Bediüzzaman'a göre dünya birliği (Evrensel Birlik) – 2

Kalkınmış medeni ülkelerin, sömürgeci politikalarla geri kalmış ülkelerin kaynakları üzerinde gelişen ekonomileri de, gelişme sınırına dayanmıştır. Ekonomilerin temel parametreleri olan arz-talep dengeleri arz yönünde doyum noktasına yaklaşmıştır. Yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılama sorunu yaşayan ülkeler, talep yönünde olumsuz bir parametre oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, kalkınma süreci bütün ülkeleri ve insanlığı kapsayan bir yaklaşımı gerektirmektedir. Dünya ölçeğinde ekonomik ve ticarî hareketlerde evrensel ortak değerler ve kriterlerin uygulanması, birlik bilincine katkısı olacak önemli bir olgudur.

ULUSLARASI İŞBİRLİKLER

Devletler ve milletler arası işbirliği olarak kurulmuş siyasi ve meslekî organizasyonlar, kuruluş amacına göre işlediğinde dünya birliğinin gerçekleşmesinde önemli etkinliğe sahiptirler. Birlikteliğin bozulması, kuruluşların amaçlarından sapmalarından ve ortak değerlerin ihlalinden kaynaklanmaktadır.

Ulusla rarası siyasî, askerî, ticarî ve meslekî müşterek organizasyonları Bediüzzaman gayet net ve açık bir şekilde tasvip ve teşvik etmiştir. 24 Şubat 1955 tarihinde imzalanan CENTO antlaşmasını zamanın Cumhurbaşkanına mektup yazarak tasvip ve tebrik ettiğini izhar etmiştir. Bu mektubunun girişindeki şu cümleler dikkate değerdir:

“Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakıyetkârane ittifakını, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşâallah dört yüz milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i ammenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim.

“Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum” (Emirdağ Lâhikası, Sayfa 438).

Zamanın gazetelerinin birindeki yanlış yorumları düzeltmek için yazdığı bir mektubunda da; “Şimdi umum beşerde sulh-ı umumî için, yani beşerin ifsad edilmemesi için çareler aranıyor, paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükümet-i İslâmiye musalâhat-ı umumiye ve hükûmetin selâmeti için, Yugoslavya’ya, tâ İspanya’ya kadar onları okşayarak dostluk kurmaya çalışıyor.” (Emirdağ Lâhikası, Sayfa 404). diyerek bu organizasyonların dünya barışı ve birliği konusundaki işlevlerini nazarlara vererek çok ileri projeksiyonlu bir bakış açısı sergilemektedir.

Dinler arası diyalog

Irkçılık eksenli, tekelci ve ulusalcı yaklaşımlar, dinler arası diyaloğun engellerinin başında gelmektedir. Dinlerin temel öğretisi, insanların ve toplumların doğru davranışlarının kaynağını teşkil etmektedir. Tek Allah’a inanmanın ve O’nun emirlerine uymanın insanın bireysel ve sosyal hayatına pozitif değerler kattığı bir gerçektir. Bu kabulde birleşmek dinler arası diyaloğun birilik bilincini geliştirmektedir.

Dinler arası diyalog; hem bir dine mensup farklı grupların, hem de farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla ve etik olmayan yollarla kabul ettirme girişimlerinde bulunmaksızın, ortak meseleler etrafında hoşgörü ortamı içinde konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesi demektir.

Dinler arası diyalog; dinleri birleştirme veya bir potada eritip “yeni bir din” üretme teşebbüsü değil, tam aksine; farklılıkları dikkate alarak herhangi bir zorlamaya girmeden hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve işbirliği yolları arama gayretidir.

Gelecekte uzaklar daha da yakın olacak ve dünya küreselleşerek, bir köy haline gelecektir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Dinler arası diyalogdan kaçınmak, dindarlara büyük bir vebal yükler.

İnsanların geleceğini karartmak maksadıyla savaşa ve çatışmaya yönelik sadece ulusal menfaate dayalı siyasî yaklaşımların, faydadan çok zarar getireceği açıktır. Medeniyetler çatışması gibi teorilerin üretildiği bir ortamda dindarlar, bugün çok zayıf bir ışık da olsa, fakat gelecekte aydınlığın ve barışın hakim olmasına yönelik bu tür çalışmalara destek vermelidirler.

Kalkınmanın dinamikleri perspektifinden evrensel birlik

Bediüzzaman kalkınmada tecrübe ve bilgi birikimlerinin paylaşımının önemine işaret etmektedir. Yüz yıl kadar önce ifade ettiği fikirleri, kalkınmada ülkelerin kendi iç dinamiklerini, global paylaşımları zorunlu kılma durumuna getirmiştir. Ulaşım, iletişim ve bilişim teknolojilerinin gelişimi, ürün, hizmet ve bilgi dolaşımını hızlandırırken bütün süreçlerde evrensel boyutta sorumluluk yüklenmeyi de gerekli kılmaktadır.

