Anayasal bir hak: Tesettür Özgürlüğü

Türkiye’de son günlerde de sık sık gündeme gelen "tesettür, örtünme, çağdaş kadın imajı" gibi konular, aşağı yukarı Türk modernleşme tarihiyle eşit yaşta olan bir tartışmadır. Tanzimat döneminden sonra başlayan "geleneksellikten soyutlanmış yeni kadın imajı" tartışmaları II. Meşrutiyet döneminde de bazı düşünürlerce dile getirilmişti. II. Meşrutiyet döneminde özellikle Abdullah Cevdet’in öncülüğünü yaptığını Garpçılık fikir hareketi içinde yer alan mütefekkirler geleneksel ve İslami olan toplumsal unsurların hepsinin Batı kültürüne uydurulması şeklinde bir formül ileri sürmüş ve bu formül çerçevesinde kadının da artık giyim, kuşam, yaşam tarzı gibi alanlarda değişerek Batılı kadınlara benzemeleri gerektiğini savunmuşlardı. "Kadının özgürlüğü, tesettür, Batılı kadın ile Doğulu kadın mukayeseleri" Cumhuriyet dönemine de intikal etmiş ve gerici-ilerici tartışmalarında en fazla gündeme getirilen konulardan birisi olmuştur. Bu dönemden itibaren tesettürün dini bir gereklilik olduğuna inanan ve tesettürü benimseyen kadınlar "geriliğin", tesettüre karşı gelerek tesettürsüzlüğü çağdaşlık olarak adlandıran kadınlar ise "çağdaşlığın" simgesi oldular. Kadına biçilen bu toplumsal rol kadını bir anlamda metalaştırdı. Kadın, içi doldurulmamış iki tercih ile baş başa bırakıldı: Batılı giyim tarzını benimseyerek çağdaş olacak veya dini yükümlülüğünü yerine getirerek "gerici kadın" olmayı benimseyecekti! Yani tesettürü benimsemek bir anlamda gericiliği kabullenmek ile eş anlamda tutulmuş ve kadının yaşam tarzını belirlemedeki özgür iradesi "gericilik paranoyası" ile tahakküm altına alınmıştır.

Tesettürün Hikmeti Nedir?

Bediüzzaman, tesettür meselesini işlemiş olduğu 24. Lem’a’da (Lem’alar, s. 197-205) tesettürün doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim’in bir emri olduğunu (Ahzap Suresi: 59) belirtmekte ve Türkiye’de tesettüre karşı çıkan ve Batı Medeniyetinin sefahate yönelik unsurlarını kolaylıkla benimsemekte beis görmeyen bir toplumsal grubun, tesettürü, kadının özgürlüğünü elinden alan bir simge olarak değerlendirdiğini belirtmektedir. Tesettür meselesi bu yüzden yalnızca Fıkıh ilminin sınırları içerisinde çözüme kavuşturulamaz. Bir başka deyişle fıkhi açıdan tesettürün gerçekten farz olup olmadığı sorusu ile tesettür meselesi halledilemeyecektir. Çünkü tesettürü kadının özgürlüğünü elinden alan bir simge olarak gören bir görüş doğrudan Kur’an-ı Kerim’in "örtünme" emrine ilkesel bir eleştiri ile karşı çıkmaktadır. Tesettürün kadının özgürlüğünü elinden aldığını iddia eden bu görüş, Türkiye’de aşağı yukarı II. Meşrutiyet döneminden beri varlığını sürdürmektedir. Bu görüş özellikle kadının toplumsal alanda tesettürlü bir şekilde varlığını sürdürmesinden rahatsız olmakta, tesettürün İlahi bir emir olduğunu, bu yüzden kişisel tercihi ortadan kaldırdığını ve bu emrin kadını örtünmeye mecbur bıraktığını ileri sürmektedir.1

Dinin bireysel vicdanda etkilerini kabul etmek istemeyen bu düşünce tarzına göre din, insanın özgürlüğünü elinden alan, insanı düşünceden, eleştirel yaklaşımdan uzaklaştıran yargılar bütünü şeklinde değerlendirilmektedir. Aynı yaklaşım dini bir gereklilik olan tesettür konusunda da benimsendiği için, tesettür, kadının özgürlüğünü kısıtlayan bir emir olarak adlandırılmaktadır. Halbuki Bediüzzaman, tesettürü kadınlar için esaret değil, hürriyet aracı olarak sunmaktadır.

