. Onların bir lakabı vardır ki, onlara Rafızi denir." (Müsned, 1:103) sözleriyle Hz. Ali’nin şeriatınedebi dairesinde sevilmemesinin ve O’na karşı ifrat-ı muhabbet göstermenin kurtuluşa değil, helakete sebep olacağınıifade etmiştir. Ehl-i Beyt sevgisi Kur’an-ı Kerim’de emredildiğine (bkz. Şura Suresi: 23) göre bu kutsi muhabbetin meşrudaireye çekilmesi Kuran’ın emrinin doğru uygulanması manasına gelecektir. Eğer meşru dairede sarf edilmezse bizzatPeygamberimizin söylediği gibi helakete neden olabilecektir.

Bediüzzaman, Hz. Ali’nin ve dolayısıyla Ehl-i Beytin sevilmesinin iki şekilde olacağını söyler. Buna göre birincisimana-i harfi ile sevmek, diğeri mana-i ismi ile sevmektir. Mana-i harfi ile sevmek Hz. Ali’yi ve Ehl-i Beyt-i Nebeviye’yibizzat Peygamber Efendimizin ve Allah’ın hesabına sevmek manasına gelmektedir. Ehl-i Beyt’i mana-i harfi ile sevmek Allah’ınve Resulünün muhabbetini arttıracağı için insanın marifetullahını ziyadeleştirir. Ne kadar fazla muhabbetbeslenirse beslenilsin zarar vermez ve bu şahısların sevilmesi başkalarına düşmanlık edilmesini gerektirmez. (Meselabazı grupların Hz. Ali’yi seviyor gibi gözükürken, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e düşmanca hisler beslemelerindeki yanlışlıkbu sevgide görülmez). Çünkü bu sevginin özünde Allah ve Peygamber sevgisi vardır.

Ehl-i Beyti sevmenin ikinci görünümü mana-i ismi ile sevmektir. Bu o şahısların bizzat sevilmesi manasınagelmektedir. Hz. Peygamberin şahsiyetini ve kemalatını düşünmeden Hz. Ali’nin ve diğer Ehl-i Beyt mensuplarınınsevilmesi bu muhabbetin ana özelliğidir. Bediüzzaman, Hz. Peygamberi tanımayan insanların bile Hz. Ali’yi, Hz. Hasan veHz. Hüseyin’i sevebildiğini, yalnızca onların faziletinin düşünülerek onlara muhabbet beslendiğini ifade eder. Ehl-iBeyt sevgisinin Allah ve Peygamber sevgisine vesile olması gerekirken, muhabbetin yalnızca Ehl-i Beyt mensuplarının şahsiyetineyöneltilmesi insanları Allah ve Peygamber sevgisine eriştirmemekte ve hatta diğer sahabelerin adavetine nedenolabilmektedir. Bediüzzaman’ın menfi muhabbet diye isimlendirdiği bu his İslam tarihinde bazı grupların Hz. Ebu Bekirve Hz. Ömer gibi büyük sahabelere adavet beslemesini netice verebilmiştir. (Mektubat, s. 107)

Bediüzzaman, Peygamber Efendimizin Ehl-i Beytinden istediğinin Sünnet-i Seniyyesinin ihya edilmesi olduğunu söylemektedir.Buna göre İslam aleminin itikadi yönden çöküş yaşadığı dönemlerde Ehl-i Beytinden olan şahıslara Sünnet-iSeniyyesini ihya etmeyi emretmektedir. Bu faaliyet sonucunda İslam dini özünü muhafaza etmiş olacak, bu da ümmetin hayrınavesile olacaktır. Ehl-i Beyte mensup büyük İslam mütefekkirlerine bakıldığı takdirde bu ailenin bu kutsi hizmetiyerine getirdikleri görülebilmektedir. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeynelabidin, Cafer’es-Sadık, Abdülkadir-iGeylani gibi birçok Ehl-i Beyt mensubu dönemlerinde İslâm dinini bid’atlardan arındırmışlar ve Müslümanlarınmanevi terakkisine vesile olmuşlardır.

