Dünyanın-Eşyanın Cihetleri

İnsanın eşyaya tevhid duyarlı yaklaşımının sac ayaklarını ve yöntemini Bediüzzaman’ın yaklaşımındagörebiliriz. "Resul-i Ekrem Aleyhisselatü vesselamın talimiyle ve Kur’an-ı Hakimin dersiyle anladım: Nasıl ki semave feza ve arz ve deniz ve dağ, müştemilat ve mahluklarıyla beraber seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar öyle de;zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve çiçekleri ve meyveleriyle, seni bedahet derecesinde tanıttırıyorlarve tanıyorlar. (Nursi, Şualar, s. 44) Bu tevhid duyarlı okuyuşu örneğimizdeki ağaç üzerinde öngörülen düşünceleri(gaye-hikmetler) Bediüzzaman’dan özetleyelim. "Bir ağacın ne kadar meyveleri ve çiçekleri varsa; her bir meyvenin,bir çiçeğin; o kadar gayeleri, hikmetleri vardır. Ve o hikmetler üç kısımdır. Bir kısmı Sania bakar, esmasınınnakışlarını gösterir. Bir kısmı zişuurlara bakar ki; onların nazarlarında, kıymettar ve mektubat kelimattır. Birkısmı kendi nefsine ve hayatına ve bekasına bakar. Ve insana faideli ise insanın menfaatine göre hikmetleri vardır."(Nursi, Mektubat, s. 270) Özetle burada ağaç örneğinin etrafında nesnenin, eşyanın yani tabiatın "gaye vehikmet"lerinin neler olduğu belirtiliyor. Bunlar Sania (Allah’a) yönelik, zişuur sahibi insana yönelik, nesneninkendisine ve insana ait fayda ve hikmetler biri-bir diğeriyle ilişkili dört önemli nokta olduğu görülür. Dikkatedileceği gibi bir nesnenin bizzat kendisinin fizyolojik hayatına; hayatiyetinin devamına bakan cihet, bunun yanındanefis sahibi (hayvan, insan) varlıklara yine fizyolojik ihtiyaçlarına yönelik maksatlar taşımaktadır. Devamında şuursahibi varlıklara (insan) yönelik anlamlar olması ve neticede Yaratıcıya bakan hikmetler-sorumluluklar olarak yer alır.Burada eşyanın fayda (maddi faydalar) ve anlam (manevi faydalar) yönlerine yönelik hikmetlerden söz edilmektedir. Eşyanınmaddi faydalarına dikkat çekilmesinin önemi yanında bu maddi faydaların asıl amaç olmadığı asıl amacın şuurdairesinde manevi faydaların (ilimler-ibadetler) elde edilmesi, bundan maksat ise Allah’a yönelik bir anlam taşımasıdır.Değilse ağaç olmayan bir çekirdek, meyve vermeyen bir ağaç (her ağacın faydası onun meyvesidir), insana ulaşmayanbir meyve ve Allah’a yönelmeyen bir insanın, güdük dairesinde mahkum olma durumunda kalınır. İşte seküler moderninsan, büyüsü bozulmuş bir dünyada tüm maddi faydaya rağmen bugün böyle dar bir kafes içerisinde olmanın sıkıntısınıyaşamaktadır.

Nesnenin fayda-anlam yani hikmetine yönelik daha genel bir yaklaşımı Bediüzzaman "eşyanın ve dünyanınüç yüzü" başlığıyla ayrıca incelemektedir. Bunlar; "Birinci yüzü: Esma-i İlahiyeye bakar", onlarınayineleridir. Bu yüze zeval ve firak ve adem giremez; belki tazelenmek ve teceddüt var. İkinci yüzü: Ahirete bakar, âlem-ibekaya nazar eder, onun tarlası hükmündedir. Bu yüzde, baki hükmüne getirir. Bu yüzde dahi mevt zeval değil; belkihayat ve beka cilveleri var. Üçüncü yüzü: Fanilere, yani bizlere bakar ki; fanilerin ve ehl-i hevesatın maşukası veehl-i şuurun ticaretgâhı ve vazifedarların meydan-ı imtihanıdır. İşte bu üçüncü yüzündeki fena ve zeval, mevtve ademin acılarına merhem için, o üçüncü yüzün iç yüzündeki beka ve hayat cilveleri var. (Nursi, Mektubat, s.268)