Tesettür, kadının fıtratında (mahrem kişilere karşı hicap ve setr etme ihtiyacı) olan bir duygudur. Ancak Bediüzzaman’ın Tesettür Risalesi’ndeki "tesettür" tarifi yalnızca vücudun belirli bölümlerinin setredilmesini ifade etmemektedir. Bediüzzaman, tesettür terimini hem nefsi temizlik çerçevesinde, hem de fıkıhta gösterildiği şekilde giyinme şeklinde işlemektedir. Yani sadece örtünme kadının Ahzap Suresi’ndeki emri yerine getirmesine yetmemektedir. Salih amel, iffet ve takva ile birleştiği takdirde tesettür gerçek manasına kavuşacaktır. Bu yüzden tesettür konusunda örf-adet ve baskı gibi unsurların örtünmeye neden olduğu şeklindeki kadim tezlerin pek ciddiye alınacak yanı yoktur. Zira tesettür yalnızca giyim tarzını ifade etmez. Bu emrin içerisinde salih amel, iffet, takva, yani Allah’a karşı gelmekten sakınma gibi hassasiyetler beklenmektedir. Tesettür bir bütündür. Yalnızca giyim tarzına bakıp, o kadının tam mütedeyyin olduğuna ya da tesettürü tercih etmemiş bir şahsın bütünüyle günahkar olduğuna hükmetmek yanıltıcı olabilmektedir. Tesettürün iç boyutu ahlaki güzellik (özellikle Sünnet-i Seniyye’ye ittiba) ise dış boyutu da fıkıhta gösterildiği şekilde vücudun setredilmesidir. Azeri, söz konusu yazısında "örtünme" emrinin kadını, "örtünme yolu ile korunması gereken namus, onur, iffet gibi aşkın ve soyut bir varlığa" dönüştürdüğünü iddia etmektedir. Oysa tesettür, yerel değerlere, kültüre ve eğitim seviyesine göre farklılık gösteren "namus, iffet" gibi soyut olguların korunması değil, sınırları Sünnet-i Seniyye ile çizilmiş olan "takva"nın sağlanması için emredilen bir ibadettir. Bir bakıma insanın iç ve dış dünyasına İlahi bir terbiye getirmekte ve insanları hazlarının esiri olmaktan kurtarmaktadır.

Bediüzzaman’ın tesettür emrine yaklaşımında dikkat çeken bir diğer husus O’nun tesettüre işlevsel bir anlam yüklemiş olduğudur. Bediüzzaman, özellikle kadın-erkek ilişkilerinde tesettürün (takvanın ve fıkıhta gösterildiği şekilde örtünmenin) güven, sadakat ve muhabbet duygularını güçlendireceğini, tesettürsüzlüğün ise kadın-erkek arasındaki sadakat ve muhabbet duygularını ortadan kaldırmaya elverişli bir toplumsal yapıya neden olacağını ifade etmektedir. Buna göre tesettür öncelikle emr-i İlahi olduğu için yerine getirilmesi farz olan bir ibadettir ve toplumsal hayatta kadın-erkek ilişkilerinde nefsani arzuların etkisini vasata, yani Sünnet-i Seniyye ölçülerine çekecek bir işleve sahiptir. Özetlemek gerekirse, tesettür bütün ibadetlerde olduğu gibi öncelikle Allah’ın emri olduğu için yerine getirilmesi gereken ve kadına/erkeğe yükümlülükler yükleyen bir ibadettir. İç ve dış olmak üzere iki boyutu vardır. Ahlaki boyutu iç dünyanın terbiye edilmesiyle bağlantılıdır ve bu kişinin nefsani terbiyesiyle doğru orantılıdır. Dış boyutu ise fıkıhta gösterildiği şekilde vücudun setredilmesidir.

