Duâ-i Nebevî: Cevşenü’l-Kebir

Cevşen Nedir?

Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup, "bir tür zırh, savaş elbisesi" manasına gelmektedir. Terim manasıŞii kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir olarak bilinen,metinleri birbirinden farklı iki duâyı ifade eder. Ancak Cevşen-i Kebir daha meşhurdur ve "Cevşen" denilinceilk akla gelen Cevşen-i Kebir’dir. Cevşen-i Kebir Musa el-Kazım-Cafer es-Sadık-Muhammed el-Bakır-Zeynelabidin-Hz. Hüseyinve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygamber’e isnat edilir.

Cevşenü’l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir.Cebrail Hz. Muhammed’e (s.a.v.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursanzırhtan daha büyük tesiri vardır." demiştir. Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksaümmete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ya Resulullah, bu duâ Cenab-ı Allah’ınsana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah’tan başka kimse takdir edemez." (Ahmed Ziyaeddin Efendi,Mecmuatü’l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.)

Cevşen-i Kebir duâsı 100 bölümden oluşur. Her bölümde Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tavsif edildiği 10 parçabulunur. Her bölümün sonunda Allah’ın aczden ve şerikten münezzeh olduğunu ifade eden ve cehennem ateşinden Allah’a sığınılanduâ yer alır (Sen bütün kusurlardan, aczden ve şerikten mukaddessin. Senden başka ilah yok ki, bize meded etsin. Amandiliyoruz. Bizi azap ateşinden ve cehennemden halas et!). duânın geneline bakıldığında Allah’ın isim ve sıfatlarınınsıkça tekrarlandığı ve Rabb’e onun isimleriyle yönelindiği görülür. İstiaze, yani ateşten ve azaptan Allah’a sığınmada Cevşen’de önemli yer tutar.

Cevşen Duâdır

Kelime manası zırh olan Cevşen, her şeyden önce bir duâdır. Bu duâ Hz. Peygamberden günümüze kadar ulaşmıştır.Bu özelliği ona, özel bir anlam katar: duâ-i Nebevi. Cevşen’in hangi amaç ve maksatla okunması gerektiği hakkındabazı tespitler yapabilmek için, öncelikle duânın ne manaya geldiği, insanın niçin duâya ihtiyacı olduğu ve insana,"duânız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı" (Furkan Suresi; 77.) denilmesindeki sırrı belirlemek gerekmektedir.Ayrıca bu duânın sahibi olan Resul-i Ekrem’in (asm.) ubudiyet yönü hakkında bazı noktaların aydınlatılmasıgerekmektedir. Zira Cevşen, münacaat olması dolayısıyla Resulullah’ın ubudiyet yönüyle daha ziyade alakadardır.

