Bediüzzaman’ın Bakış Açısıyla İslam ve Batı Medeniyetinin Menşe’ Bağlamında Mukayesesi-I

Medeniyet Nedir ve Başarısı Neyle Ölçülür?

Bediüzzaman, bir medeniyetin sadece bir din, bir bölge veya bir asrın ürünü olamayacağını ancak, umumun malı olabileceğini belirtir. Özellikle medeniyetlerin mehasinlerinin üç kaynağının olduğunu ifade eder:

a. Telâhuk-ı efkar,

b. Semâvi şerayi’,

c. Hâcât-ı zaruriye.

Bediüzzaman, Avrupa medeniyetinin mehasinleri için bu listeye semavî şerayi’ menşeli olmakla beraber, özele doğru vurgu yaparak, hususi bir kaynak daha ilave etmektedir ki, o da “İslami İnkılap”dır. (Sözler, s. 655) “Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs Devlet-i İslamiyesidir.”(Sözler, s. 313) ifadesiyle daha somut ve doğrudan etkinin kaynağını da belirtir. Böylece, genel bu üç kaynak dışında, bazı medeniyetleri hususi olarak etkileyen kaynakların da mevcut olabileceğini ifade etmiş olmaktadır.

Bediüzzaman, bir medeniyetin başarılı sayılabilmesi, saadeti temin ettiğinin kabul edilebilmesi için ya “külle”, yani umuma veya “lâakal ekseriyete”, yani insanlığın çoğunluğuna “medâr-ı necât” olması gerektiğini belirtmektedir. (Sözler, s. 653) Ayrıca, medeniyetteki hakiki maksadının “istirahat-ı umûmî ve saadet-i hayat-ı dünyeviye” olduğunu (Emirdağ Lahikası, s. 335) ifade etmektedir.

Bediüzzaman, “medeniyetin kanunu” olarak telâhuk-ı efkarı gördüğü gibi, medeniyetleri ihtiyarlandıran, dolayısıyla ölüme mahkum edenin de, “mesâvi-i medeniyetin mehasinine galebe gelmesidir”(Muhakemat, s. 37-39) demektedir.

Batı (Avrupa) Medeniyetinin Menşei ve Temel Özelliği

Her medeniyeti şekillendiren ve ona bir nevi kimlik kazandıran menşe ve özelliklere dikkat eden Bediüzzaman’a göre, “Bir asıldan ikiz olarak neşet eden” (Tarihçe-i Hayat, s. 119) Avrupa medeniyetinin Eski Roma ve Yunan olarak iki “dehası” vardır. Bunlardan birisi “hayalâlûd”, diğeri ise “maddeperest”ti. “Su içindeki yağ gibi” birbiri ile “imtizaç” olmayan, Avrupa’nın bu iki dehası, uzun süre birlikte olmalarına, medeniyetlerinin bu ayrılığı ortadan kaldırmak için çabalamasına, daha sonra Hıristiyanlığın da çalışmasına rağmen “hiçbiri de temzicine muvaffak olamadı.” İki dehanın her biri “istiklallerini filcümle hıfzeyle”dikleri gibi, modern dönemde de (el’an) adeta iki ruh cesetleri değişmiş şekilde Alman, Fransız olarak mevcudiyetlerini korudular. “O ikiz iki dehanın, öküz gibi” birleşmeyi reddettiklerini zaman da gösterdi. Avrupa medeniyetinin iki dehası “ikizdi, kardeşti, arkadaştı, yoldaştı” ancak, buna rağmen “birbirleri ile dövüştü, hiç de barışmadı”.

Yalnız, Avrupa medeniyetinin iki dehası olmasına karşılık, bu dehalardan birinin Batı medeniyetinin ruhunu oluşturduğunun bir ifadesi olarak Bediüzzaman, “bu medeniyetin ruhu Roma dehası”dır (Sözler, s. 654) demektedir.