Batılılaşma Zihniyetimiz Kadının Tesettürlü Olmasını Kabullenemiyor

Tesettür gerginliğinin bir türlü çözüme kavuşturulamamasının önemli nedenlerinden birisi tesettürün hukuki bir yaklaşım yerine siyasi önyargılarla değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmede hiç kuşkusuz Batılılaşma-modernleşme ve laiklik anlayışımızın dini, bireysel ve toplumsal alandan dışlanması gereken dogmalar bütünü olarak algılaması önemli yer tutmaktadır. Bediüzzaman’ın Tesettür Risalesi"ni (24. Lem’a) 1934 yılında yazdığını düşündüğümüz takdirde-ki bu risalede de tesettür karşıtı olan grupların varlığından bahsedilmektedir-tesettür probleminin Cumhuriyet döneminden bu yana hukuki çözüm yolları yerine siyasi önyargılar ile değerlendirildiğini göstermektedir. Türkiye’de "seçkin bürokrat" kitlenin tesettürü yasaklama eğilimi ve "çağdaş kadın imajı" adı altında tesettürsüz kadınların örnek gösterilmesi Cumhuriyet döneminde sıkça uygulanmıştır. Resmi söylemlerde sık sık çağdaş kadının tesettürsüzlükle özdeşleştirilmesi Batılılaşma-modernleşme zihniyetimizin çarpıklığını ve tesettürü dışlayan özelliğini göstermektedir. Türkiye’de bürokratların tesettür karşıtı olmalarının en önemli göstergelerinden birisi kılık-kıyafet reformunda görülmektedir. Cihan Aktaş "Kılık, Kıyafet ve İktidar" isimli kitabında kılık kıyafet değişikliğine ilişkin kanunların dini ve ananevi kültürü temsil eden kıyafetlerin toplumsal hayattan çekilmesi amacıyla yapıldığını ifade eder. (Kılık, Kıyafet ve İktidar, Nehir Yayınları, İstanbul, 1989, s. 137). Tek Parti ideolojisi tesettüre hiçbir şekilde müsamaha göstermeye yanaşmamıştır. Bilakis tesettür gibi dini yükümlülüklerden ötürü ortaya çıkan olguları medenileşme projelerinin önünde bir engel olarak görmüştür. Bu yüzden aşağı yukarı Cumhuriyet ile yaşıt olan ilerici-gerici tartışmalarında kadın hep odak noktada yer almış ve tesettürlü kadın her zaman gerici zihniyeti temsil ediyormuş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılmıştır.