Gerek yukarıdaki açıklamada gerekse bu dünya örneğinde görülen şey konunun bir bütün olarak ele alınmasıdır.Bu ele alışta eşyanın yerli yerine oturtulması, olduğu gibi görülmesi ve bu tabii görüntünün "yerinde vekararında" ifade edilmesinden ibaretttir. Bilindiği gibi eşyanın mülk ve melekut diye iki yönü (yüzü, cephesi)vardır. Bunlar eşyanın-varlığın görünen ve görünmeyen yönlerini teşkil ederler. Buna eşyanın iç anlam-hikmetive dış fayda-hikmeti şeklinde ifadelendirmek de mümkün. Eşyanın iç anlam-hikmeti dış fayda-hikmeti durumu sözkonusu olduğuna göre bu her iki yüzünün mahiyetini bir bütünlük içerisinde kavranması önem arzediyor. "Yapanbilir, bilen konuşur" kaidesince eşyanın yaratıcısının beyanına dikkat kesilmeye ihtiyaç vardır. İnsanlar eşyanıngenel anlam içeren hikmetini ancak kitap ve peygamber kanalıyla öğrenebilmektedir. Bu ilahi öğretiye dayanarak içanlam Allah’a eşyanın varlık amacına yönelik manalardır. Eşyanın dış hikmeti bizzat eşyanın kendisine ve nefse;fizyolojik arzulara yönelik faydalar olduğu söylenmektedir. Bunların mahiyeti dış yönüyle fani, ölümlü, aldatıcı,iç yüzü itibariyle baki, ölümsüz, hakikidir.

Bediüzzaman’ın, eşyanın tabiatının gereği tehlikesine dikkat çektiği bu durumla ilgili olarakFromm’da benzer şekilde, sözü edilen seküler modern dünyanın, insana "istediğine ulaşabileceği" vaadininkaosla sonuçlanmasının iki psikolojik kaynağından bahseder. (Fromm, Sahip Olmak yada Olmamak, s. 24) Bunlardan ilki;"Yaşamın tek amacının mutluluk ya da bir başka deyişle maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi. Bunu, tümisteklerin veya bütün özel ihtiyaçların tatmine ulaştırılması (radikal hedonizm) tanımlamak ta mümkün." Bediüzzaman’ıngenel bir kaide olarak belirttiği aynı durumlar Fromm ve benzer Batılı yazarlarca bugün bir sonuç raporu şeklinde vekesin veriler olarak ortaya konulmuştur. İkincisi; sistemin kendi varlığını koruyup, sürdürebilmesi için,desteklemek zorunda olduğu bencillik, yalnızca kendi çıkarını düşünmek, açgözlülük ve sahip olma ihtirası gibikarakter özelliklerinin, uyumu ve barışı sağlayacağı inancı.

Üstad Bediüzzaman’ın dünyanın üçüncü yüzü dediği cihet, çağın seküler modern dünyasına tamıtamına tekabül ediyor. Sekülerleşme varlık âlemi üzerinde metafizik bütün denetimlerin kırılması, bir anlamda dünyaötesinden soyutlanıp bu dünyada yoğunlaşmak, dünyevileşmektir. Weber’in "büyüsünden arındırılmış"diye tanımladığı "dünya". Her hangi bir insan üstü otorite tanımayan, dinden arındırılmış ve kast-ımahsusa ile kendine yönelik olan tek boyutlu seküler dünyadır, sözü edilen. Gerçek cenneti yitiren materyalistzihniyetin "Endüstri çağı başladığından beri insanları ayakta tutan umut ve güven kaynağı, sınırsız birgelişmenin insana her istediğine ulaşabilme imkânını vereceğini vaadettiği "yeryüzü cennet"i dünyanınbu seküler yüzünün belirgin şekliydi. Sakinlerinin mutsuzluğu ile ve kaosla sonuçlanan; "insanlığın büyükbir hızla yok olmaya doğru sürüklenmesini" netice veren ve tam anlamıyla bir "yeryüzü cehennemi" olanbir dünyanın pek tercih edilir tarafı olmadığı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Söz konusu durumun teorik ifadesiniBediüzzaman’dan takip edebiliriz. O eşyanın tabiatına, insanın yaratılışına istinaden ısrarla şunu söylemektedir."Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri, Halıkımızı, Malikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde cennetolsa bile cehennemdir." (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 95)