Kendi içine kapalı ulusal politikaya dayalı ekonomilerin gelişemediği göz önünde dururken bu durumdan rant sağlamak isteyen “insan ticareti” haberleri, yürekleri yakan ortak insanlık suçlarını oluşturmaktadır.

Kalkınmış medenî ülkelerin, sömürgeci politikalarla geri kalmış ülkelerin kaynakları üzerinde gelişen ekonomileri de, gelişme sınırına dayanmıştır. Ekonomilerin temel parametreleri olan arz-talep dengeleri arz yönünde doyum noktasına yaklaşmıştır. Yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılama sorunu yaşayan ülkeler, talep yönünde olumsuz bir parametre oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, kalkınma süreci bütün ülkeleri ve insanlığı kapsayan bir yaklaşımı gerektirmektedir.

Dünya ölçeğinde ekonomik ve ticarî hareketlerde evrensel ortak değerler ve kriterlerin uygulanması, birlik bilincine katkısı olacak önemli bir olgudur. Bilgi çağını yaşadığımız günümüzden bir asır önce Bediüzzaman tarafından söylenen ve ancak bugün anlaşılabilen, bilgi birikimi ve tecrübenin paylaşımının kalkınmaya vesile olduğu gerçeği ile ilgili şu cümleler dikkat edilmeye değer:

“Âlemde meylü’l-istikmalin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin semeratı ve tecarüb-i kesireyle ve netâic-i efkârın telâhukuyla teşekkül eden merdiven-i terakkinin basamakları hükmünde olan fünun ise, müterettibe ve müteavine ve müteselsiledirler.” (Muhakemat, Sayfa: 143)

“Onunla hilkat-i âlem, kanun-ı tekâmüle tâbidir. İnsan ise, âlemin semerat ve eczasından olduğundan, onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuttur.” (Muhakemat, Sayfa: 14)

“İşte, İslâmiyetin hakaiki hem mânen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.” (Hutbe-i Şamiye, Sayfa 29)

“Şeriat-ı garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-ı efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, şeriat-ı garrâ aynen maddî zihayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine bürhan-ı bâhirdir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, Sayfa 84)

“Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak, inşaallah. Hakîkat-i İslamiyenin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakîki medeniyeti görmeyi rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz.” (Tarihçe-i Hayat, Sayfa 84)

İhtiyacın kalkınmayı tetiklemesi

İhtiyacın, en etkili motivasyon aracı olduğu psiko-sosyal bir gerçektir. Günümüz insanının ihtiyaç kalemlerinin üçten üç yüze çıkmış olması, kalkınma motivasyonuna da tesir edecektir. Aynı zamanda fen ve san'atta gelişmelere vesile olacaktır. Bediüzzaman buna şu cümle ile işaret etmektedir:

“Kudret-i fâtıra, ihtiyaç ile hususan açlık ihtiyacıyla başta insan, bütün hayvânâtı gemlendirip nizama sokmuş. Hem Âlemi hercümerçten hâlâs edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek terakkiyâtı temin etmiştir.” (Mektubat, Sayfa 462)

Hayat standardının yükseltilmesi

Hayat standartlarının yükseltilmesi ülkelerin ulusal sorunu olmaktan çıkıp insanlığın ortak sorunu olduğu genel kabul görmekle beraber pratiğe yeterli yansımadığı bir gerçektir. Halbuki birçok uluslar arası toplantıların sonuç bildirilerini ve ortak deklarasyonlarını süsleyen beyanatlar, kâğıt üzerinden öteye geçmemiştir. 14 Haziran 1992 tarihli Rio de Jenerio deklarasyonunda hayat standardını yükseltmekle ilgili; “Bütün devletler ve insanlar hayat standardındaki eşitsizliği azaltmak ve dünya üzerindeki insanların çoğunluğunun ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için devam ettirilebilir gelişme için vazgeçilmez bir gereksinim olarak yoksulluğun yok edilmesi işinde işbirliği yapmalıdırlar. Kalkınma hakkı şimdiki ve gelecek nesillerin çevresel ve kalkınma gereksinimlerini adil olarak karşılayacak şekilde yerine getirilmelidir. Devam ettirilebilir kalkınma elde etmek için çevre koruması kalkınma sürecinin önemli bir parçasını teşkil etmeli ve bununla bir izolasyon içinde olduğu düşünülemez. Devam ettirilebilir kalkınma ve bütün insanlar için daha yüksek hayat kalitesi elde etmek için devletler üretim ve tüketimin devam ettirilemez örneklerini azaltmalı ve ortadan kaldırmalı ve uygun nüfus politikalarını desteklemelidirler.” ifadeleri kâinatla birliğin somut kabul göstergesidir.

