Bohr-Einstein Kavgasında Bediüzzaman'ın Yeri-I

Tefekkür için her türlü mahlûk iyi bir objedir. Çünkü her biri tek tek ve sınıf olarak mükemmel yaratılmışlardır, abes ve israf hiçbir yerde yoktur. Kur'ân-ı Kerim'de bu mealde birçok ayet vardır. Tefsirlerde, hususan Risale-i Nur'da bu konu en ince detaylarına kadar işlenmiştir.

Tefekküre mevzu olan herbir mahlûk, Allah'ın isimlerinin birçoğunun tecellisini taşır. Esma-i Hüsna'dan birkaçı bir mahlûkta belirginken, diğeri başka bir mahlûkta öne çıkabilir. Tefekkürün konusunun bir mahlûk mu, yoksa bir özellik mi olduğu önemlidir. Tefekkürün konusu bir özellikse; öncelik bu belirgin hassayı taşıyan mahlûktadır. Güç ve kuvvet için aslan misal verilirken; güzellik ve narinlikte çiçek ve kelebek misal verilebilir. Tefekkürün konusu bir mahlûk ise birçok özellik az ya da çok onda vardır. Bu noktada kelebeğin zerafeti ve güzelliği yanında kendini düşmanlarından koruyacak derecede kuvveti, aslanın da gücü kuvveti yanında kendine has bir zerafeti ve güzelliği vardır. Risale-i Nur’daki tefekkür mesleği Asa-yı Musa (as) gibi heryerde mârifet-i İlâhiye kapı açıyor. Bu sayede herbir mahlûk Rahim-i Mutlak'ı tanıtan bir mektup oluyor. Bu dahi Kur'ân-ı Kerim'de "düşünmez misiniz, akletmez misiniz" gibi ayetleriyle ısrarla tavsiye ettiği 'tefekkür mesleği'ne uygunluğuyla Risale-i Nur'un mesleğinin Sahabe mesleği olmasına kuvvetle işaret ediyor.

Tefekkürde obje gibi mütefekkirin kimliği de önemlidir. Bir fizikçinin, bir biyoloğun veya bir matematikçinin bakış açısı farklıdır; birinin gördüğünü diğeri görmeyebilir, birinin anladığını diğeri anlamayabilir. Çünkü hakikatlar herbirinin kendi aynasında aldığı şekil kadar anlaşılabilir. Fizikçinin aynasında fiziksel, biyoloğun aynasında biyolojik, ressamın aynasında ise renklerin uyum ve güzelliği gibi manalar yansır ve hakeza… Bu aynaların hiçbiri tek başına örneğimizdeki kelebeğin hakiki mahiyetini açıklayamaz. Hakikat hazinesinin hepsine sahip olmak için bütün gavvas dalgıçların topladığı bilgilerin biraraya getirilmesi de yetmeyecektir. Çözüm ancak, bu uzmanların ya dindar olması ya da aralarında en azından bir maneviyat uzmanının bulunmasıyla sağlanabilir. Aksi takdirde, o güzelim kelebek üzerindeki muhteşem sanatlar israfata, lüzumsuzluğa ve abesiyete dönüşür. Bu ise kâinatta cari olan, Kur'ân-ı Kerim'de izah edilen, fiziğin de en temel kuralı olan 'en iktisatlı yolu' tercih kanununa muhaliftir. Böyle bir girişten sonra, biz de şimdi mana denizine dalıp fizikle ilgili bazı hakikat elmaslarını çıkarmaya çalışacağız, veminallahi tevfik.

Fizik Bilimi

Fizik; atomdan yıldızlara, esirden galaksilere ve bütün evrene kadar geniş bir dairedeki maddeleri, bunların arasındaki münasebet ve hareket kanunlarını inceleyen bir ilimdir. Diğer bütün beşeri bilimler gibi fizik de zamanla kayıtlıdır. İnsanlığın gelişimiyle birlikte tabiatta cari olan kanunlar hakkındaki bilgisi de gelişmiştir. Suyun kaldırma kuvveti Archmides'den önce, yerçekimi kuvveti Newton'dan önce de vardı. Onlar ise bu kanunları 'algılayabildikleri ölçüde' formülleştirip insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Algılama; gerek deneysel, gerekse düşünce bazında ilerledikçe insanların bilgisi de ilerlemiş, konular daha çok vuzuha kavuşmuştur. Ancak insanın firavunlaşmış nefsi kendi algıladığını kâinatta cari olan kanunun kendisi zannederek 'kanun' ismini vermiştir. Daha sonra ise tekrar tekrar düzeltmek zorunda kalmıştır. Bu acı tecrübeler ışığında firavniyet bir derece kırılmış, öyle ki; önceki kavram 'Newton Kanunu'1 olarak adlandırılırken, sonrakiler 'Görelilik Kuramı', 'Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi' şeklinde adlandırılmıştır.

