İslamın Kabul Edeceği Medeniyet Nasıl Olmalı?
Kuranın bütün insanlığa rahmet olarak indirildiğine işaret eden Bediüzzaman, İslamın başarılı kabul edebileceği bir medeniyetin ancak ya insanların tamamına (küll) saadet veya en azından çoğunluğa (ekseriyete) kurtuluş temin etmesinin şart olduğunu belirtir. (Sözler, s. 653)
İlahi kaynaklı olan İslam, beşeriyet ürünü ve Roma dehası temelli felsefeye tabi olamaz, mezcolmaz, aşılanmaz veya tahakkümünü kabul edemez. Gelecekte Kurana secde edecek olan aldatıcı Avrupa medeniyetine (sehhar), İslamın ve Müslümanların tabi olması Bediüzzamana göre mümkün değildir. (Sözler, s. 654)
Bediüzzaman, İslamiyetin havastan ziyade avamın tahassüngahı olması, zenginlerin fakirlere vermek mecburiyetinde oldukları zekat ile faizin yasaklanması gibi hükümleri nedeniyle havassı avamın üzerinde müstebit değil, bir cihetle hâdim (hizmetçi) yaptığını ifade etmektedir. (Mektubat, s. 422)
Bütün Müslümanların bilihtiyar gireceği medeniyet-i Kuran esaslarını, müspet beş esas üzerine dönen bir saadet çarkı olarak değerlendirmiştir: Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır. Hakkın dâim şenidir adâlet ve tevâzün. Bundan çıkar selâmet, zâil olur şekàvet.
Hedefinde menfaat yerine fazîlettir. Fazîletin şenidir muhabbet ve tecâzüb. Bundan çıkar saadet, zâil olur adâvet.
Hayattaki düsturu, cidâl kıtâl yerine düstur-u teâvündür. O düsturun şenidir ittihad ve tesânüd; hayatlanır cemaat.
Sûret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-i hidâyettir. O hüdânın şenidir insana lâyık tarzda terakkî ve refâhet,
Ruha lâzım sûrette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihetül-vahdeti de tard eder unsuriyet, hem de menfî milliyet.
Hem onların yerine râbıta-i dindir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sınıfîdir uhuvvet-i imânî. Şu râbıtanın şenidir, samimi bir uhuvvet. (Sözler, s. 653)
İslamiyet, hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinden Hıristiyanlığa uymamakta olup, salâbet-i diniyesini kahramanca savunan milletin, bir ihtiyac-ı fıtrisi hükmüne geçmiştir. Bu açıdan salahat ve iman hakikatlerinin yerlerini hiçbir terakkiyat ve hiçbir medeniyetin tutamayacağını, Bediüzzaman ifade etmektedir.(Şualar, s. 313) Bediüzzaman, İslamın kabul edebileceği medeniyetin İslam dinine karşı olmaması gerektiğini belirtmektedir.
Bediüzzamana göre bir asinin yüzünden onun ailesini, köyünü, toplumunu suçlu sayarak yok etmeyi bir zulüm düsturu olarak beşere veren bir medeniyetiki, Avrupa medeniyeti bunu uyguluyorİslamın kabul etmesi mümkün değildir. İslamiyette hiç kimsenin bir başkasının günahından mesul olmadığını belirterek, masumların mesul sayılarak zulüm yapıldığını açıklamaktadır.(Sünühat, s. 42)
İslamın kabul edeceği medeniyetin hakka dayanması, yardımlaşma düsturunu esas alması, fazileti hedeflemesi, unsuriyeti reddetmesi, kardeşlik bağlarıyla insanları birbirine bağlamasını şart kabul edilmekte, bir medeniyetin en azından ekseriyeti mutlu etmesi gerektiğini ve zulüm yapmaması gerektiğini belirtmektedir.