Anayasanın 14. Maddesindeki Muğlaklık Giderilmelidir

Temel hak ve hürriyetlerin en başta gelenlerinden olan din ve vicdan hürriyeti, Anayasanın 24. maddesinde garanti altına alınmıştır. Ancak 24. madde ile garanti altına alınan din ve vicdan hürriyeti 14. maddenin hükmüyle içeriği tam belli olmayacak şekilde daraltılmıştır. 14. madde ile din, vicdan ve ibadet hürriyetine evhamlı ve müphem bir anlam yüklenmiş ve bu hürriyetlerin devletin bölünmez bütünlüğünü bozacak ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldıracak şekilde kullanılamayacağı ifade olunmaktadır. Tesettür de bir ibadet olduğuna göre Türkiye’de tesettürü kısıtlayan ve ortadan kaldırmaya çalışan zihniyetin Anayasanın öncelikle 24. maddesini ihlal ettiğini söylemek mümkündür. Ancak 14. madde Türkiye’deki siyasal kültürün önyargılarını açıkça belli ettiği için tesettür yasakçılığının kaynağını 14. maddede aramak mümkün olsa gerektir. Zira Türkiye’de kamu ve eğitim kurumlarında tesettüre müsamaha etmeyen ve tesettürü "gericilik" ile özdeşleştiren zihniyet tesettüre "siyasal simge" etiketini yapıştırarak yasakçılıklarına anayasal bir kılıf bulmaktadırlar. Ayrıca tesettürün devletin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik hareket ve fikirlerin simgesi şeklindeki yakıştırmalar da tesettüre siyasal mana yüklenmesinin uzantılarıdır. Türkiye gündeminde her zaman dramatik bir şekilde yer alan tesettür meselesinin "özgürlükler hukuku"na uygun şekilde çözülebilmesi için 14. maddenin muğlaklığının giderilmesi gerekmektedir. Türkiye’de "kısıtlanan bir ibadet" olan tesettürün devletin temel niteliklerine aykırı bir ibadet olarak yorumlanması, tesettürün siyasi ve ideolojik önyargılarla değerlendirildiğini göstermektedir. Eğer tesettür böyle bir tehlike taşımıyorsa tesettürlü insanlara Anayasanın 24. maddesinde tanınan din, vicdan ve ibadet hürriyetinin tam anlamıyla sağlanması devletin temel görevlerinden olmalıdır. Tesettürlü insanların böyle anayasal suçlara iştirak bile etmedikleri düşünülürse, en azından suç işlemesinin tesettürü ile ilgisi olmadığı göz önüne getirilirse, Anayasanın 14. maddesinin ideolojik ve siyasi önyargılar ile yorumlandığı görülebilecektir. Anayasanın 5. maddesindeki "…kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak" şeklindeki hükme göre devletin bütün vatandaşlarına maddi ve manevi imkanlar sunmakta eşit davranması gerekmektedir. Anayasanın 10. maddesi "herkesin kanun önünde eşit olduğunu ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağını" düzenlemektedir. Türkiye’nin siyasal ve kültürel şartlarına bakıldığı takdirde tesettürlü insanların başta eğitim olmak üzere bir çok anayasal haktan mahrum edildikleri görülmektedir. Bu yüzden Türkiye’deki tesettürü yasaklayan düşünce yapısı, başta Anayasanın 24. maddesinde düzenlenen din ve ibadet hürriyeti ilkesini ve kamusal imkanlardan vatandaşları eşit faydalandırma zorunluluğunu düzenleyen 5. maddeyi ihlal etmektedir. Din ve ibadet hürriyetinin kısıtlanabilirliğini düzenleyen 14. madde ise Türkiye’nin siyasal şartlarında geniş şekilde yorumlanabileceği, ideolojik önyargılar ile değerlendirilebileceği için tesettür meselesinin temel hak ve hürriyetler, özgürlükler çerçevesinde çözülmesini imkansızlaştırmaktadır.

Sonuç

Türkiye’de devletin tesettüre önyargı ile yaklaşması, gericilik ile bir tutması ve tesettüre siyasal mana yüklemesi Cumhuriyet sonrası modernleşme anlayışımızın içeriğini en net ortaya koyan olgulardan birisidir. Tesettür meselesinde özgürlük ile otorite arasında denge kurup, özgürlük alanını genişletmek yerine, tesettür kamusal alandan kovulması gereken simge olarak değerlendirilmiştir. Bu yasakçılığın temel nedeni de tesettüre hukuk ve adalet penceresinden bakmak yerine tesettürü siyasi ve ideolojik önyargılarla algılamaktır. Tesettür tartışmalarının arttığı dönemlerde bu vesile ile irtica paranoyası gündeme rahatlıkla getirilmiştir. Tesettür konusundaki bu gerginlik modernleşme anlayışımızın din ile hesaplaşmayı da içeren çatışmacı yönünü göz önüne sermiştir. Tesettür probleminin çözülme imkanı devletin laiklik anlayışının özgürlükler lehine değişmesiyle doğrundan bağlantılıdır. Tesettür yasakçılarının kültürel ve sosyal gerçekleri göz ardı edip, meseleye ideolojik önyargı ile yaklaşmaları devam ettiği sürece tesettür meselesi çoğulculuğun değil çoğunlukçuluğun galip gelmesi anlamına gelecektir. Çoğulculuk ise demokrasinin vazgeçilmez niteliklerindendir. 14. madde içeriği itibariyle çoğulculuğa engel olabilecek niteliktedir. Tekrar gözden geçirilmesi ve belli bir standarda bağlanması şarttır.