Duâyı nedense hep arzu ve isteklerimizin yerine gelmesi için bir "araç" olarak görürüz. Bu kısır bakış açısıSaid Nursi’nin "ubudiyetin ruhu" olarak adlandırdığı ve gizli hazine olan bir çok duâdan yeterince istifadeedemememizi netice vermektedir. Cevşenü’l-Kebir duâsı da böyle gizli hazinelerden birisidir. Risâle-i Nur müellifi Risâle-iNur’u, "Kur’ân’dan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen’den feyiz alan ve tevellüd eden" şeklinde tarifederken, hiç şüphesiz Cevşen’in manevi önemine de dikkat çekmek istemiştir. Genellikle tevhid konusunun işlendiğiRisâlelerde Cevşen’den aldığı dersin onun marifetine genişlik kattığını, yani itikadının kuvvetlenmesini sağladığınıifade eder. Kastamonu Lahikası’nda Cevşen’in kâinatı baştan başa nurlandırdığı, zulümat karanlıklarını dağıttığı,gafletleri, tabiatları parça parça ettiği ifade edilir. "Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinatperdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor" diye tanımlar Cevşen’i. Risâle-i Nur’un önemli parçalarındanbirisi olan "Münacaat Risâlesi" şu sözlerle bitirilir: "Kur’ân’dan ve Cevşenü’l-Kebir’den aldığım budersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ıve Cevşenü’l-Kebir’i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum." Said Nursi’nin Cevşen’e neden bu kadarehemmiyet verdiğini doğrudan işlediği bir Risâlesi yoktur. Ancak kesin olan bir vakıa vardır ki; Said Nursi Cevşen’denazami derecede faydalanmış ve Cevşen, Risâlelerin yazılmasında da faydalanılan bir eser olmuştur. Münacaat adlıeserin son kısmındaki sözler Bediüzzaman’ın tefekküründe Cevşen’in fevkalade önemli bir yere sahip olduğunuispatlar. Zira münacaat tefekküri bir eserdir ve Bediüzzaman bu eserini Kur’ân’dan ve münacaat-ı nebeviye olan Cevşen’denaldığını söyler. On Beşinci Şua adlı eserinde Cevşen’i, "bin bir esma-i İlâhîyeye sarihan ve işareten bakanve bir cihette Kur’ân’dan çıkan bir harika münacaat…" şeklinde tarif eder. Risâle-i Nur’u okuyanlar Cevşenmeali ile Risâle-i Nur’u karşılaştırırlarsa bazı benzerlikleri fark edeceklerdir. Risâle-i Nur’da ve Cevşenü’l-Kebir’dekullanılan esma-i İlâhîye, acz ve fakr konusundaki yaklaşımlar hep benzer özellik taşır. Bu öyle bir benzerliktirki, sanki aynı kaynaktan çıkmış gibi bir izlenim verir okuyucuya. Daha doğru bir ifade ile Cevşen’in ve Risâle-iNur’un Kur’ân’dan faydalanılarak ortaya çıktığı aşikare görülür. Risâle-i Nur’da işlenen konular ile Cevşen’deişlenen konular arasında benzerlik olduğu gibi Risâle-i Nur’un konuyu işleyiş tarzı ile Cevşen’deki Allah’a yöneliştarzı arasında da benzerlikler vardır. Bu benzerlikler şüphesiz en fazla esma-i İlâhîyenin sıklıkla işlenmesinde görülür.Hem Risâleler’de, hem de Cevşen’de esma-i İlâhîye sanki bir can simidi gibidir. Cevşen de esma-i İlâhîye olmadan düşünülemez,Risâle-i Nur’da.

Said Nursi, Cevşen’de Allah’ın çok isimlerle tavsif edilmesini ve çok isimleriyle duâ edilmesini 24. Söz’de şöyle açıklar:"Çok esmaya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptela olan insan, münacaatında, istiazesindeçok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakiki insan-ı kamil olan Muhammed-i Arabi(a.s.m) Cevşenü’l-Kebir namındaki münacaatında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiaze ediyor." Cevşenü’l-Kebirduâsı Hz. Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır. duâya bakan birisi eşsiz biresma-i İlâhîye iklimini farkeder ve ihlas, samimiyet, marifet-i İlâhîye ve tevazuun duâya baştan sona sindiğinihisseder. Said Nursi, bunu şöyle anlatır: "…hem binler duâ ve münacaatlarından Cevşenü’l-Kebir ile, öyle birmarifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabb’ini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet,telahuk-u efkarla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahionun misli yoktur. Risâle-i Münacaat’ın başında Cevşenü’l-Kebir’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacıkbir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, ‘Cevşen’in dahi misli yoktur’ diyecektir." İslâm inancında Hz.Peygamberin itikadının en zirvede olması ne kadar kesin bir gerçek ise Hz. Peygamberin duâsının da zirvede olması okadar gerçektir. Cevşen’le muhatap olunurken bu azim münacaatın ancak marifette, itikadda, cesarette, sabırda, ihlasta,tevazuda eşsiz bir şahsiyete ait olabileceği hemen hisseder. Adeta duânın sınırlarının çizildiği bu duâda baştansona Esma-i Hüsna ile Allah’a yalvarılarak, insanın fakrı, aczi, iktidarsızlığı göz önüne serilir ve insanın heran inayete muhtaç olduğu kabullenilir. İnsanın teneffüs etmesinin ancak vahdette mümkün olduğu, esbaba takılmanıninsanı sürekli rahatsız edeceği itiraf olunur.

Duâ Nedir?