Yeni Medeniyet
Bediüzzaman, 1909 tarihinde kendi medeniyetimiz ve Avrupa medeniyeti kavramlarını kullanırken,(Divan-ı Harbi Örfi, s. 70-72) 1919 yılında, Avrupa medeniyetinin İslam aleminin fıtrat ve tabiatına muhalif olduğunu ve ona yapışılmaması gerektiğini, seyyiatı hasenatına üstün gelen Batı medeniyetinin maslahat-ı beşer fetvasıyla menhus ve intibah-ı beşerle mahkûm-ı inkıraz ve manen vahşi bir medeniyet olduğunu ortaya koymuş,(Sünühat, s. 46) artık sadece Osmanlı ve İslam dünyasını düşünmek yerine daha geniş bir şekilde bütün insanlık ile ilgilenmeye başladığını göstermiştir. Bediüzzaman, artık, Batı medeniyetinin insanlığın fetvasıyla uğursuz kabul edildiğini ve insanlığın uyanmasıyla yıkılmaya mahkum olduğunu kabul etmektedir. Özellikle beşerin fetvası ve intibahına vurgu yaparak mevcut medeniyetin yıkılmasından sonra insanlığın yeni bir medeniyete ihtiyacı olduğu tespitini yapmaktadır. Ayrıca, aynı paragrafta Devletler, milletler muharebesi tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor, zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez(Sünühat, s. 45) ifadesiyle de insanlığın yeni bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır.
Kendisi için de bir dönüm noktası saydığı bu dönemden itibaren Bediüzzaman, bizimle beraber beşere de çare arayan, yeni bir medeniyet için tefekkür eden bir mütefekkire dönüşmektedir.
İslamiyetin düşmanı olan tedenniyi, ona dost göstermeyi feleğin ters dönmesine delil olarak gösteren(Sünühat, s. 81) Bediüzzamana göre, yeni medeniyet yani şeriat-ı Ahmediyenin tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet, medeniyet-i hazıranın (Avrupa medeniyetinin) inkişaından inkişaf edecektir. Bu İslami medeniyet, Batı medeniyetinin menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz edecektir.(Sünühat, s. 48)
Bediüzzaman, Batının Şark husumeti İslamın inkişafını boğuyordu, zail oldu ve olmalı. Garp husumeti İslamın ittihadına, uhuvvetine, inkişafına en müessir sebeptir, baki kalmalı demektedir.(Sünühat, s. 49). Bu arada, Batılıların Şark düşmanlığı dolayısıyla, İslamın insanlığa sunduğu saadeti anlayamadığını, bu düşmanlığın ortadan kalkmasıyla Batının İslamın hakikatlerini anlayabileceğine işaret etmektedir. Müslümanların Batıya düşmanlığının baki kalmasının ise çökmüş, beşere saadet getirmeyen bir medeniyete Müslümanların ilhaklarının önüne geçerek, beşerin İslamî esaslı bir medeniyet kurmasının kapısını açacak bir süreci canlı tutmaya çalışmaktadır.
Âlem-i küfür bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleri ile alem-i İslama hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, dahildeki bütün dalalete gitmiş grupların çabalarına rağmen, alem-i İslama dinen galip gelemediğini belirten Bediüzzaman, zaaf-ı dine sebep olan Avrupa medeniyet-i sefihanesinin yırtılmaya yüz tuttuğu ve medeniyet-i Kuranın zuhura yakın geldiğine işaret etmektedir.(Mesnevi-i Nuriye, s. 86) Böylece Bediüzzaman, Batı medeniyeti yerine Kuranî esaslara göre kurulacak bir medeniyetin geçeceğini söylemektedir.
Küre-i arzı bir köy şekline sokan medeniyet-i sefihaneyle gaflet perdesinin çok kalınlaştığını ve beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açıldığını belirten Bediüzzaman, bunun tadilinin büyük bir himmete muhtaç olduğu, yanlış açılan bu menfezlerin kapatılmasının ancak Allahın lütfuna mazhar olanlara müyesser olacağı düşüncesindedir.(Mesnevi-i Nuriye, s. 105) Bediüzzaman, insanın ve insanlığın ruhunu maddileştirmemesi, fıtri yapıya uygun olacak bir medeniyete geçilmesi gerektiğini belirtmekte ve bunun da ancak ilahi güce istinad edenler tarafından gerçekleştirilebileceğini söylemektedir.