Anayasal bir hak: TESETTÜR ÖZGÜRLÜĞÜ

Türkiye’nin gündeminden düşmeyen “tesettür, örtünme, çağdaş kadın imajı” gibi konular, aşağı yukarı Türk modernleşme tarihiyle eşit yaşta olan bir tartışmadır. Tanzimat döneminden sonra başlayan “geleneksellikten soyutlanmış yeni kadın imajı” tartışmaları II. Meşrûtiyet döneminde de bazı düşünürlerce dile getirilmişti. II. Meşrûtiyet döneminde özellikle Abdullah Cevdet’in öncülüğünü yaptığını Garpçılık fikir hareketi içinde yer alan mütefekkirler geleneksel ve İslâmî olan toplumsal unsurların hepsinin Batı kültürüne uydurulması şeklinde bir formül ileri sürmüş ve bu formül çerçevesinde kadının da artık giyim, kuşam, hayat tarzı gibi alanlarda değişerek Batılı kadınlara benzemeleri gerektiğini savunmuşlardı. “Kadının özgürlüğü, tesettür, Batılı kadın ile Doğulu kadın mukayeseleri” Cumhuriyet dönemine de intikal etmiş ve gerici-ilerici tartışmalarında en fazla gündeme getirilen konulardan birisi olmuştur. Bu dönemden itibaren tesettürün dinî bir gereklilik olduğuna inanan ve tesettürü benimseyen kadınlar “geriliğin”, tesettüre karşı gelerek tesettürsüzlüğü çağdaşlık olarak adlandıran kadınlar ise “çağdaşlığın” simgesi oldular. Kadına biçilen bu toplumsal rol kadını bir anlamda metalaştırdı. Kadın, içi doldurulmamış iki tercih ile başbaşa bırakıldı: Batılı giyim tarzını benimseyerek çağdaş olacak veya dini yükümlülüğünü yerine getirerek “gerici kadın” olmayı benimseyecekti! Yani tesettürü benimsemek bir anlamda gericiliği kabullenmek ile eş anlamda tutulmuş ve kadının hayat tarzını belirlemedeki özgür iradesi “gericilik paranoyası” ile tahakküm altına alınmıştır.

Tesettürün hikmeti nedir?

Bediüzzaman, tesettür meselesini işlemiş olduğu 24. Lem’a’da (Lem’alar, s. 197-205) tesettürün doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerim’in bir emri olduğunu (Ahzap Sûresi: 59) belirtmekte ve Türkiye’de tesettüre karşı çıkan ve Batı Medeniyetinin sefahate yönelik unsurlarını kolaylıkla benimsemekte beis görmeyen bir toplumsal grubun, tesettürü, kadının özgürlüğünü elinden alan bir simge olarak değerlendirdiğini belirtmektedir. Tesettür meselesi bu yüzden yalnızca Fıkıh ilminin sınırları içerisinde çözüme kavuşturulamaz. Bir başka deyişle fıkhî açıdan tesettürün gerçekten farz olup olmadığı sorusu ile tesettür meselesi halledilemeyecektir. Çünkü tesettürü kadının özgürlüğünü elinden alan bir simge olarak gören bir görüş doğrudan Kur’ân-ı Kerim’in “örtünme” emrine ilkesel bir eleştiri ile karşı çıkmaktadır. Tesettürün kadının özgürlüğünü elinden aldığını iddia eden bu görüş, Türkiye’de aşağı yukarı II. Meşrûtiyet döneminden beri varlığını sürdürmektedir. Bu görüş özellikle kadının toplumsal alanda tesettürlü bir şekilde varlığını sürdürmesinden rahatsız olmakta, tesettürün İlâhî bir emir olduğunu, bu yüzden kişisel tercihi ortadan kaldırdığını ve bu emrin kadını örtünmeye mecbur bıraktığını ileri sürmektedir.