İslâm inancında duâ ubudiyetin, yani kulluğun ruhudur. Kâinatta sınırlar Allah tarafından çizilmiştir ve insanbu sınırlar içerisinde çevresini, kendisini ve muhatap olduğu yenilikleri anlamlandırmaya uğraşmaktadır. Bu muazzamseyahatinde zaman zaman bunalım geçirebilmekte, kâinattaki her şeyi kendine düşman telakki edebilmektedir. Bazen de tümkâinat ona dost olur ve kâinatta bulunmaktan dolayı müthiş bir rahatlık hisseder. Bu yolculuğunda tüm kâinata hükmedenve insanın her türlü ihtiyacını yerine getirebilen bir varlığa ihtiyaç duyar. Bu öyle bir varlıktır ki, büyük küçükdiye bir ayrım onun için geçerli olmaz. Böyle bir varlığın mevcudiyeti ve tüm kâinata hükmünün geçtiği, en azındaninsanın vicdanında hissedebileceği kadar gerçektir. Said Nursi "duâ"yı kâinatın yaratılış sebeplerindenbirisi olarak sayar. Buna göre başta nev-i beşer ve onun başında alem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabi’nin(a.s.m) muazzam duâsı bir sebeb-i hilkat-i alemdir. Yani Hz. Peygamberin saadet-i ebediyeyi talep etmesi, esmaya mazharolmayı şiddetle talep etmesi kâinatın yaratılış sebebi olmuştur. duâ, başlı başına bir ibadettir. İnsan duâettiği zaman aczini, fakrını derk eder ve bunu Allah’a ilan eder. Bu, bir bakıma istiğfardır. Zira insan hiçbir şeyetek başına malik olamayacağını, her şart altında Allah’ın tevfikine ihtiyacı olduğunu duâ ile haykırır.

İslâm inancında duâ ile ifade edilen yalnızca ellerin açılıp Allah’a meramın anlatılması da değildir. Varlıklarınsahip olduğu potansiyel, onların bir nevi duâsıdır. Sözgelimi bir tohumun özellikleri onun neşv ü nema bulması içinbir duâdır. Yine mevcudatın yaşamak için gerekli şartları—gayr-i şuuri de olsa—talep etmeleri yine duâdır. Şuursuzbir ağacın suya şiddetli ihtiyaç duyması, onun duâsıdır. Bir de zişuurlara mahsus duâ vardır. Bu duâ fiili vekavli duâ olmak üzere ikiye ayrılır.

Fiili duâ kâinattaki şartlara müraat ederek neticeyi Allah’tan beklemeyi ifade eder. Mesela, "çift sürmek fiilibir duâdır. Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağısaban ile çalar." Sebepleri ihmal etmeden, kişinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirip, neticeyi Allah’tantalep etmesi fiili duâyı ifade eder.

Kavli duâ ise insana mahsustur. Kavli duâ insanın aczini, fakrını derk ettiği ve arzu ve isteklerine kendi başına gücününyetmediğini anlamasını ve Rabb’ine yönelmesini ifade eder. Kavli duâ, bu yönüyle kulluğun itirafıdır ve Allah’ınkudretini kabullenmedir. Bu yönü onu başlı başına ibadet yapmaktadır. Cevşenü’l-Kebir duâsı da bu haykırmalarınzirvesidir. Bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah’a duâ edilmekte, insanın aczi karşısında Allah’ın kudreti önplana çıkarılmakta, günahlar karşısında Allah’ın rahmet ve şefkati hatırlatılmakta, insanın cehaleti ve olaylarıanlamlandıramaması vakası karşısında Allah’ın engin ve mutlak ilmi ifade edilmektedir. Aslında Cevşenü’l-Kebir bu yönüylealışıldık duâ kalıplarını fazlasıyla aşmış ve insan için bir hayat rehberi olmuştur. Daha doğru bir ifadeyleKur’ân’ın öngördüğü kâinat modelini ve insan gerçeğini Cevşen şerh etmiştir.