İnsanların kanunlar hakkındaki bilgisi, yani bilim zaman içinde mükemmelleştiği halde, tabiattaki kanunlar değişmeyip sabit kalırlar ve kalacaklardır. Kanun ve ruh, her ikisi de Rahmanürrahim'in "Ol!" emriyle yaratılmışlardır, zamanın tiktakları bunları değiştiremez, öldüremez. Ancak Allah tarafından bizzat idamlarıyla mümkündür. (İdamdan kasıt vücudunu ortadan kaldırmaktır, öldürmek değildir. Çünkü, ölüm de bir yaratılıştır, ruhun kıyafet değiştirmesidir.)

Cennet Bahsi'nden çıkardığımız sonuca göre: Madem insan, bitki, hayvan ve taş cennette dünyadakinden farklı bir hayat tarzında yaratılacaklar, hem madem insanın 33 (otuz üç) yaşında sabit kalması için gereken; 'hücrelerin sabit kalarak yenilenmemesi veya hücrelerdeki (ve atomlar dahil bütün sistemlerdeki) girdi-çıktıların eşit olması' gösteriyor ki, ahiretteki hareket kanunları dünyadakinden çok farklıdır. Buna bir de 'sonsuzluk-zaman' açmazını eklersek durum vuzuha kavuşur. Çünkü bizim dünyamızda maddenin bilinen en sağlam yapı taşlarından proton da dahil herşey zamanla bağımlıdır, sonsuza dek yaşayamaz. O halde, içinde sonsuzluğu barındıran ahiretteki zaman kavramı, elbette bu evrendekinden farklı olacaktır.2

Öyleyse, bugünün fizik araç-gereçleri ve teorileriyle, zamandan bağımsız olan ezel ve ebed sultanı Alimü'l-Hakîm'in kâinata yerleştirdiği Adetullah kanunlarının künhüne vâkıf olduğumuzu, bugünkü gelinen ilmi noktanın son basamak olduğunu kabul edemeyiz. Son basamakmışcasına 'kâinattaki hadiseler falanca fizik kuralına göre oluyor' diyenlere Bediüzzaman Said Nursi'nin Mü'minun Suresi'nin (23:71) tefsirindeki ikàzını hatırlatırız: "…ferdin hilâf-ı hevesini iktiza eden, nizam-ı alemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet feda edilemez. Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz'i hevesini külliyât-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nikmet olmasın?!"

Determinizm

Determinizmin tarifi, bir sebebin sadece ve sadece belirli bir neticeye vesile olması şeklindedir. Bu tanım haddizatında sadece ve sadece maddi alemdeki gözlemleri içeren bir resimdir. İşin manevi boyutunu dahil ettiğimizde determinizm ile indeterminizmi içeren Newton Mekaniği ve Kuantum Fiziği3 arasında tefekkür açısından fark yok denecek kadar azdır. Çünkü asıl olan; her ne mekaniği veya fiziği olursa olsun kanunların ardında Kàdir-i Hakîm'in kudret elini görmektir. Ancak determinizm konusu din-dinsizlik çerçevesinde çokça istimal edildiği için imkân nisbetinde bir-iki kelam serdetmeyi bir fizikçi olarak biz de arzu ettik.

Determinizmin tarifinde zaman açısından sebebin önceliği, sonucun sonralığı vardır. Ancak hakikat-ı halde sebep ve sonuç yapışık ikizlerdir, ikisi sürekli beraberdirler ki, buna 'iktiran' denir. 'İktiran'ın gözünde hiçbir kanunun farkı yoktur, hepsinde de sebep ve sonucu beraberce yaratan Allah'tır, buna tabii ki, Klasikle beraber Kuantum Fiziği de dahildir.

