Nursî, iki kanatlı kavramını, öğrencisi Hasan Feyzi için de kullanır.
Nursî, Feyzinin ölümü dolayısıyla Denizliye, Nur Camiasına (daire) ve memlekete taziyede bulunurken onun, zülcenaheyn, hakikî mü'min, müdakkik bir âlim, yüksek bir edip, muallim, tesirli vaiz ve müderris olarak tavsif eder ve ölümünün büyük bir mûsibet olduğunu belirtir.9 Nursînin Hasan Feyzi için kullandığı iki kanatlı nitelemesi, gerçekte, Risâle-i Nuru bilmesi ve tebliğ etmesiyle ilgilidir. Zira Said Nursîye göre risâleler, zülcenaheyndir. Bu konuda şöyle der: Risâle-i Nur, hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi musahhar eder. Bunun içindir ki, yalnız akılla giden ehl-i mektep ve ehl-i felsefe ve kalp yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risâle-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mektep ve felsefe anlıyorlar ki, hakikî münevverlik, akıl ve kalp nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor. İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalple, hem akılla bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kurânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenâheyn olabilelim. İntibaha gelmiş olan ehl-i medrese vâkıf oluyorlar ki, eski zamanda medrese usûlüyle on beş senede elde edilebilen imanî ve İslâmî netice, bu zamanda, Risâle-i Nurla on beş haftada elde edilebiliyor. Üstadımız buyuruyorlar ki: Bir sene Risâle-i Nur derslerini anlayarak ve kabul ederek okuyan kimse, bu zamanın mühim ve hakikatli bir âlimi olabilir. Risâle-i Nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin nuranî meşrebini ve Sahabe-i Kirâmın âlî seciyesini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. İşte bu mezkûr vaziyet, bugünkü dünyaya taptaze, nuranî bir hayat ve yepyeni bir veçhe vererek şu hakikati gösteriyor ki: Çoktandır birbirine muarız zannedilen ehli mekteple ehl-i medreseyi ve ehl-i tekkeyi, Risâle-i Nur tevhid ve telif ediyor. Hem de, muaraza halinde olan şarkla garbı barıştırıyor.10
Said Nursînin zülcenaheyne verdiği bu anlam, hem Sirhindinin zülcenaheyn anlayışı, hem kendi anlayışının mezcedilmesinden ortaya çıkan anlamdır. Başka bir deyişle zülcenaheyn, hem akıl, hem kalple hakikate gitme yoludur. Bu yol aynı zamanda, hakikate ulaştıran Kurânî bir yoldur. Bu yol, Nursîye göre, Osmanlı döneminin sorunlarından biri olan ehl-i mekteple ehl-i medreseyi ve ehl-i tekkeyi tevhid ve telif eden bir yoldur. Yani birbiriyle mücadele ve muaraza halinde olan Şarkla Garbı barıştıran bir yoldur.
Said Nursînin zülcenaheyne verdiği bu anlamlar yanında, Risâlelerdeki mektuplarda, bazı öğrencilerinin ifadelerinde, iki kanatlı (zülcenaheyn) kavramı yer almaktadır. Sözgelimi Şamlı Hafız Tevfik, bir mektubunda, Mektubatından hareketle Sirhindi (ö. 1034 / 1624) ile Nursînin bir karşılaştırmasını yapar. Üstadının Sirhindiden birkaç noktada üstün olduğunu belirtir. Buna göre Sirhindi, zülcenaheyndir. Yani hem Kadiri, hem Nakşidir. Fakat Nakşilik daha baskındır. Buna karşılık üstadı, hem Kadiri, hem Şazelidir. Üstadın da Şazeli daha baskındır.11
Anlaşıldığı gibi Hafız Tevfik, iki kanatlı kavramını, iki tarikat geleneğini kendisinde mezceden anlamında kullanmaktadır. Bu Tevfikin verdiği birinci anlamdır. Ayrıca Tevfik, yaptığı karşılaştırmada zülcenaheyn kavramını ikinci bir anlamda daha kullanır. Yaptığı karşılaştırmaya göre Sirhindi, kendi zamanının gereği ilm-i tarikatı ve sünnet-i seniyyeyi esas almıştır, ama Sirhindi, tarikatı daha ziyade tutmuş, o noktada gayret sarf etmiştir. Üstadı Nursî ise ilm-i hakikati ve hakaik-i imaniye cihetini esas almış, tarikata üçüncü derecede bakmıştır.12 Said Nursînin kullandığı kavram konteksine geri dönüldüğünde, zülcenaheyn fikrinde o, Sirhindinin mirasçısıdır, denilebilir. Zira Nursînin, onun cübbe ve sarıkını hediye olarak kabul ettiğine, hediye için Allaha şükrediyorum dediğine bakılırsa, bu konuda Nursînin, Sirhindiye varis olduğu açıktır. Konumuzla ilgili olarak Nursînin, Mektubatında, Rabbaninin velâyet tanımlarıyla ilgili değerlendirmesini vermemiz bu düşüncemizi desteklemektedir. Nursî, Rabbaninin, Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.13 dediğini aktarmaktadır. Rabbaninin velâyet-i kübra ile kastettiği, kendi yolu olan Nakşi yoludur. Nakşi yolu, hakikate iki kanatla ulaşır. İşte bu iki kanattan birisi bu alıntıda, Nursî tarafından, hakaik-i imaniye, öteki feraiz-i diniye olarak ortaya konur. Nursî alıntıya devam eder. Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez.14 Nursînin Sirhindiye varis olduğu öteki hususlardan birisi, vahdet-i şuhud ve hakikat ya da hakaik kavramları, ile mücedditlik fikridir, diyebiliriz. Her iki husus, Sirhindinin tasavvufî düşünceye getirdiği yeniliklerdir.15 Nursînin de bu yenilikleri kabul ettiği, özellikle hakaik-i imaniye düşüncesini daha ileri noktaya taşıdığını söyleyebiliriz.