Ama burada konunun anlaşılması için öncelikle iki bakış açısının varlığını dikkate almamızgerekiyor. Bunlar "mânâ-yı ismi", yani isme dair mânâ; sadece kendisini bilip tanımaktır. "Mânâ-yıharfi" ise bir şey başka şeyleri tanıttığı bildirdiği veya sevdirdiği için olan anlam ifade eder. Örneğimizdekiağacı gölgesinden, zahiri görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı seversek mânâ-yı ismi ile seviyoruzdemektir. Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlahiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakk’a sevgi ve şükrümüzüartırıyor ve O’nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor isek; bu manaya da mânâ-yıharfi deniyor. (Büyük Lügat) İnsan dünya ve eşyaya bu iki bakış açısından biriyle bakmak durumundadır. Böyle biryaklaşım ontolojik değil epistemolojik bir ayrımı ifade eder. Ancak epistemolojik ayrımın niteliği olabilecekontolojik ayrımlarda kendine uygun olana denk düşen bir duyarlılık taşıdığı da bir gerçek.

Önceki tasnifleri daha genel ifadesiyle Bediüzzaman bu defasında ontolojik bağlamda "dünyanın ikiyüzü"nün varlığından bahsederek yapar. Bu iki yüzün artı ve eksi olduğunu düşündüğümüzde mânâ-yıharfi bakış açısı pozitif olana, mânâ-yı ismi ise negatif olana tekabül eder. Bediüzzaman dünyanın-nesneninontolojik iki yüzünü şu şekilde açıklıyor: "Dünyada cereyan eden ve husule gelen her bir şey’in iki vechi vardır.Biri ahirete bakar ki; nefsü’l-emirde en sabit, en ağır bu vecihtir. İkincisi dünyaya, nefsine ve hevaya bakar. Buvecih, hakaret, hiffet ve zevalden öyle bir mevkidedir ki, kalbin teessürüne, teellümüne, ıztırabına bahis olacak birkıymette değildir. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 95) Birinci yüzünün mahiyeti "Az çok zahiri bir ünsiyet, bir güzelliğivarsa da batını ve içi daimi bir vahşet ile doludur." ve diğer yüzü zahiren vahşetli ise de, batınen daimi birünsiyetle doludur. Kur’an-ı Azümüşşan, nazarları ahiret ile muttasıl ikinci veche tevcih eder. Birinci vecih iseahiretin zıddı olup adem ile muttasıldır.(Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 63)

Böyle bir yaklaşım dünyayı yaratıcısından kopuk ve onun öğretisi-öngörüsünden uzak, madde-yoğunbir dünya olarak algılar. Dünya bu yönüyle "fani" ve "zail" olması ebedi duygular sahibi olan insaniçin "ebedi dünya" alternatifsizliği cihetiyle tercih edilmemektedir. Yine bu yönün "az çok zahiri birünsiyet, bir güzelliği varsa da, batını ve içi daimi bir vahşet ile doludur." Açıkçası bir üst maneviotoriteye inanan ve kendisine karşı sorumlu olan insan için "aldatıcı" ve "elemlidir". Bu madde-yoğundünyanın sakinleri olan "ehl-i dünya"nın ilgili olumsuzluklardan dolayı hiç bir zaman hakiki zevki, elemsizlezzeti ve kedersiz sevinci yakalama şansları yoktur. Pür-seküler dünya tüm zaaf ve negatif boyutlarıyla ahirete görezıt bir mahiyet taşır.