XII. Risale-i Nur Kongresi Bildirileri

 “Cemaatler, Devlet, Siyaset

ve

Müsbet İman Hizmeti Olarak Risale-i Nur”

4-5 Mart 2017, İstanbul

Birinci Masa – Cemaatler, Devlet ve Siyaset

Katılımcılar:

Prof. Dr. Adem ÖLMEZ (Moderatör)

Yrd. Doç. Dr. Abdulnasır YİNER (Sekreter)

Prof. Dr. Ali BAKKAL

Prof. Dr. Bilal SAMBUR

Prof. Dr. Ekrem BEKTAŞ

Yrd. Doç. Dr. Halit ÇİL

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ÖZDEMİR

Dr. Gökçe OK

Dr. Vehbi KARA

Abdulkadir MENEK

Yunus Emre DAĞ

Masa Bildirisi:

  1. Sosyolojik bir gerçeklik olarak cemaatler, bireylerin dindarlık tecrübelerini diğer insanlarla beraber gerçekleştirmelerini sağlayan önemli insani yapılar ve imkânlardır. Hz. Peygamber’den (asm) bu yana var olan İslam cemaatinin hedefi, Allah rızası ve ahiret için çalışmak olmuştur.
  2. Cemaatlerin asli vazifesi iman hizmetidir, iktidarı hedefleyen tasavvurlar değildir. Bediüzzaman, Hz. Hasan’ı (ra) örnek alarak iktidardan uzak duran geleneksel ulema çizgisine uymuştur. Hayatının her döneminde iktidara “talip olmak” yerine “iktidardakilerin yanlışlarını düzeltmeleri” için ikazlarda bulunmuştur.
  3. Cemaatler devlete hâkim olmak için dini basamak yaparak kadrolaşmamalıdır. İktidar ve iktidar ortağı olma talebinde bulunmamalıdır. Toplumsal tabanlarını ve nüfuzlarını kullanmak suretiyle siyaset alanında kendilerine özgü hegemonya alanları, ilişkileri ve yapıları oluşturmamalıdır.
  4. İslâmiyet ve İslâm’a hizmet, bütün siyasetlerin üstünde olduğu göz ardı edilmemelidir. Çünkü din herkesin ortak değeridir. Bir partiye veya toplumsal gruba indirgenmesinin toplumda ikilik çıkarması kaçınılmazdır. İslamî tebliğde esas olan fertlerin gönlünü dine ısındırmak ve iman hakikatlerini anlatmak olmalıdır.
  5. Cemaatler, Dört Halife Devri’nde uygulaması yapılan demokratik değerleri içine sindirmelidir. Seçimle iş başına gelen iktidarları kabul etmeli, toplumun birlik ve huzur içinde yaşaması için gayret göstermelidir.
  6. Bir köyde iki muhtar, bir ilçede iki kaymakam, bir ilde iki vali olmaz. Bunun gibi; iktidarlar ve yönetimler yapıları gereği icraatlarında ortaklığı ve müdahaleyi istemezler. İktidar odaklı dini faaliyetler her şeyden evvel dine ve dindarlara zarar verdiği gibi, dine müdahaleler de halk nezdinde devletin itibarını zedeler.
  7. Devlet, Medine Sözleşmesi örneğinde görüldüğü gibi, halka hizmeti esas almalı, farklı inanç ve kültürel değerlere sahip grupların özgürce hayatlarını sürdürmelerine imkân tanımalıdır. Bediüzzaman’ın “malikiyet ve serbestiyet dönemi” dediği özgürlükçü dönemin özelliklerinin görülmeye başladığı şu zamanda adalet, hürriyet ve kanun hakimiyetinin sağlanması için çalışılmalıdır.
  8. Devlet, tarikat ve cemaatlere kendisinden bağımsız sivil, sosyal yapılar olarak bakmalı; toplumsal yarar için çalışan bütün sivil oluşumlara eşit mesafede durmalıdır.
  9. İslam cemaatinin Hz. Peygamber’den (asm) bu yana var olan bir gerçeklik olduğu asla unutulmamalıdır. Son zamanlarda bazı fırsatçıların, cemaat kavramını kendi emellerine alet eden FETÖ’yü bahane ederek, cemaatlere saldırması iyi niyetle açıklanamaz. Böyle fırsatçıların İslam cemaatini bölme, birbirine düşürme girişimlerine karşı uyanık olunmalıdır.
  10. Bediüzzaman, yaşadığı dönemde, her türlü hukuk dışı icraatlara, komiteciliğe ve darbelere şiddetle karşı çıkmıştır. Cemaatler millet iradesini hiçe sayan bu tür darbelere karşı demokratik değerleri korumalıdır. 15 Temmuz’da olduğu gibi hukukuna sahip çıkarak, millet iradesinin tecellisinden asla vazgeçilmemelidir.