Standartlaştırma

Uluslar arası mal ve hizmet dolaşımını kolaylaştırmak, insan sağlığı, çevre, kalite ve güvenlik gibi ortak beklentileri güvence altına almak gibi amaçları gerçekleştirmeye yönelik kurulmuş olan Uluslararası Standartlar Organizasyonunun (ISO), dünya birliği için önemli bir işleve sahip olduğuna inanıyoruz.

Bilindiği gibi bilişim teknolojilerinde ve bütün sanayi ürünlerinde belirlenen yeterlilik standartları evrensel birliğin gelişimine çok büyük katkılar sağlamaktadır.

Eğitimde ortak yaklaşım

Ürün ve hizmette kabul edilmiş müşterek kriterlerin belirlenebilmesinde olduğu gibi, insan kaynaklarının yeterliliklerinin belirlenmesinde de, yaklaşım birliği gerekmektedir. İnsanların, bilgi, beceri ve tutumlarında, temel değerler ve kriterleri dikkate alan eğitim, birlik bilincini geliştiren önemli etkenlerdendir. Bilim dili ve pozitif bilimin her dalında mevcut olan anlam birliğinin etkisini tartışılmaz bir olgudur.

Sağlık

Halen gündemde olan kuş gribi gibi hastalıkların yayılması, ülkelerin sınırlarını ve gümrük duvarlarını anlamsız kılmaktadır. Bu da sağlık alanında ülkeleri iş birliğine zorlayan canlı bir örnektir. Sağlık konusunda araştırma ve geliştirmede, ilâçların kullanımında, deneyimlerin paylaşımında sıkı bilgi paylaşımının ne kadar önemli olduğunda hiç kimse ve ülkenin şüphesi olamaz.

Dünya sağlık örgütü (WHO) gibi benzeri organizasyonların belirlediği kriterleri ve şartları yerine getiren ülkelerin bütün dünya ülkeleri ile birlik ruhunu daha iyi hayata geçirdikleri görülmektedir.

Çevre

Kişilerde görülen ben merkezli yaklaşımın bir başka versiyonu da ülkelerde görülmektedir. Kendi çöpünü başkasının kapısı önüne dökmekten farklı olmayan lokal yaklaşım global düşünceye yerini bırakmıştır.

14 Haziran 1992 Rio da Jenerio deklarasyonu ve KYOTO sözleşmesi çevre duyarlılığının en açık göstergesidir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin, kâinattaki mükemmel işleyişe, nizam ve intizama, temizliğe ve ahenge dikkatleri çekerek çevre bilincinin ve duyarlılığının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Cenâb-ı Allah’ın Kudüs ve Adl isimlerinin tecellilerini yorumlarken yaratılışta her şeyin çok güzel ve temiz olduğuna, kâinattaki denge ve ekosistemin muazzamlığına işaret ederek beşerin kirli elinin tabiatı kirlettiğini hatırlatmaktadır.

Uluslar arası antlaşmalarda daha yeni yer alan çevreye karşı duyarlılığın, çok önceden Bediüzzaman tarafından gösterilmiş olduğunu özellikle dikkatlere sunmak isteriz.

1. Kur’ân dünyaya bir bütün olarak bakar. Allah (c.c), semavatın ve arzın Rabbidir.

2. Arz canlı bir memur gibidir, hesapla ve dikkatle yaratılmıştır.

3. Arz, sema ve ikisi arasında bulunan her şey insanın emrine verilmiştir. Ama insan bu tasarrufta istediği gibi hareket edemez. Bu, belli kaideler, belli kurallar çerçevesinde olmalıdır.

4. Çevre emanettir. Kur’ân’a göre insan ile onu kuşatan fizikî çevre arasındaki hissi bağlantı sebebiyle insanoğlunun cezayı hak eden azgınlıklarına, çevre unsurları gazap etmekte, Allah’ın izni ile insanı cezalandırmaktadır. Nitekim günümüzde yaşadığımız küresel ısınma bunu ve beraberinde getirdiği çok ciddi sorunlar, bütün insanlığı kara kara düşündürmektedir.

5. Çevre krizinin temelinde sosyal kirlenme ve ahlâkî kriz yatmaktadır.

Keza Rio deklarasyonunda da;

“Devletler dünyanın ekosisteminin sağlık ve bütünlüğünü korumak, kollamak ve iyileştirmek için evrensel ortaklık ruhunda işbirliği içinde olmalılar. Evrensel çevre bozulmasına değişik katkılarından dolayı devletler ortak fakat farklılaşmış sorumluluklara sahiptirler.” denilmektedir.

—Devamı haftaya—