Dinin bireysel vicdanda etkilerini kabul etmek istemeyen bu düşünce tarzına göre din, insanın özgürlüğünü elinden alan, insanı düşünceden, eleştirel yaklaşımdan uzaklaştıran yargılar bütünü şeklinde değerlendirilmektedir. Aynı yaklaşım dinî bir gereklilik olan tesettür konusunda da benimsendiği için, tesettür, kadının özgürlüğünü kısıtlayan bir emir olarak adlandırılmaktadır. Halbuki Bediüzzaman, tesettürü kadınlar için esaret değil, hürriyet aracı olarak sunmaktadır.

Tesettür, kadının fıtratında (mahrem kişilere karşı hicap ve setr etme ihtiyacı) olan bir duygudur. Ancak Bediüzzaman’ın Tesettür Risâlesi’ndeki “tesettür” tarifi yalnızca vücudun belirli bölümlerinin setredilmesini ifade etmemektedir. Bediüzzaman, tesettür terimini hem nefsi temizlik çerçevesinde, hem de fıkıhta gösterildiği şekilde giyinme şeklinde işlemektedir. Yani sadece örtünme kadının Ahzap Sûresi’ndeki emri yerine getirmesine yetmemektedir. Salih amel, iffet ve takva ile birleştiği takdirde tesettür gerçek mânâsına kavuşacaktır. Bu yüzden tesettür konusunda örf-adet ve baskı gibi unsurların örtünmeye sebep olduğu şeklindeki kadim tezlerin pek ciddiye alınacak yanı yoktur. Zira tesettür yalnızca giyim tarzını ifade etmez. Bu emrin içerisinde salih amel, iffet, takva, yani Allah’a karşı gelmekten sakınma gibi hassasiyetler beklenmektedir. Tesettür bir bütündür. Yalnızca giyim tarzına bakıp, o kadının tam mütedeyyin olduğuna ya da tesettürü tercih etmemiş bir şahsın bütünüyle günahkâr olduğuna hükmetmek yanıltıcı olabilmektedir. Tesettürün iç boyutu ahlâkî güzellik (özellikle Sünnet-i Seniyye’ye ittiba) ise dış boyutu da fıkıhta gösterildiği şekilde vücudun setredilmesidir. Azeri, söz konusu yazısında “örtünme” emrinin kadını, “örtünme yolu ile korunması gereken namus, onur, iffet gibi aşkın ve soyut bir varlığa” dönüştürdüğünü iddia etmektedir. Oysa tesettür, yerel değerlere, kültüre ve eğitim seviyesine göre farklılık gösteren “namus, iffet” gibi soyut olguların korunması değil, sınırları Sünnet-i Seniyye ile çizilmiş olan “takva”nın sağlanması için emredilen bir ibadettir. Bir bakıma insanın iç ve dış dünyasına İlâhî bir terbiye getirmekte ve insanları hazlarının esiri olmaktan kurtarmaktadır.

Bediüzzaman’ın tesettür emrine yaklaşımında dikkat çeken bir diğer husus Onun tesettüre işlevsel bir anlam yüklemiş olduğudur. Bediüzzaman, özellikle kadın-erkek ilişkilerinde tesettürün (takvanın ve fıkıhta gösterildiği şekilde örtünmenin) güven, sadakat ve muhabbet duygularını güçlendireceğini, tesettürsüzlüğün ise kadın-erkek arasındaki sadakat ve muhabbet duygularını ortadan kaldırmaya elverişli bir toplumsal yapıya sebep olacağını ifade etmektedir. Buna göre tesettür öncelikle emr-i İlâhî olduğu için yerine getirilmesi farz olan bir ibadettir ve toplumsal hayatta kadın-erkek ilişkilerinde nefsanî arzuların etkisini vasata, yani Sünnet-i Seniyye ölçülerine çekecek bir işleve sahiptir. Özetlemek gerekirse, tesettür bütün ibadetlerde olduğu gibi öncelikle Allah’ın emri olduğu için yerine getirilmesi gereken ve kadına/erkeğe yükümlülükler yükleyen bir ibadettir. İç ve dış olmak üzere iki boyutu vardır. ahlâkî boyutu iç dünyanın terbiye edilmesiyle bağlantılıdır ve bu kişinin nefsanî terbiyesiyle doğru orantılıdır. Dış boyutu ise fıkıhta gösterildiği şekilde vücudun setredilmesidir.