Bu ikisi sürekli beraber olduklarına göre, 'sebep varsa sonuç da olacaktır' hükmü pek de yanlış olmayacaktır. Bu hüküm Newton mekaniğinin ilgilendiği alan olan yerçekimi konusunda daima geçerlidir. Bu birlikteliğin olmadığı nadir durumlar mucize veya keramet eseri olabilir. Meselâ, Hz. Muhammed (asm) namaz kılarken bir müşrik başının üzerinde büyük bir kayayı bıraktığı halde kayanın düşememesi gibi.

Kàdir-i Mutlak'ın mûteber bir kulu için tabiatta câri olan kanunların hükmünü geçici süreyle iptaline, bu kanunlara aykırı bir fiili yaratmasına mucize veya kerâmet denir. Şu halde özü kanundışılık olan mucize ve keramet bahane edilerek herhangi bir kanunun hükümlerinin kesinliğine ilişilemez. Bu gibi istisnai durumları indeterminizm başlığında biraz daha açacağız.

Yerçekimi kanununu koyan ve bizzat işlettiren Hâkim-i Hakîm-i Zülcelâldir, Newton ise iyi bir gözlemci olup, bu kanunu keşfetmiş ve isim vermiştir. Yaptığı deneylerde olayın sadece maddi boyutunu gözönüne aldığı için 'yukardan serbest bırakılan taş yerçekimi etkisiyle her zaman yere düşer' diyerek mucize ve keramet gibi istisnai durumları dikkate almamıştır.

Olayın felsefi yorumlarında sebeplere bizatihi güç atfedilmesi tabiatperestliği doğururken; din adına felsefi yorum yapanlarda ise sebeplere kısmen muhtariyet verildiği için -her ne kadar aksi iddia edilse de- yorumları semavi değil arzî yapmıştır.

Eski 'Hristiyan Mükemmeliyetçileri' ve eski 'İslâm felsefecileri' sebeplerin herbirini yekdiğerinin faili şeklinde zincirleme bağlamak suretiyle 'gizli şirk'e düştükten sonra, nihayetinde ilk muharrik (hareket ettirici) olarak Allah fikrini kabul etmişlerdir. Bu kabul İbn-i Sina ve Farabi gibi dahileri dinsizlik karanlığının sınırından kurtarmıştır.4 Bu teolog ve felsefecilere göre; Allah Newton'un meşhur saatini bir kere kurup kendi haline işlemeye bırakmıştı.

İslâmiyete göre ise, kâinat saatini hem kuran (kanunları yerleştiren) hem de herbir çarkı herdaim işleten, gözetip kollayan Kayyûm-u Bâki'dir düşüncesi, saati parçalamayı gerektirmiyor. Hem esbab perdesinin ardında Müsebbibü'l-Esbab'ı gördükten sonra, benim attığım taşın yere düşmesini gerektiren determinizm de zararsızlaşıyor. Fakat determinizm adı altında sebeplere yaratıcılık vasfı verilirse o zararlıdır. Hem bu noktada değil yalnız determinizm adı altındaki Klasik Mekanik, indeterminizm adı altındaki Kuantum Fiziği ve bütün diğer kanunlar/teoriler de yaratıcılık vasfından eşit derecede uzaktır.

Determinizmin tehlikeli bir sonucu ise; Cenab-ı Hakk'ı mûcib-i bizzat acizliğine -haşa!- düşürmektir. Sanki Kàdir-i Zülcelâl kendi koyduğu kanunların hükmüne uymak mecburiyetinde imişcesine inanmaktır. Yani herbir sebebin mutlaka ve mutlaka aynı sonucu vermesi gerekliliği, Allah'a -haşa!- seçim hakkı bırakmayıp zoraki o neticeyi yarattırmak (!) gibi dindışılığı içermektedir. Hâkim-i Hakîm-i Kadîr-i Mutlak'ın kendi muhtariyetini yarattığı mahlûklardan olan ve fâil de olamayan âciz kanunlarla paylaşması akıl ve mantık dışıdır. Elbette ki; bu akıldışılık Kuantum Fiziği de dahil her türlü sebep-sonuç ilişkisini içerir, çünkü bütün bilimlerdeki bütün kanunlar mahlûkiyet noktasında eşittirler.