Örneğin, Hz. Ali yaşamı boyunca Peygamber Efendimizin sünnetinden ayrılmamış, ilk üç halifenin zamanında dinikonularda kendisine danışılan bir otorite olmuş, hilafeti döneminde adalet-i mahza prensibinden taviz vermemiş ve haklıolarak Şah-ı Velayet unvanını almıştır. Hz. Hasan, Muaviye lehine hilafetten feragat etmiş, bir bakıma dünyevisaltanata yüz çevirerek Müslümanlar arasında baş gösterebilecek fitneye engel olmuştur. Cafer es-Sadık, 8. yüzyıldafırkalaşmaların zirvede olduğu bir dönemde hadis, tefsir, fıkıh ilimlerinde çalışmalarda bulunmuş ve batıl fırkalarlamücadele etmiştir. Kadiriye tarikatının kurucusu olan Abdülkadir-i Geylani, Müslümanlara vermiş olduğu vaazlardasosyal çöküntülerin ve istikrarsızlığın materyalist bakış açısından kaynaklandığını, bu olumsuz durumdankurtulmanın çaresinin manevi hisleri doyurmakta yattığını belirtmektedir. (Futuh el-Gayb, Vaaz 27). Geylani bu eğitimiyleo dönemde yaşayan insanların aşırı maddeci olmasının önüne geçmiştir. Ehl-i Beyt mensubu olan mütefekkir vemutasavvıfların yapmış oldukları hizmetlere daha birçok örnek vermek mümkündür. İşte Ehl-i Beyt mensuplarınınbu tarihi faaliyetlerinden ötürü sevilmeleri bizzat Allah ve Peygamber tarafından emredilmiştir. Zira İslâmiyet’in özünükoruyan bir nesil gerçekten sevilmeye layıktır.

Ehl-i Beyt mensuplarının Sünnet-i Seniyyeyi muhafaza etmekle mükellef olduklarını söyleyen Bediüzzaman, bu mübarekailenin İslâmiyet’e neslen ve cibilliyetten taraftar olduklarını söyler. Bu taraftarlık bu aile mensuplarının İslâmdinine ve Sünnet-i Seniyyeye her hal ve şart altında bağlı kalmasını netice verdiğinden, İslâm dinini korumak vebid’atlardan arındırmanın bu aile mensuplarına daha ziyade nasip olduğunu söylemektedir. (Lem’alar, s. 28)

Peygamber Efendimizin Ehl-i Beytinden isteğinin Sünnet-i Seniyyesinin muhafaza edilmesi olduğunu söyleyen Bediüzzaman,Ehl-i Beyt mensubiyeti için bir ölçü koymaktadır. Buna göre bir şahsın veya bir ekolün Ehl-i Beyte mensubiyetinden sözedebilmek için "Sünnet-i Seniyye"ye ittiba etmek geçerlilik şartıdır. Sünnet-i Seniyyeye ittibaı terk edenhakiki Al-i Beyt’ten olmadığı gibi, Al-i Beyte hakiki dost da olamaz. (Lem’alar, s. 28)

Sonuç

Ehl-i Beyt muhabbeti hiçbir fırkanın veya zümrenin tekeline bırakılamayacak kadar değerlidir ve hayırlara vesileolabilecek İlahi bir emirdir. Muhabbetin mana-i ismi ve mana-i harfi olmak üzere iki yönü olduğuna göre Ehl-i Beytemuhabbetin de iki yönü vardır. Mana-i harfi ile sevildiği takdirde bu mübarek nesil insanların kalbinin PeygamberEfendimize ve Allah’a ulaşmasına vesile olmakta, mana-i ismi ile sevildikleri takdirde şeriat edebine yakışmayan görüşlerortaya çıkabilmekte ve bir şekilde adaveti de netice verebilmektedir. O halde Ehl-i Beyt öncelikle Peygamber EfendimizinSünnet-i Seniyyesini devam ettirdiği, Müslümanlar arasındaki dahili karışıklıkların önüne geçtiği, insanlarınsağlam itikada sahip olması için mücadele ettiği ve nihayet asırlar boyunca İslâmiyet’in özünün muhafazaedilmesine öncülük ettiği için sevilmelidir. Mana-i harfi ile sevmek en ufak bir zararı doğurmazken, mana-i ismi ilesevmek Hz. Ali’ye uluhiyet verecek kadar haddini aşan grupların zuhurunu netice verebilmektedir. Ehl-i Beytin mana-i ismiile sevilmesi Müslümanlar arasında dahili karışıklıkların, kin ve nifakın artmasından başka bir netice vermemiştir.Mana-i harfi ile olduğu takdirde bu muhabbet Sünnet-i Seniyye’nin yaşanmasına ve Allah rızasının tahsiline vesile olmuşturve bu mübarek neslin layık olduğu mevki de bu kutsi makamdır.