Düşmanlık Duygusunun Kaynağına Dair

Düşünce tarihinin en ünlü ahlak filozoflarından Sokrates’e bakılırsa, her türlü erdemsizliğin,yanlış davranışın,-en genel ifadeyle-kötülüğün kaynağı bilgisizliktir. "Eğer," der; "insanlar,kavramların anlamları üzerinde doğru bir bilgide uzlaşıp anlaşabilseler, hiç bir problem yaşanmazdı." Bu yüzdenSokrates düşünce tarihinde bilgi ile erdemi aynı şey olarak kabul eden filozof olarak tanınmaktadır. Buna göre düşmanlığınkaynağı bilgisizliktir.

Bu konuyla ilgili ikinci bir önermeyi de insanlar arasında yaygın olarak kullanılan bir atasözünden seçelim:"İnsan, bilmediği şeye düşmandır." Buna göre bir varlığa, bir kişiye düşmanca bir tavır takınmanınaltında bilmemezlik, tanımamazlık, yabanilik yatmaktadır. Her hangi bir varlığa düşmanlık beslemek için onun gerçektendüşman olması ya da düşmanca bir tavır takınması şart değil demek ki! Yani düşmanlık duyan kişinin muhatabıolan varlığın kesinkes bir "düşman" olmaması durumunda da düşmanca bir tutum içine girilebilmektedir. Buönermeye göre de düşmanlığın altında yatan bilgisizlik olmaktadır.

Üçüncü önermeyi de "bilmeye" yakın bir terimden; "ulaşmaktan" yola çıkarak koyalım:"İnsan, elinin ulaşamadığı, tutamadığı, sahip olamadığı şeylere de düşmandır." Ya da "kedi ulaşamadığıciğere pis der." Yani bir savunma mekanizması geliştirir. Psikolojik olarak rahat kalabilmek, çırpınıp dövünmemekiçin, ulaşamadığı şeyin önemsiz, değersiz, anlamsız vb. olduğunu söyler. Bu örnekte de fail (özne) muhatabına(nesne), aslında olmayan vasıfları, özellikleri varmış gibi yakıştırır.

Son olarak daha objektif bir örnek verelim. Mesela, güzel bir kadın kendisine aşık olan sevgilisinikovuyor, uzaklaştırıyor. Adamdaki aşk aniden düşmanlığa dönüşüyor ve diyor ki: "Amma çirkin bir kadınha!" Böylece kendisine teselli vermek için kadındaki güzelliği inkar ediyor ve aslında olamayan çirkinliği varmışgibi yakıştırıyor. Bu örnekteki aşık adamın düşmanlığının kaynağı olan çirkinlik de yoktur. Ve adamın düşmanlığıda olmayan bir sıfata yöneliktir. Yokluğun doğurduğu bir yokluk. Bu yüzden sonucu da yokluğa giden bir tutumdur.

O halde, düşmanlık duygusunun objektif, elle tutulur bir yanı olmaması gerekir. Mesela, bilmemezlik, tanımamazlık,cahillik vb. gibi terimlerin objektif bir yanı olmadığı gibi, mahiyet olarak bizzat kendi kendisine varlıklarından da sözedilemez. Bu türden terimlerin veya olguların anlaşılması; bizzat varlığı olan terimlerin ve kavramların vukubulmaması, olmaması veya gerçekleşmemesiyle mümkün olmaktadır. Yani doğrudan değil dolaylı bir anlama sahiptirler.

İnsanların aralarındaki kavgaların, çatışmaların, zulümlerin-en genel anlamda-düşmanlıklarınkaynağı da bu durumda, olmayan bir şeydir. Bütün bu olamayanları varmış gibi görmeyi engelleyecek bir duygu vardır.O da sevgidir. Sevgi ise düşmanlığın tam tersine bilmeye, yakınlığa, tanımaya dayanır. Aynı zamanda sevgi bilmeyi,tanımayı ve yakınlaşmayı da kolaylaştıran tılsım gibidir. Çünkü insan sevgi duydukça güzel duyguları gelişir,kötü duygulardan uzaklaşır. Sevgi (muhabbet) tanımak ve anlamak demektir. Ya da sevgilinin bizzat (kendinden) sevgiyelayık olmasından kaynaklanır. Çünkü hakiki güzellik sevgiyi kendine çeker. Nefrete ve düşmanlığa yer bırakmaz.

İmdi bu mutlak ve kuşatıcı sevginin kaynağı nedir? İnsanın içinde kendiliğinden var olan birpotansiyel duygu mudur? Yoksa, insanlara dışarıdan ilka edilmiş (aşılanmış) bir duygu mudur?

Bütün varlıkların arasında sevgiyi hakim kılarak, ahenkli bir devamlılığı mümkün kılan; sevgininkaynağı, hakiki sevgili, bütün isim ve sıfatlarıyla kendini sevdiren ve sevmelerine layık olan ancak Mutlak Güzel veİyi olan Zat olabilir. Evet bütün kainatın ve onun içindeki en değerli varlık olan insanların kendisini sevmeleriniisteyen ve buna tek layık olan Allah, insanların fıtratlarına da ancak sevgi duygusunu ilka etmiştir. Yoksa düşmanlıkduygusunu değil!

O halde neden dünyada sevgi değil de düşmanlık egemen görünmektedir? Neden dünyamızın bir çok köşesindedüşmanlık hakim gibidir? İnsanoğlu yaratılışça sonsuz güzellikler kaynağını sevecek bir yapıda olmasına rağmenve onun yarattıklarını da sevecek bir tuttum içinde olması gerekirken, neden böyle olmamaktadır? Dünyaya gelişindesevimli, şefkati çeken, bu nazik, narin güzel insanlar neden Yaradanına ve yaratılanlara düşmanlık beslemektedirler?Yunus’un "Yaradılmışı sevdim, Yaradandan ötürü" ifadesindeki engin sevgi, neden diğer insanlarda yoktur?

Bütün bu soruların ve inanan/inanmayan insanların kalplerindeki sevginin eksikliğini ya da yokluğunuanlamamızı şu cümleler sağlayabilir:

"Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir Cemal-i Mutlak’tan ebedi ayrılmaktan gelenderin yarasını, ancak O’na adavetle, O’ndan küsmekle ve O’nu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte kâfirlerin Allah’ındüşmanı olması bu noktadan ileri geliyor." (Lem’alar, s. 348)

Demek ki, düşmanlık duygusunun kaynağı, Mutlak Güzel Olan’a duyulan (duyulması gereken) sevginin yokolmasıdır. İmansızlığı tercih ederek, iradesiyle ondan kopmaktadır. Bu ayrılığın yarasını tedavi edebilmek içinde O’na düşman olmakta ve O’ndan küsmektedir.