Bediüzzaman’ın Sıfat Ve Esmâya Yaklaşımı – II

Üzerinde durulan bir diğer sıfat, Allah'ın kudret sıfatıdır. Risalelerde bu konuda, özellikle “yaratma” fiilinin anlaşılmasında, her insanın rahatlıkla kabul edebileceği analojiler mevcuttur. Bu arada bir çok önemli bir problem de çözümlenmiştir. Şöyle ki; Bediüzzaman'a göre; ilâhî kudret karşısında büyükküçük, azçok, kolayzor farklılığı yoktur. Çünkü varlıkların yaratılması iki şekilde olmaktadır; biri ibda' denilen yoktan yaratma, diğeri inşa' veya terkip denilen mevcut unsurları bir araya getirmek suretiyle yaratmadır. İster ibda' isterse inşa' şeklinde olsun, yaratma fiili Allah'a verilirse son derece kolay ve basit, verilmezse imkânsız olur. Kâinattaki yaratma olaylarının son derece kolay, basit ve anında oldukları apaçık bir gerçekliktir; o zaman yaratma doğrudan Allah'tan kaynaklanmaktadır. Şâyet varlıkların yaratılması Allah'a verilirse, O bir kibrit çakar gibi eşyayı birden ve anında icat edebilir. Çünkü O, her şeyi kuşatan ilmiyle eşyanın plan ve programını, ezelî bir zamanda hazırlamıştır. İlim hazinesindeki plan ve modele göre atomlar harekete geçer, plan istikametinde değişir ve dönüşür, o modelin öngördüğü şekli ve varlığı hemen oluştururlar. Zaten ilâhî emir ile sürekli hareket ve değişme halinde olan atomlar, sanki birer “emir eri” gibi kendilerine gösterilen yol ve seçeneğe yönelerek, ilâhî iradenin arzu ettiği bileşim ve terkipleri gerçekleştirirler. Bu olay, fotoğraf makinesinin aynasındaki aksin kâğıt üzerine yansıtılması veya görünmeyen bir yazının kimyasal bir madde ile görünür hale gelmesi gibi basit ve kolaydır.

Şâyet yaratma olayı Allah'a verilmezse, o zaman en basit bir varlığın yaratılması, kâinatın yaratılması kadar zor, hatta imkânsız olur. Burada meselâ, sadece bir çiçeğin yaratılabilmesi için gerekli işlemlerin neler olabileceğine bakalım: Bir kere her molekül ve hücresinin yeniden kalıp ve modellerinin yapılması ve bu modelleri gerçekleştirebilmek için de kâinatın her tarafına dağılmış ve bir yerden bir yere sel gibi akıp çağlayan atomlardan, sayısız farklı terkip ve bileşimlerin yapılması gerekir. Ayrıca olay, sadece moleküllerle ve bunların bir araya gelip belli terkipleri oluşturmalarıyla da kalmaz, aynı zamanda ortaya çıkan yaprağın akıl almaz derecede güzel, ölçülü ve diğer yapraklarla uyumlu, veri ölçeği kesinlikle tutturan, aşmayan bir düzenlilik içinde de oluşturulması gerekir. Anlaşılıyor ki, bir tek çiçeğin icadı Allah'a verilmediği takdirde, bütün kâinatın yaratılması kadar mantıken zor, hatta imkânsız olacaktır. (Nursî, Lem'alar 1994: 312314)

Bediüzzaman yaratma fiilinin Allah'a verildiğinde neden çok kolay ve basit, verilmediğinde neden imkânsız olacağını, şu şekilde ispata çalışır: Kudret karşısında büyükküçük farklılığının olmamasının bir nedeni, kudretin tecellisinin “kanunî” olmasıdır. Yani azçok, büyükküçük her şey kudret karşısında eşittir. Kudretin tecellisinde görünen kanunları;

a) Şeffafiyet
b) Mukabele
c) İntizam
d) Muvazene,
e) Tecerrüd
f) İtaat başlıkları altında inceler.

Şeffâfiyet kanununa, güneşin şeffaf maddelerle ilişkisini örnek olarak verir. Güneş doğduğu zaman hemen bütün şeffaf şeylerde yansır. Yansımada büyüklükküçüklük, yani büyük ve hacimli varlıklarda daha zor, küçük ve basit varlıklarda daha kolay yansıması diye bir durum söz konusu olmaz. Bir yansıma diğerini engellemez. Bir yağmur tanesinde hangi kolaylık ve basitlikte yansırsa, ay yüzüne de aynı kolaylık ve basitlikte yansır. Küçük bir cam parçasında hangi kolaylıkta yansıyorsa, okyanus yüzünde de aynı kolaylıkta yansır.