Sirhindi, yukarıda geçtiği gibi Nakşi geleneğe, yani tasavvufa mensup bir düşünürdür. Dolayısıyla Sirhindi, iki kanatlı fikrini, anlaşılacağı gibi Nakşi gelenekten alır. Nakşilik ise bu kavram geleneğini, Muhyiddin İbn Arabinin Fütühat-ı Mekkiye ile Fususul-Hikemine borçludur. Bu borcu, Nakşibendin halifesi Muhammed Parsa (ö. 822 / 1420), Fusus, candır, Fütühat, gönüldür diye ifade etmektedir.16 Bu sebeple olmalıdır ki Nakşiliğin düşünce alanındaki en bariz geleneklerinden birisi, İbn Arabinin Fususunu şerhetmedir. Burada Bahaeddin Nakşibendin (ö. 791 / 1389), Meşayıhtan her birinin aynasında iki yön vardır. Benim aynam ise altı yönlüdür dediğini hatırlamak gerekmektedir.17 Ayna kavramı, İbn Sinanın düşüncesinde yer verdiği kavramlardan biridir, ama iki kanatlı kavramı, Antik filozoflardan Eflatuna aittir. Eflatun, Phaidrosta, ruhun bir kanadını kaybederek düşüşünü (nüzul), bedenle birleşmesini, tekrar iki kanat sahibi olarak yükselişini (uruc) konu edinir. Bu konuyu o, iki yağız atlı arabacı meteforuyla ele alır.18 Dolayısıyla Eflatun-İbn Arabi-Nakşibend-Sirhindi-Nursî geleneğinde zülcenaheyn fikrinin geldiği noktanın iyi tesbit edilmesi gerekmektedir. Zira bu fikri geleneğin tesbiti, Osmanlı-İslâm düşüncesinin genel düşüncedeki yerini tesbit etme açısından önemlidir.
Hafız Tevfikin anlatımına geri dönersek, o bu konuda, mutasavvıflar ile ulema arasında tarih boyu az ya da çok yaşanan gerginliği konu edinerek, gerginliğin sebebinin, ulemanın peygamberin ilmine; mutasavvıfların, peygamberin ameline varis olmalarını gösterir. Halbuki Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta zülcenaheyn, yani iki kanatlı denilmektedir.19 Binaenaleyh, tarikattan maksat, azîmetlerle amel edip ahlâk-ı Peygamberî ile ahlâklanarak bütün mânevî hastalıklardan temizlenip Cenâb-ı Hakkın rızasında fani olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, ehl-i hakikattirler. Yani bu kimseler, tarikattan maksud ve matlub olan gayeye ermişler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler vaz eylemişlerdir.20
Hafız Tevfik iki kanatlı, yani tarikat-şeriat meselesini şöyle özetler. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarikattan düşen şeriata düşer, fakat-maazallah-şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır. Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzamanın açtığı nur yolu ile, hakikî ve şâibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilâf yoktur.21 Zira her ikisi de rıza-yı Bârîye ve binnetice Cennet-i âlâya ve dîdar-ı Mevlâya götüren yollardır.
Netice itibariyle Risâle-i Nurda yer alan iki kanatlı (zülcenaheyn) düşüncesinde, cenahlardan her biri hem bir bilgi alanını, hem bilginin kaynakını ifade etmektedir. Bilgi olarak cenahlardan biri din ilimlerini, öteki fen bilimlerini; kaynak olarak cenahlardan biri akılı öteki kalbi ifade etmektedir. Her iki kaynaktan her iki ilmi elde eden kimseyi ise Nursî, iki kanatlı (zülcenaheyn) olarak isimlendirmekte, ayrıca Risâle-i Nurun, insana her iki kanadı kazandıracağını söylemektedir.
SON