 

İkinci Masa – Cemaatler ve Sivil Toplum

Katılımcılar:

Doç. Dr. Ahmet YILDIZ (Moderatör)

İbrahim KAYGUSUZ (Sekreter)

Doç. Dr. Şevket ÖKTEN

A. Levent ERTEKİN

Ahmet NAZLI

Halil DOĞAN

Hasan YÜKSELTEN

Ömer Faruk UYSAL

Masa Bildirisi:

  1. Cemaatler inanç temelli sivil toplum bileşenleridir. Toplumla ilişkilerinde temel amaçları mutlak güven ve emniyet üretmeye dönük olmalıdır. Tebliğ ve davetin müsbet zemini budur.
  2. Cemaatler dinin tebliğini devlet dahil her türlü iktidar zemininden bağımsız olarak yapmalıdır. Böylece cemaatlerin dünyevileşmesi ve ihlas yerine konformizmi öncelemesi engellenmiş olacaktır.
  3. Sivil toplum bileşenleri olarak cemaatlerin toplumla ilişkisinin ihlas ve güven ilkeleri üzerinden biçimlenmesi için legalleşmeleri zorunludur. Legalleşme cemaatlerin ekonomik ve siyasi faaliyetlerini şeffaflaştıracak, kayıt altına alacak ve hesap verebilir hale getirecektir.
  4. Cemaatlerin dini inhisarları altına almadan ona hizmet etmeleri için de legalleşme bir imkan alanı sunmaktadır. Böylece cemaatlerin yanlış temsillerinin de önünü almak mümkün olacaktır.
  5. Cemaatlerin legalleşmesi, cemaatler arası ilişkilerin müsbet zeminde tutulabilmesi ve menfileşmemesi, bir hayır ve fazilet yarışı olarak yürütülmesi için de kolaylaştırıcı olacaktır.
  6. Cemaatler arası ilişkilere sivil bir nitelik kazandırılabilmesi için temel ilke “mesleğinin muhabbetiyle amil olmaktır.” Gülen kültü vb. örnekler bu açıdan iyi kritik edilmelidir.
  7. Cemaatler arası ilişkilerin herhangi bir grubun hegemonyasından uzak tutulabilmesi için, devletin bu gruplarla ilişkisinin de şeffaf olması ve cemaatlerin topluma dönük faaliyetlerinin de periyodik olarak açıklanıp belgelenmesine ihtiyaç vardır.
  8. Cemaatlerin sivil toplumla STK’lar üzerinden ilişki kurarken sekterleşmemesi ve kamu yararından uzaklaşmaması gerekir.
  9. 15 Temmuz sonrasında yaşanan toplumsal ve siyasi türbülansın, devlet ayağı göz ardı edilerek cemaatlerin kriminalize edilmesi açık bir hukuk dışılık ve gayr-ı ahlaki bir tutumdur.
  10. Cemaatler-toplum ilişkisinde yaşanan konjonktürel güven kaybı telafi edilmelidir. Bunun için tüm cemaatlerin samimi ve aleni bir öz eleştiri yapmasına ihtiyaç vardır.
  11. 15 Temmuz sonrası türbülansın Risale-i Nur’a ve bununla ilişkili cemaatlere topyekun bir saldırıya gerekçe yapılması, ihlas ve uhuvvet ilkelerinin Müslüman aydın ve cemaatler tarafından özümsenmediğini ve aynı gemide yaşama bilincinden uzak olunduğunu göstermektedir.
  12. 15 Temmuz sonrası yaşanan ağır krizin yol açtığı travmanın etkilerinin giderilmesi ve cemaat-toplum ilişkilerindeki güvenin yeniden tesis edilmesinde sivil toplumun sağlam bir hukuki zemine kavuşturulması mübrem bir ihtiyaçtır.

