Ailede Çocuk ve Gençler

Risale-i Nur Modelleri

IV. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
1-2 Ekim 2005 / ŞANLIURFA

Giriş

İnsanın kul olarak Allah'a karşı durumu, acziyetini ifade ederek isteklerine ulaşan nazik ve nazenin bir çocuğa benzer. Müslüman için hayattaki nimetlerin hepsi, sevgi ve ilginin merkezi olabilir. Bu nimet ve güzelliklerle olan ilişkinin esası, nimetlerin Cenâb-ı Hakk'ın ihsan, ikram ve hediyesi olduklarını bilmektir.

Böyle bir yaklaşım, insanın kendini, gençliğini, eşini, çocuklarını, anne babası, akraba ve dostlarını Allah namına sevmektir.

Bu anlamda, Bediüzzaman cemiyetin topyekûn saadetini kucaklayan bir yaklaşıma sahiptir. Nübüvvet nurundan istifade etmemiş Batı felsefesi cemiyette güçlü, zengin ve sadece sağlıklı kimselerin mutlu olabileceklerini öngörürken; Said Nursi, hasta, çocuk, ihtiyar, fakir, kadın-erkek, genç ve orta yaşlı herkes için aldatıcı olmayan bir saadet formülü sunmaktadır: O da mülkün sahibi olarak Allah'ı tanımak ve her şeyi Allah'ın rızası istikametinde yönlendirme gayreti içinde bulunmaktır.

Aile

Bediüzzaman'a göre aile, insanlığın en cemiyetli ve esaslı merkezi dünyevî saadet için de bir cennet ve melce', en büyük tahassungâhı ve küçük bir dünyasıdır.

Toplumun en hayatî uzvu ve milletin ilk nüvesi olan aile, sadece cismanî arzuların tatmin vasıtası değildir. Dinimiz neslin devamını sağlayan ve insanları kötülüklerden koruyan aileyi, kudsî bir müessese kabul etmiştir. O, gerçekten mukaddes bir müessese olarak tarihten günümüze kendi misyonunu ortaya koymuştur. Bu misyon ve kudsiyetin en belirgin çizgisi de nikâhtır. İnsanın en ziyade ihtiyacını tatmin eden, kalbine karşılık bir kalbin mevcut bulunmasıdır. Böylece her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele edebilir, sevinç ve lezzetlerde birbirine ortak; gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine yardımcı olabilirler.

Ailenin huzuru için gerekli ve önemli bir unsur kanaat ve şükürdür. Kanaat, güzel geçinmek için bir hazine, hırs ise hasaret ve sefalet sebebidir.

Erkek, sevgisini kadının suri güzelliğine değil, onların kadınlığa mahsus şefkat ve ahlâk güzelliğine bina etmelidir.

"Mübarek kadın taifesi, fıtraten yüksek ahlâka menşe' olduğu gibi, fısk ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar İslâm terbiyesi içinde hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûklardır." (24. Lem'a, 691)

Kadın

Kadının fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyli vardır. Evlilik bu meylin fitrî bir tatmin vesilesidir. Evlilikten maksat hayırlı evlât sahibi olarak neslin sürekliliğini sağlamaktır. Evlilikte her açıdan denklik aranmakla beraber, en mühimi diyanet noktasındadır.

Kadının en büyük ziyneti İslâm terbiyesidir. Erkekteki cesaret ve sehavet kadında bulunsa, bu, ailevî emniyet ve sadakata zarar verir. Kadının en büyük hasleti sadakattir.

Kadınlar birer şefkat kahramanı olup, çocuklarının rahatı için ruhunu feda etmekten çekinmez ve buna karşılık hiçbir şey beklemezler. Fakat şefkat, doğru bir şekilde kullanılmalıdır. Hakikî ihlâs ve fedakârlık taşıyan her anne, çocuğunun sadece dünyevî istikbalini düşünse ve elmas hazinesi olan ahiretini hiç dikkate almasa fıtratındaki sevgi ve şefkati kötüye kullanmış olur.

