Ailede anne, baba ve yaşlılar

Risale-i Nur Modelleri

IV. Arama Konferansı Sonuç Bildirileri

Risale-i Nur Enstitüsü
Ankara Şubesi
1-2 Ekim 2005 / ŞANLIURFA

Bediüzzaman, aile fertleri arasındaki ilişkileri anlatırken, aşk ve sevgiden çok şefkat ve merhamet kelimelerini kullanmaktadır. Çünkü, aşk ve sevginin aksine şefkat, karşılık beklemeksizin beslenen sevgiyi ifade eder. Nitekim anne-baba, çocuklarına karşı besledikleri uygularında herhangi bir karşılık beklemezler. Onları şefkatle severler. Bu şefkatle sevginin karşılığı, anne baba yaşlandığında hürmet görmeleri şeklinde geri döner. Aynı şekilde, eşler arasındaki sevgiye, merhamet kelimesini de eklemek gerekir. Çünkü yaşlandıklarında birbirlerini şefkat ve merhamet esasına dayanarak sevmektedirler.

Aileye bakış

Anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük sosyal birim olan aile, bütün semavî dinler tarafından korunmaya çalışılmıştır. Son kutsal kitap Kur'ân-ı Kerim ve sevgili Peygamberimiz de (asm) insanların aile kurmalarını ve çoğalmalarını teşvik ederek anne, baba ve çocukların aile içindeki rolleri hakkında önemli mesajlar vermişlerdir. Kur'ân'ın bir tefsiri olan Risâle-i Nur da aileyi, “İnsanın, hususan Müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası” şeklinde tanımlamıştır.

Evlilik ve ebedî dostluk

Günümüz dünyasında evlilik, genellikle dünyevi gayeler ön planda tutularak yapılmaktadır. Dünyevî güç ve güzelliğin azalması, aile bağlarının zayıflamasına sebep olmaktadır. Evliliği geçici bir zaman için bir araya gelmek, geçici hevesleri yerine getirmek ve ekonomik yararları ön plana çıkarmak olarak görenler, sahip oldukları güzellikleri kaybetmeleriyle birlikte aileyi yıkıma sürüklemektedirler.

Halbuki Risâle-i Nur'da, evliliğin, sadece dünya hayatı ile sınırlanamayacağı belirtilmektedir. İnsan evliliğe ilk adım attığı gün, ondan sonraki zamanını eşiyle geçirmeye söz vermiş demektir. Sadece dünya hayatını değil, ahiret hayatını dahi beraber geçirmeyi taahhüt etmiş sayılır. Eşini ebedi bir dost, ebedî bir hayat arkadaşı olarak seçmiştir. Evliliğe bu niyetle adım atmış olan insan, gençlikteki geçici güzelliğin kaybolmasıyla eşinden soğumamış, onu ebedî dost ve arkadaş olarak algılamıştır.

Gizli komiteler

Bediüzzaman'ın dikkat çektiği konulardan birisi de aile kurumuna karşı yürütülen planlı saldırılardır. Bugün, İslâm toplumlarını zayıflatmak isteyen belirli odaklar, aileyi hedef alarak, onu yıpratmaya çalışmaktadırlar. Bediüzzaman bu odakları “gizli komiteler” diye adlandırır.

Bu faaliyetler çok çeşitli araçlar vasıtasıyla yapılmaktadır. Kadınlara yönelik olarak televizyon kanallarından yayınlanan programların muhtevaları dikkatle incelenirse aileyi büyük ölçüde rencide edici olduğu anlaşılır. Sabahtan akşama kadar televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarının propagandalarına muhatap olan insanlarımız, özellikle de kadınlarımızın bu enformatik saldırı karşısında zarar görmediklerini söylemek mümkün değildir. Nitekim yıldan yıla bizim toplumumuzda da evlilik dışı ilişkilerin ve boşanmaların arttığı gözlenmektedir.

Anne öğretmendir

Bediüzzaman'ın dikkat çektiği bir konu da, annenin çocuklarının öğretmeni olduğu gerçeğidir. İnsanın ilk öğretmeni annesidir. Annesinden aldığı eğitim, hayat boyu öğreneceklerinin bir çekirdeği niteliğindedir. Bu açıdan gelecek nesillerin iyi yetişmesi kendisini yetiştirmiş anneleri varlığıyla mümkündür. Bu da kız çocuklarının okutulması gerçeğiyle ilgilidir.

Bugün İslâm toplumlarında kız çocuklarının yetişmesi meselesi özel olarak ele alınarak üzerinde çalışılması gereken bir konudur. Ailelerin, kız çocuklarını okula göndermedeki isteksizliği bilinen bir gerçektir. Devletin temel hak ve hürriyetlerde kısıtlamalara gitmesi, eğitimin önüne bir engel olarak konulmaktadır.

O halde, geleceğin annelerinin yetişebilmesi için, kız çocuklarını okuldan uzaklaştıran unsurların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu engeller ise, karma eğitime zorlama ve müfredattaki dinle çatışan unsurlar olarak zikredilebilir.