 

Üçüncü Masa – Cemaatler ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Geleneği

Katılımcılar:

Doç. Dr. Atilla YARGICI (Moderatör)

Prof. Dr. İshak ÖZGEL (Sekreter)

Prof. Dr. Mahmut KAPLAN

Prof. Dr. Mustafa EKİNCİ

Prof. Dr. İbrahim ÖZDEMİR

Doç. Dr. Recep ARDOĞAN

Semih SULUBULUT

Masa Bildirisi:

  1. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Kur’an ve sünneti esas alan; Resulullah ve Ashabının dini anlama, açıklama ve yaşama biçimi ile bu yöntemden ayrılmayan anlayışlar bütünüdür.
  2. Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde mesleğinin “Selef-i Salihin”i, Sevad-ı Azamı (Ehl-i Sünnet itikadını benimseyen İslam alimlerini) takip ettiğini ifade etmiştir.
  3. Bediüzzaman, Ehl-i Sünnet prensipleri içerisinde kalmış; özellikle inançla ilgili meseleleri çağa uygun bir üslup ile sunmuştur.
  4. İttihad-i İslam’ı önceleyerek ayrıştırıcı, dışlayıcı ve ötekileştirici bir dil kullanmaktan kaçınmıştır.
  5. Said Nursi, Kur’an ve hadislerin “vasat ümmet” ölçüsüne uyarak eserlerinde insanın hayat alanında olduğu gibi, hem inanç ve davranış hem de siyasi tavır bakımından ölçülü, dengeli ve orta yol üzere olmasının yollarını öğretmiştir.
  6. Said Nursi, bütün Müslümanları kucaklayan bir tutum sergilemiştir.
  7. Dünden bugüne İslam, Kur’an ve sünnete yöneltilen haksız ve temelsiz eleştirilere ikna edici bir üslupla cevap vermiştir.
  8. İslam medeniyetinin inşasında önemli rol oynayan tasavvuf ve tarikatlara yapılan yersiz tenkitleri çürüterek ehl-i medrese gibi ehl-i tarikin de insanların imanını kurtarma, Sünnet-i Seniyyeyi yaşanır kılma vazifesinde kendi birikimleriyle Risale-i Nur’a destek olmalarını arzu etmiştir.
  9. Said Nursi, umuma ait olan İslamî kavramların bazı kişi ve topluluklarca inhisar altına alınmasına ya da yanlış şekillerde kullanılmasına karşı çıkmış ve gerekli uyarılarda bulunmuştur. Bu bağlamda “İttihad-ı Muhammedî” kavramının bir cemiyet ismi olarak kullanılmasını doğru bulmamış, bütün Müslümanları kapsayacak bir muhtevada kullanılması gerektiğini vurgulamıştır.
  10. Bediüzzaman, İslam’a hizmet eden grupların maksat ve esasatta ittifak etmeleri şartıyla yöntemlerde ihtilaf etmelerini normal karşılamıştır.
  11. İslamî meselelerin bilimsel bir zeminde uygun bir üslup ile tartışılması Müslümanların birliği ve toplumsal barış açısından son derece önemlidir.
  12. İslamî cemaat, tarikat ve farklı anlayışlara yönelik tenkitlerde husumete yol açıcı bir dilden ve bilimsel temelden yoksun değerlendirmelerden kaçınılmalıdır.
  13. Risale-i Nur’a yönelik eleştirilere cevap verirken de Said Nursi’nin müsbet hareket metoduna uygun davranılmalıdır. Bilimsel eleştiri usullerine aykırı olarak yapılan tartışmalar maksatların anlaşılmasını engellemektedir.
  14. Bu sebeplerle her türlü ön yargı ve tarafgirlik bir tarafa bırakılarak hakikati araştırma ruhu esas alınmalıdır.
  15. Duyumlara veya bireysel uygulamalara bakılarak düşünceleri yargılamak yerine, Müslümanların (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dairesi içinde olmak şartıyla) kimden ve nereden olursa olsun istifadelerine taraftar olunmalıdır.

