Bayram ve muvahhidîn’in kalpleri

Hakan YALMAN

Ramazan boyu Rabb-ı Kerim’in emrine itaat ile maddeden ve mülkten daha fazla mânâya ve Rab’lerine yönelmiş gönüllerin bayram zamanı geldi. Bu dönemde emre itaatin mükâfâtı ve bütün varlıklarla birlik ruhu hissetmek gibi iki kavram öne çıkıyor.

Bu his ile ortaya çıkan duyguların bir araya getirdiği topluluk muvahhidin şeklinde tanımlanmış ki, bu insanların kalpleri adeta tek kalp gibi atıyor ve zikirleri Allahu Ekber nidaları sanki tek ağızdan bütün uzay boşluğunu titretircesine gür çıkıyor. Ancak varlığın kesretindeki kırılmalar ve ayrışmalar bu birlik ruhunu baltalayıp ortak kalbi kırıyor ve çatışmalar başlıyor. Keşke, bu bayramı da buruklaştıran bu türden çatışmalar ve memleketimizde ardı ardına onlarca şehid, insanın Firavunluk ve her şeyi yutsa tok olmayacak benlik damarının ve anlamsız ihtiraslarının kurbanı olmasıydı. Ancak, bu haller muvahhidinin kalplerini tevhid nazarından uzaklaştırmamalı ve bayramın tevhid mânâsı gölgelenmemelidir.

Olayların bizim algılarımıza ulaşan boyutunun ötesinde anlamları olmalı. Çünkü varlık maddî âlemde ve gözlenen boyutun ötesinde bir sırla işliyor ve hayatın görünen boyutuna sığmayacak bir derinlik kendini hissettiriyor. İmam-ı Mübin, her şeyin aslını, özünü kuşatan mânâlar âlemidir. Yani her şeyin aslı mânâlardır. Bu esma-i İlâhiye’yi ifade eden mânâlar da,—esma mutlak olduğu için—mutlaktırlar. Yani bir sınır, şekil, zaman ve mekân içinde ifade edilemezler. Ancak bunların ifade edileceği, dolayısı ile cemal ve kemalin gösterileceği idrakler ve ifade edilecek alan sınırı ve mânâlara nisbeten “küçük bir sayfa” gibidir. Varlıklar âlemi, İmam-ı Mübin’deki külli mânâların ifade alanı olan sayfa konumundadır. Her bir hal, her bir duruş, her bir ses, her bir bakış, her bir kıpırdanış, kısacası kainatta değişim, başkalaşım adına ortaya çıkan her şey, farklı bir mânâ ifade eder. Külli mânâları cüz’î âleme sığdırmak için akıl almaz sıklıkta değişimler ve başkalaşımlar olur. Zerrelerde her an tazelenme, bu tazelenme içinde bir yerden başka bir yere, bir varlıktan diğerine süratle geçişler gözlenir. Karmaşa gibi görülen bu hızlı değişimler, mânâların küçük sayfada ifade edilebilmesi için silinip tekrar yazılması ve kalem ucunun sayfanın her yerine dar bir zaman aralığında ulaşabilmesi telaşının tezahürü olan aceleci tavırdan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu hal, esmanın—süratle akan bir nehirdeki damlacıklar üzerinde sabit, daimî ve kalıcı güneşin aksi misali—zerratın zaman nehrinde akmasıyla sürekli tazelenmesine benzer. Akıcı nehirde yansıyan güneş sabit olduğu için, onu yansıtan damlacıklar da sabitmiş gibi algılanır. Oysa, yansıtan damlacıklar sürekli yenilenmekte ve her yeni yansımada farklı mânâlar hâsıl olmaktadır. Varlık âleminde de benzer bir şekilde, sabit olan esmayı yansıtan varlıklarda bir süreklilik, kalıcılık, sabitlik gözlense bile, geri planındaki zerreler âleminde her an bir tazelenme vardır. İbda boyutundaki bu anlık yenilenmeler ile inşa boyutundaki ruh ve hayatı şekillendiren yenilenmeler, bu kavramların ortaya çıkışına zemin hazırladığı gibi, “makro boyutta”ki değişimleri de gösterir. Yağmur yağar, kelebekler uçar, güneş doğar, sosyal yaşantının koşuşturmacaları devam eder, çatışmalar, savaşlar olur, asırlar başkalaşır, kâinatın oluşumu ile ilgili değişim tezleri ortaya konur, bütün bunlar şuur sahiplerinin ruhlarında ma‘kes bulup şiirlere, romanlara, resimlere, türlü türlü san’atlara dönüşür. Algılarla, şuur sahiplerinin ruhlarında mânâlara dönüşür. O ruhlara ulaşmayanlar, “nazar-ı dekâik-âşin┠olan her türlü inceliği kuşatan küllî bakıştan uzak kalamazlar, onlar da mânâya dönüşürler. Gölgelemekle, değişimle, ârızîlikle ve acziyetle iç içe olan mülk geçicidir, değişir, her an tazelenir, itibarî ve farazî bir haldedir. Elle tutulur, gözle görülür bir temel yapı taşı arayan fizikçilerin mikro âlemde karşılaştıkları karışık, şekilsiz, soyut, ele avuca gelmez, kuşatılamaz bir dünya ile karşılaşmaları da bu hali doğruluyor olmalıdır. Mülkün faraziliği, sabit, kalıcı ve daimi olmayışı, bu âlemde daha net görülür. Bu ele avuca sığmayan zerreler, bir ân-ı seyyâlede çok çok küçük zaman dilimlerinde, bir an görüntüyü yansıtıp hemen kaybolurlar. Bu anlık değişimler ve başkalaşımlar, zerreler boyutunda varlığı makro boyuttaki gibi kuşatmamıza engel olurlar, âdetâ orası hayal âlemi gibidir. Makro boyutun kuşatabildiğimiz ve idrak edebildiğimiz görünümleri ise, hayâlî, kuşatılması imkânsız gözüken temel üzerine bina edilmiştir. Mülkün, varlığın, eşyanın özünde sabitlik, devamlılık, kararlılık ve beka görülmemektedir. Aslolan, kalıcı ve baki olan nihaî mahsulat ise mânâlardır. Bu yüzden zerrelerde ve bütün mahlukatta olabildiğince çok sayıda mânâya mazhar olma telâşını hissettiren bir meyil olarak değişimler, başkalaşımlar gözlenir. Merkezî bir konumu olan insanın telaşı ise, daha fazla mânâya muhatabiyet olmalıdır.