Cevşen hakkındaki rivayetlerde Cevşen’i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zararveremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara rastlanılır. Ayrıca sevapnoktasında Cevşen okuyan kimseye "Bedir şehitleri" kadar sevap verileceği, Cevşen’i kefeninin üzerine yazankimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen’i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı ifadeedilir. Bu rivayetlerin sahihliğinden şüphe etmemekle beraber buradaki ölçülerin iyi şekilde belirlenmesi ve duânınkarşılığında vaad edilen mükafatların ne manaya geldiğinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Said Nursi,Emirdağ Lahikası adlı eserinde bir talebesi ile bu ve benzeri rivayetlerde bahsedilen vaad ve mükafatların sıhhati hakkındayazılan bir mektubuna yer vermiştir. Söz konusu mektupta, Said Nursi’nin talebesi, pek dindar olmayan insanlarla karşılaşmışve onlardan bu rivayetlerin akla ve mantığa uymadığına dair bazı sözler duymuştur. Bu rivayetlerde Cevşen okuyanaKur’ân okumak kadar sevap verileceği, göklerdeki büyük melaikelerin duâ sahibini gördükçe kürsülerinden inip, onapek büyük bir tevazu ile hürmet edeceği ifade edilir. Talebesi bu rivayetler hakkında yapmış olduğu münakaşadansonra bunların sıhhatinden şüpheye düşmüş ve meseleyi Said Nursi’ye sormuştur. Said Nursi verdiği cevapta, öncelikleHz. Peygamberin ism-i Azama mazhar olduğunu ve kâinatın en mükemmel meyvesi olduğunu, yani kâinattan beklenilen tümneticenin Hz. Peygamberde mevcut olduğunu ifade eder.

Hz Peygamberin kulluk yönünü anlatmasının nedeni Cevşenü’l-Kebir duâsının Hz. Peygamberin kulluk yönüyle(ubudiyet-i Muhammediye) alakadar olduğu ve Hz. Peygamberin ubudiyetinin mertebesiyle beraber Cevşen’in değerlendirilmesigerektiğini belirtmek içindir. Cevşenü’l-Kebir, Hz. Peygamberin duâsı olduğu için ve bu duânın Hz. Peygamberinmarifetinin, itikadının ve imanının bir görünümü olduğu için söz konusu faziletlerin Hz. Peygamberin kendi okuduğuCevşen için geçerli olduğunu belirtir. Yani söz konusu faziletler Cevşen’de mevcut olmakla beraber, bu faziletlerinancak Hz. Peygamberin sahip olduğu marifetle birleşmesi halinde mümkün olduğunu anlatır. Bir başka deyişle sözkonusu mükafatlar, Hz. Peygamberin marifetiyle okumuş olduğu Cevşen’e verilir ve bu mükafatlar azami hatlardır. Bu mükafatlardanümmet mahrum edilmemiştir. Marifet yolu kapalı olmadığı için her Müslüman’ın da o mükafatları alması mümkündür.Said Nursi, söz konusu mükafatların belli şartlar halinde verileceğini belirtir ve yalnız okumanın kafi gelmeyeceğinibelirtir. Sadece okuma kafi gelseydi muvazene-i ahkamın bozulacağını söyler ve bunun farzlara ilişeceğini belirtir.

Mesela, ibadetlerin sıhhati için mutlaka bulunması gereken "ihlas"a sahip olmayan veya farz ibadetleri yerinegetirmeyen bir şahsın, Cevşen okuyarak Kur’ân kadar sevap alması pek mümkün olmasa gerektir. Zira bu, İslâm’da herinsanın ifa etmesi gereken farzların karşısında nafile ibadet olarak adlandırılabilecek Cevşen’in farz ibadetin üzerineçıkmasını ifade eder. Bu da İslâmi hükümlerin, yani ahkam-ı şeriatın dengesini bozar. Cevabının ikinci bölümündeSaid Nursi, Cevşen hakkındaki rivayetlerin Hz. Peygambere baktığı zaman mübalağadan münezzeh olduğunu belirtir. Ayrıcarivayette bahsedilen faziletlerin Cevşen içerisindeki Esma-i Hüsna’nın hakikatlerine baktığı zaman kesinlikle mübalağaolmadığını, tam tersine o Esma-i Hüsna’nın sözkonusu mükafatlara sebep olabilecek kadar geniş ve esrarlı olduğunubelirtir. Hz. Peygamberin sözkonusu duânın feyzinin ve faziletinin nihayetsizliğini göstermek için ve duâya olan teşvikiarttırmak için müphem ve mutlak (sınır altına alınmamış) bıraktığını ifade eder. Sözkonusu rivayetlerin zamanıngeçmesiyle kaziye-i mümkine ve mutlakanın (gerçekleşmesi imkan dahilinde olan fakat bazı şartlara ihtiyaç duyan)bilfiil vaki ve külliye telakki edilmesinin yanlış olduğunu anlatır. Yani rivayetlerdeki mükafatların gerçekleşebilmesiiçin belli başlı şartlara ihtiyaç vardır. Bu asgari şartlar yerine gelmeden söz konusu mükafatların eldeedilebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.