Kadının çalışması

Günümüz şartlarında ailelerin önemli sorunlarından birisi de annenin çalışması meselesidir. Annenin çalışması çocukların sahipsiz kalmalarına, eğitimlerinde çeşitli sorunlar yaşanmasına sebep olabilmektedir. Bu açıdan, Risâle-i Nur'a göre kadının aslî görevi anneliktir. Bu görev ihmal edilemeyecek kadar önemlidir. Ancak bu, kadının hiç çalışmaması gerektiği anlamına gelmez. Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi, kadınlar meşrû şartlar içerisinde çalışabilirler. Hatta hekimlik, öğretmenlik ve hemşirelik gibi bazı mesleklerde kadınların bulunması bir gerekliliktir.

Bediüzzaman, gerekirse kadınların kendi nafakaları için de çalışmaları gerektiğinden söz etmiştir. Bu konuda Risâle-i Nur'da, “maişet derdi için serseri, ahlâksız, frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle köylü masum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nevinden kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız” denilmektedir.

Kadın hakları

İslâm'ın kadınlarla ilgili hükümleri zaman zaman eleştiri konusu yapılmıştır. Oysa İslâm, kadınlarla erkeklerin aynı olmayan fıtratlarına ayrı ayrı uygun hükümler getirmiştir. Evin nafakasını sağlamak görevi babaya verilirken, anneye de “müdür-ü dahili” (iç işleri müdürü) görevi verilerek evde tasarruf etme hakkı tanınmıştır. Çocukların eğitimiyle ilgilenmek onlara imanî ve ahlâkî bilgileri öğretmek vazifesi ise, başta baba olmak üzere ebeveyne verilmiştir.

Bu konuda dikkat çekici diğer bir nokta, kadınların annelik ve eşe hizmet dışındaki işlerde mecbur tutulmamasıdır. Kadınlar, hayatı paylaştıkları eşleri ve çocuklarıyla karşılıklı anlayış içerisinde bu işleri sevgi ve şefkat gereği olarak yapmaktadırlar.

Ayrıca Risâle-i Nur'da temel hak ve hürriyetler açısından kadın erkek ayırımı yapılmamıştır. Bu haklara sahip olmak için insan olma onurunu taşımak yeterli görülmüştür. Hatta Risâle-i Nur'da İslâm'ın kadına verdiği değerin bir göstergesi olarak, İslâm miras hukukunda, bir annenin çocuğunun mirasından pay sahibi olması konusu hatırlatılmıştır.

Kadının maruz kaldığı kötü muameleler

Modern dönemlerde en çok suiistimal edilen konulardan birisi de kadınların hak ve hürriyetleri meselesi olmuştur. Tarih boyunca geleneğin ezici ağırlığı altında kalan kadınlar, zulüm ve kötü muamelelere maruz kalmışlardır. Kuvvetin egemen olduğu ataerkil toplum yapılarındaki bu pratikler varlığını hâlâ devam ettirmektedirler.

Bugün töre cinayetleri, başlık paraları, kadınlara danışılmadan evlendirilmeler, kız çocuklarına karşı ayırımcılık yapılması, kız çocuklarının mirastan mahrum edilmeleri ve kadınların şiddete maruz kalmaları Risâle-i Nur'da şiddetle reddedilen zulümlerdir. Bu gibi uygulamalar, İslâm'dan kaynaklanmayan, asırlardan beri süregelen cahili adetlerin günümüzdeki kalıntılarıdır. İslâm dışı olan bu uygulamaların, behemahal, toplum yapısından ilim ve eğitimle silinmesi gerekmektedir. Bu uygulamaların İslâm'dan kaynaklandığını zannedenler, kuşkusuz, İslâm hakkında peşin hüküm sahibi olan insanlardır.

Otoriter baba

Modern dönemlerde kutsal devlet anlayışının aileye yansıması, otoriter baba ve annelerin çocuklar üzerinde baskı kurması şeklinde tezahür etmiştir. Bu durum, anne ve babaların çocuklarını kendilerine ait bir varlıkmış gibi algılamalarından da kaynaklanmıştır. Halbuki, çocukların da farklı bir insan olduğu, onların istek ve düşüncelerinin de dikkate alınması gerektiği nazarlardan uzak tutulmamalıdır. Baba ve annenin eve sonradan gelen çocuklara tahakküm etme hakları bulunmamaktadır. Ailede, her şeyden önce, karşılıklı hürmet ve saygı gerekmektedir.

Ailede erkeklerin tavır ve davranışlarıyla ilgili en iyi örnek hiç kuşkusuz Peygamberimizdir. Bir çok hadiste, aile fertlerine karşı iyi davranılması, onların sıkıntılı ve acılı günlerinde, sıkıntılarının azaltılmaya çalışılması tavsiye edilmiştir. Bu konuda bir hadis-i şerifte “Sizin en hayırlınız ailesine iyilikte bulunup hayırlı olanınızdır. Çünkü ben aileme en hayırlı olanınızım” buyurulmuştur.