İndeterminizm

İndeterminizm; tanım olarak determinizmin karşıtı olup, sebeplerin sonuçta belirleyici olmaması anlamına geliyor. Bu açıdan baktığımızda mucizeler ve kerametler kast ediliyor olsa gerektir. Ancak indeterminizmin Kuantum Fiziğiyle beraber iyice boy attığı görülüyor. Herhalde bu enterasan düşünce tarzından dolayıdır ki, indeterminizm gibi görünen Kuantum Fiziği sanki bir 'dini gerçek' gibi algılanır olmuş bazılarınca, Bediüzzaman'ın ikàzının rağmına… Halbuki, olaylara Allah'ın koyduğu fıtri kanunlar olarak bakabilirsek, bazı olayların determinist, bazılarının ise indeterminist olduğunu göreceğiz.

Newton Mekaniğiyle Kuantum Fiziği arasında bir görev dağılımı vardır. İlki insan, yıldızlar, gezegenler gibi büyük ölçekteki etkileşimleri açıklarken, ikincisi atom ve atomaltı alemin etkileşimlerini açıklamaktadır. Bu sınırlar bu kadar net değildir. Klasik Mekanik boyutunda kaos (sınırları belirli karmaşa), yani bir nevi indeterminizm olduğu gibi; Kuantum Fiziğinin ilgilendiği küçükler dünyasının da determinizmle (kuantum dolanıklık gibi) ilgisi vardır.

Kader nokta-i nazarında Newton Mekaniği ile Kuantum Fiziği arasında fark yoktur. Kader hem sebep hem de sonuca birlikte bakar, sonuca sebepten ayrı bakmaz. Sebep tek başına sonuca illet olmasa bile sonucu gerektiren binlerce şarttan biridir. Binden dokuzyüz doksan dokuz şartın hazır olduğu bir ortamda bininci şartı yerine getirmekle bütün sonuç sahiplenilemez. Newton Mekaniği veya Kuantum Fiziği işte bu son sebebin sonucu hakkında konuşur. Bu son sebebin sonuçla bağlantısı Klasik Mekanikte net şekilde görülürken, Kuantum Fiziğinde bulanık olarak gözlemlenebilmiştir. İlki determinizme yol açarken, ikincisi halen de devam eden Bohr-Einstein kavgasına yol açmıştır.

Tefekkür açısından birini diğerine tercih edemiyoruz. Determinizm, kâinatta aşina olduğumuz maddi düzeni açıklarken; indeterminizm de bizi gafletten uyandıran kanundan şüzûz etmiş hadiselerle birlikte mucize ve kerametleri açıklıyor. Bunlara mucize ve keramet gibi kulun müdahil olduğu hadiseler ile; iki başlı, üç kollu insan gibi farklı tarzdaki yaratılışlar da dahildir. Evvelki hadiseler; müdahil şahısların Allah katında makbûliyetlerinin mührüyken, ikincisi de; alışageldiğimiz nizamın koyucusu ve yürütücüsünün bizzat Hâkimü'l-Hakîmü'l-Mutlak olduğunu, dilerse farklı da yaratabileceğini insanlara ihtar içindir.

Sürekli bir determinizm sebeplerin perde olduğu hakikatini kavramayı zorlaştırırken (iman etmek ayrıdır, anlamak ayrıdır), sürekli bir indeterminizm kanunsuzluğa, keşmekeşe yol açacak; mucize gibi olağanüstü hadiselerin kıymeti de anlaşılamayacaktır. Determinizmin olmadığı bir dünyayı düşünelim. Meselâ, arabanın gaz pedalına bastığınızda -eğer basabilirseniz!- bazen gaz, bazen fren, bazen debriyaj pedalı gibi davrandığını; yemek pişirmek için tencereyi ocağa koyduğunuzda ateşin kimi zaman ısıttığını, kimi zaman da dondurduğunu (entropinin zamanda yolunu kaybettiği durum), hatta zamanın kendisinin değişken olduğu, bir ileri bir geri gittiği, siz henüz ilkokula başlamışken torununuzun torununun parkta dolaşırken kendisini biranda uçakta bulduğu, hem zaman hem de mekânın kördüğüm olduğu gariplikler dünyasında yaşamaya çalışmak masal kahramanlarının bile akledemeyeceği bir keşmekeş yumağıdır. Herşeyin birbirine karıştığı böyle bir ortamda hayat mümkün olmayacağından, determinizm bir zorunluluktur.

—devam edecek—