20. yüzyıl insanının önemli problemlerinden birisi duâya ve ibadetlere yanlış mana yüklemektir. Maalesef duâ veibadetler, dünyevi netice ve manfaat umularak yapılabilmekte, bu da ibadette mutlaka bulunması gereken "ihlas"ıortadan kaldırabilmektedir. Said Nursi 17. Lem’a’da (13. Nota), duâ ve ibadetlerde önemli noktalara işaret etmektedir:"Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar." diyerek başlar konuya. Ubudiyetin asıl sebebininemr-i İlâhî olduğunu ve bunun neticesinin rıza-yı İlâhîyi kazanmak olacağını söyler. Ayrıca ubudiyetinmeyvesinin uhrevi olduğunu belirterek, ibadetlerden dünyevi fayda ummanın yanlışlığını belirtir. Dünyaya ait neticeve faydaların ubudiyetin yapılmasına neden olmaması gerektiğini anlatır. Böyle bir tavrın ibadeti akim bırakacağınıbelirtir. Bu ince ayrımı fark etmeyenlerin Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendi, Cevşenü’l-Kebir gibi duâları dünyevimaksat gözeterek okuduklarını, bu yüzden bu muazzam duâlardan beklenebilecek olan faydaları göremeyeceklerinibelirtir. duâlardan dünyevi fayda ummanın ihlasa ve ubudiyete aykırı olduğunu belirtir. Bunu şöyle ifade eder:"…o faydalar, o evradların illeti (asıl sebebi) olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünküonlar fazli bir surette, o halis virde talepsiz terettüp eder. Onları talep etse, ihlası bir derece bozulur. Belkiubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer." Zayıf itikadlı insanların bir müşevvik ve müreccihe muhtaç olmasındandolayı bu tür duâları faziletlerini düşünerek okumalarının ise zarar vermeyeceğini söyler. Ancak okuma sırf rıza-yıİlâhî için yapılmalıdır. Bu muazzam hazineden dünyevi menfaat beklemenin hem duânın mana ve ehemmiyetine hem de duânınsahibi olan şeref-i beni Adem’e saygısızlık olacağı unutulmamalıdır. Cevşen’in layık olduğu tarzda okunması daancak ve ancak çok sağlam bir tahkikle mümkündür. Bir başka deyişle Cevşen’in okunma tarzı ve okunurken hissedilenanlam ve beklenen netice, kişinin tahkik derecesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden tahkik arttığı ölçüde Cevşen’denalınacak feyz ve çıkarılacak anlam da artacaktır. Tersten düşünülürse tahkikin artması için Cevşen’i doğruokumak gerektiği sonucuna ulaşılabilir.

Küçük, büyük, yaşlı, genç, dindar ve hatta dinde hassas olmayan birçok insanın bile boynunda gördüğümüz Cevşen’iTürkiye Müslümanlarına Said Nursi tanıtmış ve muazzam duâ-i nebeviyi talebelerine de tavsiye etmiştir. RisâlelerdeCevşen okuyana şu kadar mükafat, şu kadar sevap… verilir tarzında bir metod takip etmemiş Cevşen’in niçin ve nasılokunması gerektiği hakkında bazı ipuçları vermiştir. Bir bakıma Cevşen sahip olduğu muazzam değerini Risâle-iNur’un kazandırdığı bakış açısıyla ispatlamıştır. Cevşen’in maddi isteklerin çok çok üstünde manevi değertaşıdığını anlayabilmek için de marifetullahta terakki şarttır. Yoksa hazine gizlenmeye devam edecektir.