Özellikle II.Dünya Savaşı dolayısıyla, mağlupların meyusiyeti ve galiplerin dehşetli telaş ve hakimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden meydana gelen vicdan azapları ve medeniyet faztaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olmasının görülmesi, fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumi bir suretle dehşetli yaralanması ve edep-perest hissiyat-ı bakiye ve fıtri aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanması, gaflet ve dalaletin en sert ve sağır olan tabiatın, yani maneviyatı tamamen reddeden maddeciliğin Kuranın elmas kılıcı ile parçalanmasıyla, dalalet ve gafletin en geniş perdesi olan siyasetin çirkin ve gaddar olan hakiki yüzünün ortaya çıkması neticesine dikkati çeken Bediüzzaman, insanlığın maşuk-ı mecazisi olan dünya hayatının çirkin ve geçici olmasını göreceğini, fıtraten hakiki sevdiği ve aradığı hayat-ı bakiyeyi kuvvetle arayacağını belirtmektedir. İnsanlığın bu ihtiyacına cevap verecek tek seçeneğin Kuran-ı mucizül-beyan olduğunu tespit etmektedir. Yalnız, Bediüzzaman buna bir şart koymaktadır ki, o da beşerin aklını bütün bütün kaybetmemesi ve maddi-manevi bir kıyametin kopmamasıdır.(Emirdağ Lahikası, s. 127)
Müslümanlar için hayatın özü olan şefkat, uhuvvet ve yardımlaşmanın inkişaf ve ihtizazının mevcut medeniyeti tahrip edeceğini söyleyen Bediüzzaman, deniyet-i hazıra dediği Avrupa medeniyetinin suretinin değişmesi sisteminin bozulmasını da gerçekleştireceğini bunun sonunda İslamî medeniyetin zuhur edeceğini belirtmekte ve bil ihtiyar Müslümanların da elbet [en] evvel göreceklerini ifade etmektedir.(Sözler, s. 652) Müslümanların evvel girdiğinden bahsedildiğine göre bu medeniyete Müslüman olmayanların da gireceğinin düşünüldüğünü söyleyebiliriz.
Bediüzzaman saadet getirecek medeniyetin, iman ve tevhid nazarıyla bütün kainata uhuvvetle bakması gerektiğini, bu nitelikteki medeniyetin bütün mahlukatı, bilhassa insanları ve bilhassa Müslümanları birbirine kardeşlikle bağlayacağını söylemektedir.(Mesnevi-i Nuriye, 77) Bediüzzaman yeni medeniyette bütün mahlukatın, bütün insanların ve bütün Müslümanların birlikte düşünüleceğini, düşman değil herkesin dost olacağını söylemektedir.
Bediüzzaman, şimdiki Garp medeniyet-i zâlime-i hazırasının sebep olduğu, dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kuran-ı Hakimin çare olduğunu söylemektedir. Bunun için Kuranın dört yüz milyon talebesinin [şimdi bir milyardan fazla] uyanması şarttır. Kuranın semavî kudsî kanun-ı esasileriyle 1300 [şimdi 1400den ziyade] sene evvel olduğu gibi, dört yüz milyon talebesi, kendi kudsî esasi kanunlarıyla yaraları tedavi etmesi gerekmektedir. Eğer yakında kıyamet kopmazsa, Kuran talebelerinin insanlığın hem saadet-i hayat-ı dünyevisini, hem de hayat-ı uhrevisini kazandıracağını göstermeleri elzemdir. Kurandan çıkan medeniyetin mehasini seyyiatına tam galebe edecektir. Dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermeyi bırakarak, medeniyeti ona yani Kurana, o semâvi kanunlara bir hizmetkar, bir yardımcı olmak konumuna getirecektir. Bediüzzaman bu Kuran esaslı yeni medeniyetin kuruculuğunu iki delilden anladığını söylemektedir. Birisi, Kuran-ı Mucizül-Beyânın işarat ve rumuzları, diğeri ise, uyanmış beşerin rahmet-i ilahiyeden bu çareyi bekliyor, yalvarıyor, arıyor olmasıdır (Emirdağ Lahikası, s. 335)
Bediüzzaman, Müslümanların en önemli görevlerinden birinin, insanlığı kurtaracak Kuran-i esaslara müstenit yeni bir medeniyetin kurulması olduğunu açıkça belirtmekte, insanlığın dünyevi ve uhrevi saadetinin ancak o zaman sağlanacağını belirtmektedir.