Batılılaşma zihniyetimiz kadının tesettürlü olmasını kabullenemiyor

Tesettür gerginliğinin bir türlü çözüme kavuşturulamamasının önemli sebeplerinden birisi tesettürün hukuki bir yaklaşım yerine siyasî önyargılarla değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmede hiç kuşkusuz Batılılaşma-modernleşme ve laiklik anlayışımızın dini, bireysel ve toplumsal alandan dışlanması gereken dogmalar bütünü olarak algılaması önemli yer tutmaktadır. Bediüzzaman’ın Tesettür Risâlesi”ni (24. Lem’a) 1934 yılında yazdığını düşündüğümüz takdirde-ki bu Risâlede de tesettür karşıtı olan grupların varlığından bahsedilmektedir-tesettür probleminin Cumhuriyet döneminden bu yana hukukî çözüm yolları yerine siyasî önyargılar ile değerlendirildiğini göstermektedir. Türkiye’de “seçkin bürokrat” kitlenin tesettürü yasaklama eğilimi ve “çağdaş kadın imajı” adı altında tesettürsüz kadınların örnek gösterilmesi Cumhuriyet döneminde sıkça uygulanmıştır. Resmî söylemlerde sık sık çağdaş kadının tesettürsüzlükle özdeşleştirilmesi Batılılaşma-modernleşme zihniyetimizin çarpıklığını ve tesettürü dışlayan özelliğini göstermektedir. Türkiye’de bürokratların tesettür karşıtı olmalarının en önemli göstergelerinden birisi kılık-kıyafet reformunda görülmektedir. Cihan Aktaş “Kılık, Kıyafet ve İktidar” isimli kitabında kılık kıyafet değişikliğine ilişkin kanunların dini ve ananevî kültürü temsil eden kıyafetlerin toplumsal hayattan çekilmesi amacıyla yapıldığını ifade eder. (Kılık, Kıyafet ve İktidar, Nehir Yayınları, İstanbul, 1989, s. 137). Tek Parti ideolojisi tesettüre hiçbir şekilde müsamaha göstermeye yanaşmamıştır. Bilâkis tesettür gibi dinî yükümlülüklerden ötürü ortaya çıkan olguları medenileşme projelerinin önünde bir engel olarak görmüştür. Bu yüzden aşağı yukarı Cumhuriyet ile yaşıt olan ilerici-gerici tartışmalarında kadın hep odak noktada yer almış ve tesettürlü kadın her zaman gerici zihniyeti temsil ediyormuş gibi bir izlenim oluşturulmaya çalışılmıştır.