 

Dördüncü Masa – Cemaatler ve Müsbet İman Hizmeti Olarak Risale-i Nur

Katılımcılar:

Mustafa Said İŞERİ (Moderatör)

Yrd. Doç. Dr. Levent BİLGİ (Sekreter)

Prof. Dr. Kaplan ÜSTÜNER

Yrd. Doç. Dr. Şerif DEMİR

Dr. Hakan YALMAN

Abdurreşid ŞAHİN

Abidin KARTAL

Ahmet YILMAZ

İbrahim Halil ARAR

Kenan DEMİRTAŞ

Masa Bildirisi:

  1. Son dönemde farklı anlamlar yüklenmek istenmesine rağmen cemaat kavramından kastımız; imani bir hedef doğrultusunda, Allah rızasını esas alarak, kâinatın işleyişi ile uyumlu, siyasi ve maddi hedef ve yapılanmalardan uzak bir şekilde, tarihi ve sosyolojik fıtri bir süreç içinde, kardeşlik bağları ile asayişin muhafazası gibi maksatlarla bir araya gelmiş topluluktur.
  2. Risale-i Nur talebelerinin vazifesi müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla sırf iman hizmetini yapmaktır. Kendi vazifesini yerine getirip Allah’ın takdirine karışmamak hem şahsı hem de diğer insanların ebedi hayatlarının saadeti için çalışmaktır.
  3. Müsbet iman hizmeti kavramı sadece Emirdağ Lahikası’nın en son mektubunda yer almakla birlikte Risale-i Nur Külliyatı’nın tamamına bakar. Risale-i Nur’un bütünlüğü içinde müsbet iman hizmeti iman, ihlas, uhuvvet, şefkat, tevazu, asayişi muhafaza gibi Kur’anî esaslar üzerine bina edilmiştir. Manileri ise riya, israf, adavet, haset, menfi rekabet gibi İslamiyet’in yasaklarıdır.
  4. İman hakikatleri ve Esma-i İlahiye’nin şahidi Rabbani fiillerin tezahürü olan mevcudattır. Her bir mevcut, yaratıcısının şahidi ve esmasının ilancısı, isbat edicisidir. İsbat mevcut olana dayanır. Eşyanın hakikati sabit olan Esma-i İlahiye’dir. Müsbet hareketin bir anlamı da vücudî ve sabit olan Esma-i İlahiye’nin ve iman hakikatlerinin isbatı ve mevcudiyetine dayalı söz, fiil ve halin tamamını ifade eder.
  5. Müsbet iman hizmetinin en önemli esasları İhlâs Risalesi’nin prensipleridir. Bu prensipler ise yalnız Allah’ın rızasını gözetmek, Kur’an hizmetinde kardeşlerini tenkit etmemek ve onların üzerinde faziletfuruşluk yaparak gıpta damarını tahrik etmemek, bütün kuvvetini ihlas ve hakta bilmek, kardeşlerinin meziyetlerini ve faziletlerini kendinde tasavvur edip onların şerefleriyle şakirane iftihar etmektir.
  6. Müsbet hareket haksızlık, zulüm ve tahakküme boyun eğmek değil hikmet ve şefkat gereği mevcut şartlar içinde meşru olan en uygun tavrı ortaya koymaktır.
  7. Müsbet iman hizmeti anlayışı iman ve Kur’an hakikatlerini isbata, ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan bir irşad metodudur. Zerrelerden yıldızlara kadar her varlık üzerinde tevhid nurunun gösterilmesi suretiyle kâinat genişliğinde huzur mertebelerinin açılmasıdır.
  8. Müsbet iman hizmetinin prensipleri arasında kendi kusurunu görmek, mümin kardeşlerine hüsnüzan etmek, kardeşlerini enaniyet ve sadakatsizlikle suçlamamak vardır. Ayrıca mümin kardeşlerinin kusurlarına bakmamak, kusur görürse örtmeye çalışmak, affedici davranmak, gücenmemek ve küsmemek gerektir.
  9. Müsbet iman hizmeti diğer dini cemaatlerle birçok birlik ve kardeşlik bağlarının olduğunu kabul etmektir. Kendi mesleğinin haklılığı ve güzelliğini savunmakla birlikte diğer mesleklerin haksızlığı ve çirkinliğini iddia etmekten uzak durmaktır. Ayrıca müsbet iman hizmeti her türlü ötekileştirici ya da tekfir edici anlayışa da karşıdır.
  10. Müsbet iman hizmeti kulluk dairesi içinde kalarak kendi vazifemize odaklanma; başka insanların ya da grupların kusurlarıyla meşgul olmama; ciddiyetle çalışıp tebliğ vazifesinin tam hakkını verme; tevhid ve ihlas sırrının farkındalığıyla yaşama, insanlara hakikati dinlettirip hidayet vermenin yalnız Allah’a ait olduğunu hatırında tutma, neticeleri ise yalnız O’ndan bilme, O’na yönelme ve O’na minnettar olma şuurunu kazanmaktır.