Bediüzzaman, Avrupa medeniyetini, mehasinlerini de dikkate alarak ikiye ayırmaktadır. “Hakiki Hıristiyanlık”tan feyizle, insanlığın sosyal hayatına faydalı sanatlar ile adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri, “mehasin-i medeniyet ve fünûn-ı nafia” olarak kabul ve takdir etmektedir. Ancak, Bediüzzaman, bu takdir ettiği kısım dolayısıyla Avrupa medeniyetinin doğruluk ve üstünlüğünü kabul etmemektedir. Zira mehasin kısım Avrupa medeniyetini temsil etmemektedir. Bediüzzaman, “malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı manevisi”nin bir elinde dalaletli felsefeyi, diğer elinde de sefih ve muzır medeniyeti tuttuğunu belirtmektedir.(Lem’alar, s. 123) Hatta, Avrupa medeniyetinin sefahat ve delaletle bozulmuş olduğunu, Avrupa’nın belli ölçüde mehasininin kaynağı olan Hıristiyanlıktan da uzaklaştığını ifade etmektedir. (Lem’alar, s. 124)

Batı Medeniyetinin Esasları

Bediüzzaman, temeline ve eserlerine bakmak şartıyla Avrupa medeniyetinin “menfi” beş esas üzerine kurulup işlediğini belirtir.

“Nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir. Kuvvet ise, şe’nidir tecavüz ve teâruz. Bundan çıkar hıyânet.

Hedef-i kasdı, fazîlet bedeline hasis bir menfaattir. Menfaatin şe’nidir tezâhum ve tehâsum. Bundan çıkar cinayet.

Hayattaki kanunu, teâvün bedeline, bir düstur-u cidâldir. Cidâlin şe’ni budur: tenâzu’ ve tedâfü’. Bundan çıkar sefâlet.

Akvâmların beyninde râbıta-i esası: âharın zararına müntebih unsuriyet. Başkaları yutmakla beslenir, alır kuvvet.

Milliyet-i menfiye, unsuriyet, milliyet; şe’ni olur dâimâ böyle müthiş tesâdüm, böyle feci telâtum. Bundan çıkar helâket.

Beşincisi şudur ki: Câzibedar hizmeti hevâ , hevesi teşcî, teshil; hevesâtı, arzuları tatmin. Bundan çıkar sefâhet.

O hevâ, hem heves, şe’ni budur dâimâ: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Mânevî meshediyor; değişir insaniyet.

Şu medenîlerden çoğunun eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur sûret.” (Sözler, s. 653)

Bediüzzaman, dayanak noktası, hedefi, içtimai hayattaki kanunu, kavimler-milletler arasındaki bağı ve cazibesi bakımından Batı medeniyetinin esaslarının menfi ve zararlı olduğunu ve insanlığa mutluluk getiremeyeceğini belirtmektedir.

Batı Medeniyetinin Hataları

Bediüzzaman, Batı medeniyetinin—kendi ifadesi ile—“medeniyet-i hazıra-i garbiye”nin, “semavi kanun-ı esâsilere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı(nın) hasenatına, hataları-zararları(nın) faydalarına” üstün geldiğini, medeniyetteki hakiki gayesinin tersine olarak, istirahat-ı umumiyeyi ve dünya hayatının saadetini bozduğunu belirtmektedir. Ayrıca, Batı medeniyetinin iktisat-kanaat yerine israf ve sefaheti, çalışma ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meylini ön plana çıkması dolayısıyla, insanlığı fakir ve tembel eylediğini söylemektedir. Mevcut “Garp medeniyet-i zalime”sinin suiistimal, israfat ve hevesatı tehyiç ettiğini ve gayr-i zaruri ihtiyaçları zaruri hacetler hükmüne getirdiğini, bir insanın gerçekte muhtaç olduğunu dört haceti yirmiye çıkardığını, ancak helal kazancın bunu karşılayamamasından dolayı insanlığın gayr-i meşru yollara yöneldiğini ve “fakir” hale getirildiğini tespit etmektedir. (Emirdağ Lahikası, s. 335)

Batı medeniyetinin insanın ruhunu bile maddileştirmeye yönelmiş, maddiyunluğu esas almış, insanlığa saadet yerine bir zehir vermiş, riyakarlığı düstur haline getirmiş, aileyi bozmuş, tembelliği artırmış, ihtiyaçları fazlalaştırmış, kârı ise çok az ellerde toplamış ve bir asi ve suçlu yüzünden başkalarını da suçlayarak öldürmüş olmasından dolayı Bediüzzaman, hatalarla dolu kabul etmektedir.