Kadının aile içerisindeki en önemli rolü, çocukların fikrî, ahlâkî ve dinî eğitiminde ilk harcı koyan kişi olmasıdır. Annenin ilk yaşlarda yapmış olduğu telkinler, vermiş olduğu dersler, kişinin hayatı boyunca tesirini sürdürecek ve büyük bir önem taşıyacaktır.

Aile hayatına Ahiret imanı hükmetmezse herkes şefkat ve muhabbet derecesine göre endişe ve azap çeker. Meselâ, valide ruhunu fedâ ettiği evlâdını daima tehlikelere maruz gördükçe daimî bir keder ve korkaklık hisseder. Aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder.

Çocuklar

Risâle-i Nur'da çocuk, Allah'ın, anne ve babaların gözetim ve terbiyesine emanet ettiği sevimli ve şirin bir varlık olarak tanımlanmıştır. Tertemiz kalbiyle, verilecek her şeyi almaya kabiliyetlidir.

Risâle-i Nur'dan anladığımıza göre, ailede çocuklar ancak Allah'a iman ve İslâmî terbiye ile hayatın sıkıntılarına göğüs gerebilirler. Cennet fikrinin, çocuğun iç dünyasında büyük bir boşluğu doldurabileceği bilinmelidir. Çünkü çocuk, çevresinde yaşanan ölüm vb. üzücü olaylardan fazlasıyla etkilenen bir ruh haline sahiptir. Kendisine telkin edilecek ahiret ve cennet fikriyle, dehşetli ve ağlatıcı görünen musibet ve ölümlere karşı dayanabilirler.

İnsan hayvanî bir cesetten ibaret olmadığından mânevî ihtiyaçlarını ihmal edip sadece dünyevi terbiye ile yetiştirmek, cesedi beslemek için kalbini çıkarıp yedirmek kadar yanlış ve eksik olacaktır. Çocuklarımızın dünyalarını düşündüğümüz kadar, ebedî hayatlarını da düşünmeli, onları oraya göre hazırlamalı, nazarları sadece dünyevî maksat ve gayelere çevirmekten uzak durmalıyız. Çünkü çocuklara dinî terbiye yerine sadece medenî terbiye verilirse, anne babanın göstermiş olduğu şefkat ve merhametine karşılık hak ettikleri sevgi ve hürmeti görememe ihtimali daha yüksektir. Küçüklüğünde iman dersi almayan bir çocuk, daha sonra pek zor bir şekilde iman ve İslâmın esaslarını ruhuna sindirebilir. Bu, bir gayr-i müslimin İslâmiyet'i kabul etmesi kadar zor olur.

Bediüzzaman, evlerin iman hakikatlerinin öğrenildiği birer irfan mektebi haline gelmesiyle evlilik sünnetinin ikmal edilebileceğini söyler. Evlerimizde daima Kur'ân sesi yükselmeli, okunmalı, dinlenmeli. İman hakikatleri terennüm edilerek huzur solunmalıdır. Çocuklar böyle bir mânevî atmosfer içerisinde büyümelidir. Çocuk hak ve hakikati görmeli, güzelliklere şahit olmalıdır. Anne-baba başta olmak üzere diğer büyükler sadece sözle değil, yaşayışlarıyla da İslâm'ın güzelliklerini sergileyerek çocuklara güzel örnek olmalıdırlar. Söylenenler ve yapılanlar birbiriyle uyumlu olmalıdır. Bu hususta ilk öğretmen olan anneler, çocukların başta 0-6 yaş dönemi olmak üzere her dönemde onların göz, kulak ve kalplerine yönelik olumlu uyarılar almalarını sağlamalıdırlar.

Çocukların dinî terbiyesini ihmal etmek, dünya saadeti elde etmeleri için Kur'ân'dan ve din eğitiminden mahrum bırakmak, ahirette şefaatçi olacak yavruların "Niçin benim imanımı kuvvetlendirmediniz!" diye şikâyetlerine sebep olacaktır.