 

Beşinci Masa – Cemaatler, İslamofobi ve Radikal İslami Gruplar

Katılımcılar:

Metin KARABAŞOĞLU (Moderatör)

Mehmet KAPLAN (Sekreter)

Prof. Dr. Ali ARSLAN

Prof. Dr. İsmail Latif HACINEBİOĞLU

Aziz Muhammed AKKAYA

Haşim GAYBERİ

Safa MÜRSEL

Masa Bildirisi:

  1. Her şeyden önce, Batı’nın zihniyet dünyasını yansıtan kavramların esareti altında düşünmememiz gerekir. İslamofobi, radikal İslâm, siyasal İslâm, ılımlı İslâm ve cihadizm Batı’nın icat ettiği kavramlardır. Batı, kendisine tehdit olarak algıladığı her şeyi “radikal” diyerek ötekileştirmektedir. Bunun etkisi altında kalarak İslâm’ın aslî kaynaklarını “radikallik problemi üreten” unsurlar olarak göremeyiz. Aynı şekilde Batı’da İslâm’la ilgili olarak yaygınlaşan durum olarak sözü edilen “İslamofobi”, İslâm’dan değil Batı’nın dine ve özelde İslâm’a bakışından kaynaklanan bir patolojiye işaret etmektedir.
  2. İslamofobi, sosyolojik bir realite olmaktan önce psikolojik bir meseledir. Batı, kontrol edemediği, teslim alamadığı bir güç olarak gördüğü için İslâm’a karşı fobi üretmektedir. Batılı medya ve kamuoyunda üretilen ve İslâm’ı terör ve şiddetle özdeşleştiren bir algı stratejisi üzerinden yürütülmektedir. Dolayısıyla bunun aşılması için, Müslümanlardan ziyade Batı’nın çaba göstermesi gerekmektedir.
  3. İslâm dünyası içinde çıkan ve bir kısmı şiddete başvurun müfrit unsurların, Müslüman dünyanın ana çizgisini temsil ettikleri asla söylenemez. Bu eğilimler, tekçi ve tekfirci çizgileriyle, İslâm tarihi içinde ortaya çıkmış Haricîlik gibi akımların sergilediği zihniyet problemini yansıttığı gibi, Batı’nın İslâm dünyasına yönelik ikiyüzlü, sömürgeci, baskıcı ve zulümlü tutumuna yönelik bir tepkiden de beslenmektedir. Elbette bu akımların ürettiği terör İslâm’ın temel değerleri itibarıyla asla meşru görülemez. Ama öte yandan söz konusu ikiyüzlü tutumların ve zulümlerin bu yöndeki öfkeyi beslediği ve büyüttüğü de unutulmamalıdır. Dolayısıyla “İslâm terörü reddeder” gibi ifadeler doğru ama eksik ifadelerdir. Söz konusu problemin aşılması, terör kadar, onu doğuran veya ona meşruiyet üreten zulüm, işgal ve haksızlıklara karşı da kararlı bir duruş gerektirmektedir.
  4. İslâm tarihi içinde ortaya çıkan aşırılıkların, öncelikli olarak “itikadî” bir zeminden üremediğine bilhassa dikkat edilmesi gerekir. Haricîlik, Şîa, Cebriye, Mu’tezile gibi fırkaların oluşumu, esasen “siyasî” düzlemde yaşanan bir ihtilafın “itikadî” bir zemine yerleştirilmesi sürecini bize göstermektedir. Bu durum ise siyasî tavır alışları “itikadî” bir çerçeveye oturtmama konusunda uyarı niteliğindedir. Dinin meşrulaştırma gücünün siyasî meseleler için âlet edilmesine müsaade etmemek gerekir.
  5. Ümmet içerisinde sıkıntı ve problem odağı olmuş, küresel kamuoyu nezdinde İslâm hakkında olumsuz ön yargılar oluşturulması için de “fotoğraf” sunan yapılara baktığımızda, bu yapılarda hakikati kendi tekelinde gören, kendisi gibi düşünmeyen kişi ve grupları ise “dalâlet” hatta “küfür” ile itham eden bir din diline sahip oldukları görülmektedir. Bu inhisarcı ve tekfirci anlayışa karşı, Ehl-i Sünnet’in “Ehl-i secde tekfir edilmez” ve “Tevil varsa tekfir yoktur” diyerek geliştirdiği kuşatıcı ve muvazeneli yaklaşım, mü’minlerin istikamet çizgisini teşkil etmektedir.