Batı Medeniyetindeki Mehasinin Kaynağı

Avrupa medeniyetinin mehasinlerinin de olduğunu ifade eden Bediüzzaman, ancak bu mehasinlerin “umum”un, yani insanlığın ortak malı olduğunu, bundan dolayı mehasinlerin ne Hıristiyanlığın malı, ne Avrupa icadı, ne de son asrın sanatı olarak kabul edilemeyeceğini belirtir. İnsanlığın ortak malı olan ve Avrupa medeniyetinde tezahür eden mehasinlerin dört kaynağının bulunduğunu ifade eder:

a. Telâhuk-ı Efkar, (fikirlerin birbirine eklenmesi)

b. Semâvi şerayi’, (semavi dinler)

c. Hâcât-ı fıtriye, (fıtri ihtiyaçlar)

d. Hususiyle şer-i Ahmedi (İslamiyet).

Bu dört kaynaktan “neş’et eden mal”a hiç kimsenin tek başına “temellük” edemeyeceğini de belirtir. (Sözler, s. 655)

Bediüzzaman, daha önce terakki etmiş olan İslamî medeniyetin en önemli merkezlerinden biri olan Endülüs’ün, Avrupa’nın “en büyük üstadı” olduğunu da dile getirmiştir. (Sözler, s. 313)

Avrupa’yı ikiye ayıran Bediüzzaman, İsevililik hakiki dininden aldığı feyizle insanlığın içtimai hayatına faydalı sanatlar, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları terkip eden Avrupa medeniyetinin mehasin kısmını oluşturan birinci Avrupa’yı takdir etmektedir. Ancak bu mehasin kısmının, Avrupa medeniyetini “sefih medeniyet” olmaktan kurtarmadığını da belirtmektedir. (Lem’alar, s. 123) Bediüzzaman, birinci Avrupa’nın kaynağı olarak da telahuk-ı efkar ile semâvi kaynağı kabul etmektedir.

Bediüzzaman, medeniyetleri kafir ve mümin olarak ayırırken, kafirlerin medeniyetinde görülen mehasin ve yüksek terakkiyat-ı sanayiin, “tamamen medeniyet-i İslamiyeden, Kur’an’ın irşadatından, edyan-ı semaviyeden inikas ve iktibas edildiği”ni belirtmektedir. (Mesnevi-i Nuriye, s. 77) Bediüzzaman, “medeniyet-i hazıranın harikalarını, beşere birer nimet-i Rabbaniye” olarak kabul etmektedir. (Emirdağ Lahikası, s. 335)

Bediüzzaman bu medeniyetin de bazı iyiliklerinin bulunabileceğini, ancak, bunların kaynağının sadece Batı medeniyeti olamayacağını belirtmektedir.

Batı Medeniyeti Hıristiyan Medeniyeti midir?

Avrupa medeniyetini bir kökten ortaya çıkan Roma ve Yunan dehalarının oluşturduğunu belirten Bediüzzaman, bu medeniyetin ruhunun Roma dehası olduğunu, Hıristiyanlığın iki dehayı birleştirmek için çalışmasına rağmen başarısız kaldığını (Sözler, s. 654) söylerken Hıristiyanlığın Batı medeniyetinin esas unsuru olmadığını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, Batı medeniyetindeki hasenelerden bahsederken de bunların “ne Nasraniyet malı, ne de Avrupa icadı olduğunu” belirtmektedir. (Sözler, s. 655)

Hıristiyanlığın Avrupa’da üç yüz sene dahili savaşlara sebep olduğuna işaret eden Bediüzzaman, Avrupa’nın dinine “mutaassıp” olduğu dönemlerde medeni olmadığını, “taassubu terk” ettiğinde “medenileştiğini” ifade etmektedir. (Sözler, s. 312) Bu süreçte Bediüzzaman, Avrupa’nın “Katolik mezhebini beğenmeyerek başta ihtilalciler, inkılapçılar ve filozoflar olarak, Katolik mezhebine göre ehl-i bid’a ve Mutezile telakki edilen Protestanlık mezhebine iltizam” ile Fransız İhtilali’nden de istifade ile Katolik mezhebini “kısmen tahrip” edecek olan Protestanlığı ilan ettiklerini kaydetmektedir. (Mektubat, s. 420)