Gençlik

Gayet güzel, şirin ve ilâhî bir nimet olan gençlik, bütün zevklerin vesilesidir. Zevk ve lezzet olan yerde risk de vardır. Her nimet gibi gençlik de risklerle doludur. Nefsânî heveslerin en heyecanlı zamanıdır. Duyguların en kuvvetli ve ateşli olduğu bir dönemdir. Bu özellikler, dilimizde, "delikanlılık" denen tek kelimede ifadesini bulmuştur. Bediüzzaman'a göre, gençlik damarı akıldan ziyade hisleri dinler. His ve heves ise kördür, akıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakikalık intikam zevki için bir adamı katleder. Bir dakikalık gayri meşrû hazza karşılık seksen bin saat hapis elemi çeker. Bir saatlik bir sefahat keyfi ile, bir namus meselesinde, binler gün hem hapsin hem de düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur. Bunlar gibi, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatı, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar.

Allah'ı tanıyan ve ahirete inanan bir genç ise, kendisine verilen gençlik nimetinin Allah'ın hediyesi ve ihsanı olduğunu düşünür, onun emaneten verildiğine inanır. Emaneti, sahibinin emri ve rızası yönünde kullanmakla bu güzel nimetin ebedî bir surette Ahirette tekrar verileceğine inanır

Haşir ve adalet konusu Kur'ân'da ve Risâle-i Nur'da büyük ve ehemmiyetli bir mevki işgal etmektedir. Kur'ân'ın üçte biri doğrudan ve dolaylı olarak haşirden bahsetmektedir. Bu meseleye bu derece vurgu yapılmasının insan fıtratıyla yakından alâkası vardır. Gerçekten fıtratı bozulmamış her insanın en büyük düşüncesi ölümün bizi nereye/nasıl bir yere götürdüğüdür.

Gençliğin iman, iffet ve taatte kullanılmaması sadece Allah'a karşı değil, kişinin kendine, ailesine ve milletine karşı hesapsız zarar ve ziyanlara yol açmaktadır. İşte bakınız hastahaneler, gençliğini kötüye kullanan insanların feryatlarıyla inlemektedir. Hapishaneler gençlik taşkınlığı ile meşrû olmayan hayatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerle doludur. Sefahat köşeleri, mânevî gıdasızlık sebebiyle sıkıntılarını içki ve eğlenceyle kapatmaya çalışan insanların uğrak yerleridir

Toplumsal yapının en canlı ve hareketli unsuru gençlerdir. Yaşları gereği hissiyatları çok şiddetli, nefisleri ifratkârdır. Bu hususiyetlerinden dolayı tecavüze, hakları ihlâl etmeye, zulüm ve tahribata çok yatkındırlar. Toplumsal hayatın ahengini bozacak, huzuru dinamitleyecek bu risklere karşı tek çare cehennem fikridir. Eğer gençlerde cehennem endişesi olmazsa, -güçlü olan haklıdır- ilkesiyle o sarhoş delikanlılar, heveslerinin tutsağı o gençler zayıflara, acizlere, ihtiyarlara dünyayı cehenneme çevirebilirler. Bediüzzaman, Allah'a ve ahirete imanın, toplumun her kesiminde olduğu gibi, gençlerde de hükmetmesi halinde, sosyal birçok problemin, anarşinin, tahrip ve tecavüzün önlenebileceğini ifade eder.

Sonuç

Her anne baba hiç şüphesiz ki, çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmek, onları başarılı ve mutlu birer fert olarak görmek ister. Fakat burada önemli olan husus çocukların dar bir zaman ve zeminde sadece dünyevî başarı ve mutluluğunun değil, ebedî saadetinin hedeflenmesi ve asla göz ardı edilmemesi gerektiğidir.

Anne ve babalar sevgi ve şefkatlerini doğru bir şekilde kullanmalıdırlar. Onların derdiyle hemderd olmak, şefkatin gereği olarak, her yaş ve dönemde samimiyetle ilgilenmek, gerekli yardım ve rehberliği yapabilmek, onları dinleyebilmek ve anlamaya çalışmak büyük bir önem taşımaktadır. Saçının bir telini, bir tebessümünü dünyalara değişmeyeceğimiz yavrularımıza ve gençlerimize gerekli zamanı ayırmak, onlarla ciddî şekilde ilgilenmek mecburiyeti vardır.

Anne, baba ve diğer aile bireyleri çocuklara ve gençlere sadece öğüt vererek değil, dinî ve ahlâkî değerleri bizzat yaşayarak iyi örnek olmalıdırlar.