Avrupa medeniyetinin fazilet ve hüda yerine, heva, heves, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiği için zamanla kurtlanmış bir ağaç hükmüne geçtiğini, bu durumun kısa süre içinde Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar ve delil hükmündedir(Hutbe-i Şamiye, s. 42) diyen Bediüzzaman, Avrupa medeniyetinin yerine Asya medeniyetinin geçeceğini belirtmektedir.
Tabi i ki, burada Asya medeniyetinin kaynağının, esaslarının ne olduğu gündeme gelmektedir. Uzaktan gayet parlak görülen İslamın ve Asyanın hâkim-i evvel ve âhiri olan İslamiyetin galebesi(Muhakemat, s. 37) ifadesiyle de, Asya medeniyetinin esaslarının İslamî olacağını ortaya koymaktadır. Asya medeniyetinde İslamiyetin esas olacağı ve onun üstünlüğünde gerçekleşeceği hususunda, mukavemet edilmez bazı kuvvetlerin ittifak ve ittihad ettiğini belirtmektedir. Bu kuvvetler şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Maarif ve medeniyetle mücehhez olan İslamiyetin hakiki kuvveti.
2. Tekemmül-ı mebadi ve vesaitle mücehhez olan ihtiyac-ı şedid.
3. Asyayı gayet sefalette, başka yerleri nihayet refahatte görmekten neşet eden tenebbüh-ı tam ve teyakkuz-ı kamille mücehhez olan gıpta ve rekabet ve kin-i muzmer.
4. Ehl-i tevhidin düsturu olan tevhid-i kelime ve zeminin hasiyeti olan itidal ve tadil-i mizaç ve zamanın ziyası olan tenevvür-ı ezhan ve medeniyetin kanunu olan telahuk-ı efkâr ve bedeviyetin lazımı olan selâmet-i fıtrat ve zaruretin semeresi olan hafiflik ve cüret-i teşebbüsle mücehhez olan istidad-ı fıtri.
5. Bu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf ila-yı kelimetullah, İslamiyetin emriyle ve zamanın ilcaatiyle ve fakr-ı şedidin icbariyle ve her türlü arzuyu öldüren yesin ölmesiyle hayat bulan ümitle mücehhez olan arzu-yı medeniyet ve meyl-i teceddüttür. Ve bu kuvvetlere yardım etmek için ecanib içine ihtilal veren ve medeniyetleri ihtiyarlandıran mesâvi-i medeniyetin mehasinine galebesidir, sayın sefahete adem-i kifayetidir.
Bediüzzaman, Asyanın bahtını, İslamın talihini açacak olanşeriat-ı garrânın terbiyesinde kalmak şartıylayalnız meşrutiyet (yani hakkın ve halkın iradesi manasında) ve hürriyettir.(Muhakemat, s. 37-39)
Bediüzzaman, yeni medeniyetin İslamiyette ve Asyada bulunan beş kuvvet tarafından oluşturulacağını, Batı medeniyetinin kendi içindeki zaaflarının, yeni medeniyetin kuruluşunda sadece esas kuvvetlere yardım edecek mahiyette olacağını belirterek, yeni medeniyetin Müslümanların ve Asyalıların çalışmaları ile kurulabileceğine açıklık getirmektedir. Böylece Bediüzzaman, yeni medeniyetin Avrupanın çöküşünden veya küllerini seyretmek için beklemekten değil, yeni medeniyet kurucularının kuvvet ve iradelerinden oluşacağını izah etmektedir. Tabiidir ki, yeni medeniyet kurulmaz ise mevcudun hakimiyeti devam edecektir.
Zaten Bediüzzaman, medeniyetleri ihtiyarlandıran mesavi-i medeniyetin, mehasinine galebesidir(Muhakemat, s. 38) derken, ölmesi kelimesini tercih etmemektedir. Böylece bir medeniyetin hatalarından dolayı sadece ihtiyarlayabileceğini, ortadan kalkması veya üstünlüğünün sona ermesi için ancak yeni bir medeniyete ihtiyaç olacağına işaret etmektedir.