Hz. Peygamber'in (a.s.m.) aile fertleri, baskı altında olmadan aile içinde her türlü demokratik tepki ve davranışları gösterebiliyorlardı. Bugün ailelerde başarı ve huzurun sağlanması da baskı yöntemlerinin terk edilerek demokratik bir aile ortamının tesis edilmesiyle mümkündür.

Yaşlılar

Bugün insanlığı meşgul eden temel problemlerden birisi de yaşlılık problemidir. Yaşlanıp güçten düşen insanlar, gençlikte sahip oldukları iktidarlarını kaybetmeye başlayınca problem yaşamaya başlamaktadırlar. Tüm dünyada bu problemi yaşamaya başlayan insanların daha iyi şartlar altında hayat sürdürmeleri için imkânlar hazırlanarak, yaşlılık problemleri olabildiğince azaltılmaya çalışılmaktadır.

Bediüzzaman, yaşlılığın mutluluğu engelleyen bir faktör değil, şükrü gerektiren bir nimet olduğunu ifade etmiştir. Risâle-i Nur'da da yaşlılık konusu müstakil Risâleler şeklinde ve sair bahislerde ele alınarak işlenmiştir. Yaşlı insanların yaşadıkları bu problemlerin, ölümü yokluk olarak kabul eden algılayış biçimlerinden kaynaklandığı ifade edilerek, ölümün yok oluş değil, yeni bir başlangıç, eski dostlarına kavuşma süreci olduğu vurgulanmış, ihtiyarlığın mutluluk içinde geçirilecek bir dönem olduğu ifade edilmiştir.

Bediüzzaman, yaşlıların sefih gençleri örnek almalarının, kendilerini mutsuz etmeleri için yeterli bir sebep olduğunu belirtmiş, insanların güzel davranışlarının örnek alınması gerektiğini dile getirmiştir.

Karşılıklı sevgi ve sadakat

Bediüzzaman, ailede huzurun devam etmesi için kadının kocasına sadakatini tavsiye ettiği gibi, kocaya da eşine karşı iyi davranmasını tavsiye etmiştir. Dünya hayatını çekilmez bir yük olmaktan kurtarmak için, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine karşı bir kalbin bulunması gerektiğini belirterek, “kalplerin en lâtifi, en şefiki kısm-ı sani ile tabir edilen kadın kalbidir” diyerek eşlerin karşılıklı hürmet ve sevgisinin mutluluk için ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Bediüzzaman, aile fertleri arasındaki ilişkileri anlatırken, aşk ve sevgiden çok şefkat ve merhamet kelimelerini kullanmaktadır. Çünkü, aşk ve sevginin aksine şefkat, karşılık beklemeksizin beslenen sevgiyi ifade eder. Nitekim anne-baba, çocuklarına karşı besledikleri duygularında herhangi bir karşılık beklemezler. Onları şefkatle severler. Bu şefkatle sevginin karşılığı, anne baba yaşlandığında hürmet görmeleri şeklinde geri döner. Aynı şekilde, eşler arasındaki sevgiye, merhamet kelimesini de eklemek gerekir. Çünkü yaşlandıklarında birbirlerini şefkat ve merhamet esasına dayanarak sevmektedirler.

Bediüzzaman, eşlerin birbirlerinin güzel taraflarını örnek alarak, hata ve kusurlarını azaltmalarını tavsiye etmiş, birbirlerinin günahlarını taklit etmemelerini istemiştir. Eşlerin birbirlerinin kusurlarını büyüterek boşanma yolunu tercih etmelerini de “haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize” yakışmayan bir hal olarak öne çıkarmıştır.

Sonuç

Bütün semavî dinlerde olduğu gibi, İslâmiyet'te de büyüklere karşı iyi davranış özellikleri emredilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de ebeveyne karşı “öf” bile denilmesi yasaklanmıştır. Ayrıca ebeveyne itaat, Kur'ân'ın pek çok yerinde Allah'a itaatle ard arda zikredilmiştir.

İslâmiyet çocukların anne ve babalarına hürmetlerini gerekli gördüğü gibi, aynı zamanda yaşlandıklarında onların nafakalarını sağlama işini de çocuklarına vermiştir. Bu açıdan, çocukların yaşlı anne ve babalarına karşı hem maddî hem mânevî vazifeleri vardır.

Bediüzzaman, dünya ve ahiret saadetinin anne ve babaya hürmetle mümkün olacağını ifade ederek, “Eğer ahireti seversen işte sana mühim bir define, onlara hürmet et, rızalarını tahsil eyle… Eğer dünyayı seversen yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahat ve rızkın bereketli geçsin” demiştir.

Bütün bunların yanında Risâle-i Nur'da yaşlılara gösterilmesi gereken hürmetle birlikte onlardan istifade edilmesi de vurgulanmıştır. “Dindar ihtiyar kadınların dinine tabi olunuz” hadis-i şerifi hatırlatılarak, onların fıtratlarındaki şefkatleriyle, dinî hayatta gösterdikleri hassasiyetin örnek alınması gerektiği belirtilmiştir.