Hıristiyanlıkta “yalnız esasat-ı diniyenin Hz. İsa’dan alınmasına karşı, hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şeriyeye dair ekser ahkamlar”ın Havariler ve ruhani reisler tarafından teşkil edildiğini belirten Bediüzzaman, bu açığın, büyük kısmı geçmiş mukaddes kitaplardan alındığını ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. İsa’nın dünyaca “hakim ve sultan” olmadığından dolayı, içtimaî ve umumî kanunlara merci olmadığını, esasat-ı diniyesi hariçten bir libas giydirilmiş gibi şeriat-ı Hıristiyaniye namına örfi kanunlar, medeni kanunlar alınmış, başka bir suret verilmiştir.” demektedir. (Mektubat, s. 420) Hatta, havas ve hükümet adamlarının elinde Hıristiyanlık, özellikle Katolik mezhebi bir vasıta-yı tahakküm ve istibdat olduğu kanaatindedir Bediüzzaman. (Mektubat, s. 421)

Bediüzzaman’a göre; Avrupa, sefahat ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden de uzaklaşmıştır (Lem’alar, s. 124), Batı medeniyetini dini değil, “dünyevi”dir (Münazarat, s. 71), Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek” mümkün değildir.(Sünühat, s. 82)

Kısacası, Batı medeniyeti Hıristiyan bir medeniyet değildir. Hıristiyanlık Batı medeniyetine tesir edememiş, tersine Avrupalılar Hıristiyanlığa tesir etmişlerdir.

Başka Bir Medeniyetten Faydalanma

II. Meşrutiyet Döneminde, “Terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi için) maalmemnuniye alacağız.” diyen ve yabancı bir medeniyetin mehasin dışındaki kısımlarının şeriatın kılıncı ile kesilmesi gerektiğini belirten Bediüzzaman, bu hususta 1910’lu yıllarda Japonları örnek göstererek, “her kavmin maye-i bekası olan âdât-ı milliyelerin muhafaza” edilmesi gerektiğini ve “bizim adat-ı milliyemiz, İslamiyet’te neşvünema bulduğunu” belirterek İslamiyet’e iki kat sarılınması gerektiğini söylemektedir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 81) Yine Bediüzzaman, “çürük medeniyet mesâvilerini (fenalıklarını) medeniyetimize girmekte yasak eden hükümleri Kur’an’ın kanun-ı esasileri”nden çıkılmaması gerektiğini mebuslara söylerken (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 70-72) Avrupa medeniyeti ile kendi medeniyetini ayırmakta, kendinin kastettiği medeniyetin Kur’an esaslarına müstenit olacağını açıkça 1909’da da belirtmektedir. Ayrıca Bediüzzaman, II Meşrutiyette başlayan süreci bir nevi yeni medeniyete başlangıç gibi algılamakta, bunu “medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülal-i aynü’l-şeriatla muhafaza olsun” şeklinde ifade etmektedir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 81)

Eski dönemlerde, gayrimüslimlerle olan muhabbetten “nifak kokusu” gelirken, 1910’larda ortaya çıkan “inkılab-ı acib-i medenî ve dünyevî” olduğunu, bütün medeniyetin zihinleri ve akılları “meşgul eden nokta-i medeniyetin”in terakki ve dünya olduğunu söyleyen Bediüzzaman, zaten gayrimüslimlerin de kendi “dinlerine o kadar mukayyed” olmadıklarını, dolayısıyla gayrimüslimlerin dinî olmayan “medeniyet ve terakkilerini istihsan (korunarak) iktibas” edilebileceğinden bahsetmektedir. (Münazarat, s. 71) Aynı dönemde, ecnebiler “fünun ve sanayi silahıyla bizi istibdad-ı manevileri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silahıyla… cihad edeceğiz” derken, “ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslam’a büyük bir cinayettir” diyerek (Hutbe-i Şamiye, s. 92) Batı medeniyetine karşı tavrını ortaya koymakta olup, kendini koruyarak iktibas edilebilecek dediği şeylerin Batı medeniyeti değil, Batı medeniyetindeki fen ve sanat alanında bulunan ve daha sonra Bediüzzaman tarafından “umumun”, yani insanlığın ortak malı olarak tarif edilen şeyler olduğu anlaşılmaktadır.

—Devam edecek—