Anayasanın 14. maddesindeki muğlaklık giderilmelidir

Temel hak ve hürriyetlerin en başta gelenlerinden olan din ve vicdan hürriyeti, Anayasanın 24. maddesinde garanti altına alınmıştır. Ancak 24. madde ile garanti altına alınan din ve vicdan hürriyeti 14. maddenin hükmüyle içeriği tam belli olmayacak şekilde daraltılmıştır. 14. madde ile din, vicdan ve ibadet hürriyetine evhamlı ve müphem bir anlam yüklenmiş ve bu hürriyetlerin devletin bölünmez bütünlüğünü bozacak ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldıracak şekilde kullanılamayacağı ifade olunmaktadır. Tesettür de bir ibadet olduğuna göre Türkiye’de tesettürü kısıtlayan ve ortadan kaldırmaya çalışan zihniyetin Anayasanın öncelikle 24. maddesini ihlâl ettiğini söylemek mümkündür. Ancak 14. madde Türkiye’deki siyasal kültürün önyargılarını açıkça belli ettiği için tesettür yasakçılığının kaynağını 14. maddede aramak mümkün olsa gerektir. Zira Türkiye’de kamu ve eğitim kurumlarında tesettüre müsamaha etmeyen ve tesettürü “gericilik” ile özdeşleştiren zihniyet tesettüre “siyasal simge” etiketini yapıştırarak yasakçılıklarına anayasal bir kılıf bulmaktadırlar. Ayrıca tesettürün devletin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik hareket ve fikirlerin simgesi şeklindeki yakıştırmalar da tesettüre siyasal mânâ yüklenmesinin uzantılarıdır. Türkiye gündeminde her zaman dramatik bir şekilde yer alan tesettür meselesinin “özgürlükler hukuku”na uygun şekilde çözülebilmesi için 14. maddenin muğlaklığının giderilmesi gerekmektedir. Türkiye’de “kısıtlanan bir ibadet” olan tesettürün devletin temel niteliklerine aykırı bir ibadet olarak yorumlanması, tesettürün siyasî ve ideolojik önyargılarla değerlendirildiğini göstermektedir. Eğer tesettür böyle bir tehlike taşımıyorsa tesettürlü insanlara Anayasanın 24. maddesinde tanınan din, vicdan ve ibadet hürriyetinin tam anlamıyla sağlanması devletin temel görevlerinden olmalıdır. Tesettürlü insanların böyle anayasal suçlara iştirak bile etmedikleri düşünülürse, en azından suç işlemesinin tesettürü ile ilgisi olmadığı göz önüne getirilirse, Anayasanın 14. maddesinin ideolojik ve siyasi önyargılar ile yorumlandığı görülebilecektir. Anayasanın 5. maddesindeki “…kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak” şeklindeki hükme göre devletin bütün vatandaşlarına maddî ve mânevî imkânlar sunmakta eşit davranması gerekmektedir. Anayasanın 10. maddesi “herkesin kanun önünde eşit olduğunu ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağını” düzenlemektedir. Türkiye’nin siyasal ve kültürel şartlarına bakıldığı takdirde tesettürlü insanların başta eğitim olmak üzere bir çok anayasal haktan mahrum edildikleri görülmektedir. Bu yüzden Türkiye’deki tesettürü yasaklayan düşünce yapısı, başta Anayasanın 24. maddesinde düzenlenen din ve ibadet hürriyeti ilkesini ve kamusal imkânlardan vatandaşları eşit faydalandırma zorunluluğunu düzenleyen 5. maddeyi ihlâl etmektedir. Din ve ibadet hürriyetinin kısıtlanabilirliğini düzenleyen 14. madde ise Türkiye’nin siyasal şartlarında geniş şekilde yorumlanabileceği, ideolojik önyargılar ile değerlendirilebileceği için tesettür meselesinin temel hak ve hürriyetler, özgürlükler çerçevesinde çözülmesini imkânsızlaştırmaktadır.

Sonuç

Türkiye’de devletin tesettüre önyargı ile yaklaşması, gericilik ile bir tutması ve tesettüre siyasal mânâ yüklemesi Cumhuriyet sonrası modernleşme anlayışımızın muhtevasını en net ortaya koyan olgulardan birisidir. Tesettür meselesinde özgürlük ile otorite arasında denge kurup, özgürlük alanını genişletmek yerine, tesettür kamusal alandan kovulması gereken simge olarak değerlendirilmiştir. Bu yasakçılığın temel sebebi de tesettüre hukuk ve adalet penceresinden bakmak yerine tesettürü siyasî ve ideolojik önyargılarla algılamaktır. Tesettür tartışmalarının arttığı dönemlerde bu vesile ile irtica paranoyası gündeme rahatlıkla getirilmiştir. Tesettür konusundaki bu gerginlik modernleşme anlayışımızın din ile hesaplaşmayı da içeren çatışmacı yönünü göz önüne sermiştir. Tesettür probleminin çözülme imkânı devletin laiklik anlayışının özgürlükler lehine değişmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Tesettür yasakçılarının kültürel ve sosyal gerçekleri göz ardı edip, meseleye ideolojik önyargı ile yaklaşmaları devam ettiği sürece tesettür meselesi çoğulculuğun değil çoğunlukçuluğun galip gelmesi anlamına gelecektir. Çoğulculuk ise demokrasinin vazgeçilmez niteliklerindendir. 14. madde muhtevası itibariyle çoğulculuğa engel olabilecek niteliktedir. Tekrar gözden geçirilmesi ve belli bir standarda bağlanması şarttır.