Günlük yaşantıyı değerlendirirken, acımasız katliamların, menfaat çatışmalarının, işkencelerin kısacası insandaki sınır tanımaz gadabî ve şehevî kuvvelerin uçlarda tezahürlerinin ortasında en uç zıtlıkları yaşarken zaman zaman varlığın kesretinden ve boğuculuğundan çıkıp bu mânâlar düşünülmezse büyük bir karamsarlık ve ruh çöküntüsü yaşanabilir. İnsanlık adına en uç şeylerin yaşandığı, iyilik ve kötülük namına en çarpıcı görüntülerin sahnesi olan şu âlem, her şekli ile esma hasıl etmektedir. Nazarlar fıtrî halleri olan işleyişin gerisindeki esmaya yönelmezse, varlığın ismî boyutu ile gölgelenir ve o nazarların gerisindeki ruhlar kararır. Oysa varlığın aslı ve özü esmadır. Esma ise hep aydınlıktır ve hep güzeldir. Tek yapılması gereken güzel düşünmek ve güzel görmek olmalıdır. Dünyanın çok iç karartıcı gibi gelen şu anki manzarası karşısında bile, olaylar arka planı ile algılanabildiğinde ya da görünenden arka plana çıkarımlar yapılabildiğinde, hayat çok daha güzel olacak ve her şeyin gerçek anlamına daha yakın bir bakış ortaya çıkacaktır.

Bunun en uygun zemini bayramlar olmalıdır. Acz ve fakrını daha belirgin hisseden ve mal-mülkün yalan olduğunu kalbinin derinliklerine nakşetmiş gönüller, dünya malı için, toprak için gönül kırmanın anlamsızlığını çok daha net hissedeceklerdir. Belki de bayramın insan ruhuna en büyük katkısı ve en belirgin hikmeti budur. Kırılan gönül kâbelerinin Âlemlerin Rabbi katında ne kadar büyük yeri ve önemi olduğunu bir idrak edebilsek bir gönülü dünyanın tamamına değişmezdik. Bu ruh haline ulaşmış bir insanın başka bir canlıyı öldürebilmesi mümkün olmadığı gibi, bir gönülü kırmaktan bile şiddetle uzaklaşacaktır. Bu bayram inşaallah bütün kalplerde birlik tohumları atılmasının mevsimi olur ve her olayın kalbimizdeki yansıması tevhid nazarı ile esmanın güzelliğini dokur.