  6. Ehl-i Sünnet’in bu itidal çizgisi, her türden aşırılığa karşı, dün olduğu gibi bugün de ümmetin ana eksenidir. Bu eksenin muhafazası için, İslâm dünyası ve Türkiye’de yakın zamanda yaşanan bazı olayları Ehl-i Sünnet omurgaya, özelde bu omurganın taşıyıcısı olagelmiş usule, geleneğe, kurumlara, cemaat ve tarikatlere fatura ederek Ehl-i Sünnet’i kriminalize etme yönündeki fırsatçı propagandaya karşı özellikle dikkat edilmelidir.
  7. Ehl-i Sünnet’in bu kuşatıcı ve kucaklayıcı istikamet çizgisinin bir temsilcisi olarak Risale-i Nur, ittihad-ı İslâm idraki içinde İslâm’ın “cadde-i kübra”sında mü’minlerin ortak yürüyüşünde bir muvazene ve itidal örneğini teşkil etmektedir. Bu noktada Bediüzzaman’ın hayatı ve eseriyle ortaya koyduğu örneklik ve ölçülerin Nur talebelerince hem gereğince anlaşılıp hem de uygun bir üslupla geniş Müslüman kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir.
  8. Bu çerçevede, kendilerini “özne”, sair kişi ve grupları ise “nesne” olarak gören problemli bir anlayışa karşı Müslüman dünya içindeki bütün kişi ve grupların, özellikle de Nur talebelerinin uzak durması beklenmelidir. Ümmetin sair fertlerini dalâlette, kendisini ise kurtarıcı olarak gören bütün yaklaşımlar tehlikelidir. Müslümanlar, Bediüzzaman’ın 24. Söz’de ontolojik bir temelde izah ettiği üzere, “hakikatin bir olmakla birlikte, çok renkleri ve veçheleri olduğu” gerçeğinden hareket eden bir ihtilaf ahlâkıyla hareket etmelidir.
  9. İnsanların anlam ve aidiyet ihtiyacı hissetmeleri fıtrîdir. Bu ihtiyaçları suiistimal eden müfrit ve marazî yapıların mevcudiyeti, onların fıtrî ihtiyaçlar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Problemli olan, bu fıtrî arayış ve bağlılığın marazî bir bağımlılığa dönüşmesidir. Dolayısıyla yapılması gereken, bu iki ihtiyaca cevap veren sıhhatli mecralara sahip çıkılması, bu ihtiyacı suiistimal eden yapılara karşı da bir uyanıklık ve dikkatin geliştirilmesidir. Bunu anlamada temel bir ölçü, insanların aidiyet ihtiyacına cevap veren yapıların mensubu olan kişilerin akıl ve iradesine kapı mı açtığı, yoksa akıl ve iradesine ipotek mi koyduğu; muhakeme ve müzakereye mi, yoksa körü körüne bağlılığa mı davet ettiğidir.
  10. Kendini ümmetin ortak aklının murakabesine kapatan her türden eğilim, tehlikelidir. Kur’ân, sünnet ve İslâmî miras ile ilişkinin niteliği bu noktada büyük önem arz etmektedir. Bu temel kaynaklardan beslenen her yapı ve her yaklaşım makbulümüz olmalıdır. Bu kaynakları kendi duruşuna “meşruiyet üretmek” üzere “kullanan” yapı ve yaklaşımlara karşı ise tedbir gerekmektedir.
  11. Önemli bir kısmı şiddete de başvuran müfrit yapı ve yaklaşımların Müslüman toplum içinde hangi kesimlerde kendisine zemin bulabildiğine dair ciddi sosyolojik ve psikolojik çalışmalar yapılması gereklidir. Bu aidiyetlerle “seçilmişlik” ve “kurtarıcılık” misyonu edinmenin cazibesi, ümitsiz ve hatta nihilistik bir hayata bu şekilde anlam bulma, dağılmış veya problemli bir aile ortamının bu yönelişteki etkisi, özellikle gençlerle iletişimde yaşanan meseleler bu çerçevede özellikle incelenmelidir.
  12. Ferd olma ve ümmet içinde daha geniş bir bütünün mensubu olma arasındaki dengenin temini, mesafe ve yakınlığın doğru tesbitini gerektirir. Hizmet için yakınlık, eleştirel düşünüş ve muhakeme için ise mesafe gerekir. Meselemiz, bu ikisi arasındaki dengeyi tutturabilmektedir.