Güneşin ve yansıdığı varlıkların ilim, irade ve güç sahibi olduğunu farz etsek aynı anda, aynı basitlik ve kolaylıkla güneş hem ayı, hem deniz yüzünü, hem de su zerreciklerini yaratabilir, onları etkileyebilir ve onlarla konuşabilirdi. Çünkü o varlıkların her birinde rengi, ısısı ve ışığıyla güneş yansımakta, tecelli etmektedir. Böylece yaratma fiilinde büyükküçük, zorkolay farkı ortadan kalkmaktadır. (Nursî, Sözler 1994: 486488)

Bediüzzaman bu kavramdan hareketle; ezelî kudretin, Cenâbı Hakk'ın Zâtı'nın ayrılmaz bir vasfı olduğunu, dolayısıyla kudrette derecelerin söz konusu olmadığını; kudrete karşı kolay, daha kolay veya zor, daha zor gibi sınırlamaların olamayacağını ifade eder ve bunu, eşyanın mülk/melekût cepheleriyle izah eder. Bilindiği gibi eşyanın biri mülk, diğeri melekût olmak üzere iki cephesi vardır. Mülk cephesi aynanın arka yüzüne, melekût cephesi ise ön yüzüne benzer. Eşyanın mülk cephesi güzellik, çirkinlik, büyüklük, küçüklük, ağırlık, hafiflik gibi olguların bulunduğu ve toplandığı cephedir. Bundan dolayı Cenâbı Hak, eşyanın bu cephesinde bir sebepler perdesi icat etmiştir. Her şey belli sebeplerin etkisiyle oluyor gibidir. Ancak sebepler, sadece bir perdedir. Esas yaratıcı yine ilâhî kudrettir. Sebeplerin yaratılması, yalnızca ilâhî izzet ve azametin basit ve adî şeylerle beraber düşünülmesini önlemek içindir. Eşyanın melekût cephesi ise parlak, temiz, şeffaf ve nurludur. Bu cephede sebepsonuç ilişkisi işlemez; büyüklükküçüklük, ağırlıkhafiflik, güzellikçirkinlik, zorlukkolaylık yoktur. İlâhî kudret bu cepheye doğrudan, perdesiz tecelli eder. Kudrete karşı büyükküçük, zorkolay sınırlaması söz konusu değildir, dolayısı ile güneşin icadı bir zerrenin icadı kadar basit ve kolaydır.

Buna göre; sonuç olarak ilâhî kudret karşısında bir gezegenin yaratılması bir atom parçasının, bir cennetin yaratılması bir çiçeğin, tüm insanların yeniden yaratılması bir insanın yaratılması kadar kolay ve basit olur. (Nursî, Sözler 1994: 486)

Kudretin tecellisi ile ilgili diğer bir kanun muvazene kanunudur. Bu kanuna, son derece duyarlı bir tartı aracı örnek verilir. Öyle bir tartı aracı bulunsun ki, bununla iki güneş, iki dağ, iki yumurta ve iki atom parçası tartılabilsin. Bu düzeyde hassas olan teraziyle, birbirine eşit iki yumurtayı tartarken, bir gözüne bir atom parçasının ilavesiyle denge bozulacağı gibi, iki dağı tartarken de bozulur, iki güneşi tartarken de bozulur. Böyle bir terazi için küçükbüyük, ağırhafif farkı yoktur. Bu misalden hareket eden Bediüzzaman, duyarlılık derecelerinin en mükemmeli olan ilâhî kudret karşısında da zerre ile güneş arasında fark olmadığı, zerreyi yaratma kolaylığında güneşi de yaratabileceği sonucuna ulaşır.

Diğer bir kanun intizam kanunudur. Bu kanun, daha çok mekanik olaylarda gözlenir. Son derece gelişmiş bir teknoloji ile çalışan iki araç düşünelim. Bunlardan biri çocuk oyuncağı, diğeri milyonlarca ton kapasitesinde bir gemi olsun. Teknolojinin sağladığı kolaylıkla, oyuncağın yönünü çevirme kolaylığında geminin yönünü de çevirebiliriz. Bir kilogramlık oyuncağın yönünü değiştirebilmek için bir kilogramlık enerji, milyonlarca tonluk gemi için milyonlarca ton enerji sarf etmemiz gerekmez. Yaklaşık aynı enerji miktarıyla aynı olayı gerçekleştirebiliriz. Her iki araç da belli bir teknolojiyle çalıştığından, büyüklükküçüklük, hafiflikağırlık etkili ve belirleyici olmaz. Bu örnekteki gibi kâinatta da son derece hassas ve gelişmiş bir intizam, ahenk ve uyum bulunduğundan, bir atomun yaratılması ve idaresi ile bir güneşinki arasında fark yoktur.

Kudretin tecellisinde bir kanun itaat kanunudur. İtaat, çerçevesi ve sınırı içine giren olgularda parçalanma kabul etmez. Bir komutan “arş” emrini verip tek bir “nefer”i koşturduğu gibi, bir bölüğü de, taburu da, tugayı da koşturabilir. Tüm birimler “itaat” şemsiyesi altında bulunduklarından, emre itaat bakımından azçok fark etmez. Kâinatta, zerrelerden güneş sistemlerine kadar her şey Cenâbı Hakk'ın emrine kayıtsız itaat ettiklerinden, onların yaratılmaları veya bir yerden başka bir yere sevk edilmelerinde de fark yoktur. (Nursî, Sözler 1994: 487)

Yaratma olayını anlama ve anlatma konusunda, İbni Sinâ ve İbni Rüşd gibi büyük İslâm filozofları, son derece karışık ve geniş ölçüde tevhidden uzaklaşan yaklaşımlara başvurmuşlardır. “İlk akıl”, “sudur”, “Birden ancak bir çıkar” nazariyeleri bu çabanın bir ürünüdür. (Duran, 1998: 70 vd.) Ancak Bediüzzaman, bu tip zorlamalara ve tevhide uzak yaklaşımlara müracaat etmeden yaratma fiilini anlamış ve anlatmıştır.

Son