Hülasatül-Beyan adlı tefsiriyle tanınan, son dönem din alimi ve siyaset adamlarındandır. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi olarak bilinmektedir. Soyadı Kanunundan sonra Çelik soy ismini almıştır. II. Meşrutiyetten sonra birkaç kez Konyayı temsilen Mecliste bulunmuş ve Meclis Başkanvekilliği ile Bakanlıkta bulunmuştur. Sultan Vahdeddinin İstanbuldan ayrılmasından sonra, Onu padişahlık ve halifelikten azleden ünlü fetvayı vermiştir. Kurtuluş Savaşının verildiği yıllarda Konyada bulunmuş ve Kuva-yı Milliyecileri desteklemiş, halkı mücadeleye teşvik etmiştir. Büyük Millet Meclisinde de bulunmuş, Fevzi Paşa kabinesinde Evkaf ve Şeriyye Vekili olarak görev almıştır. Risale-i Nurda ismi zikredilmiş ve hakkında iltifatlara yer verilmiştir.
Vehbi Efendi, 1862 yılında Konyanın Hâdim Kazasının Kongul Köyünde doğdu. İlim ve irfanla uğraşan Çelik Hüseyin Efendinin oğludur. Babasının Çelik olan lakabını, soyadı kanununun çıkmasından sonra, soyadı olarak aldı. İlk eğitimini köyünde aldı. Kuran-ı Kerimi hatmettikten sonra kıraat ve tecvit dersleri aldı. Arap dili ve edebiyatına dair eserler okuyarak eğitimini sürdürdü. 1877 yılında ilçesi Hâdimde bulunan medreseye kaydını yaptırdı. 1880 yılında öğrenimini tamamlamak maksadıyla Konya Şirvaniye Medresesine giderek ilim tahsiline devam etti.
Vehbi Efendi, Konya Müftüsü Hacı Hüseyin Efendiden Arapça dersini alırken, Tavaslı Osman Efendiden de fıkıh ve usul-i fıkıh derslerini aldı ve bu eğitimini tamamlayarak mezun oldu. 1888 yılından itibaren de Konyada hocalık yapmaya ve ilk önce Konya medreselerinde çalışmaya başladı. Mahmudiye Medresesi müderrisliğini sürdürdüğü sırada, Konya Hukuk Mahkemesi üyeliğine seçilmesi üzerine müderrislikten ayrıldı. 1903 yılında ise Konyada yeni açılmış bulunan Hukuk Mektebine veraset ve intikal müderrisi olarak tayin edildi.
Meşrutiyetin ikinci kez ilan edilmesi üzerine (1908) Konya mebusu olarak Meclis-i Mebusana girdi. Meclisin dağıtılması üzerine Konyaya döndü. Memleketine döndükten sonra yeniden eğitim-öğretim işiyle ilgilenmeye ve eser yazmaya başladı. Ünlü tefsirini 1911-1915 yılları arasında devam eden dört yıllık çalışması sonucunda tamamladı. Son Osmanlı Mebusan Meclisine Konya adayı olarak katıldı. Ancak, İstanbul işgal edildi ve Meclis de dağıtıldı (1920). Sultan Vahdettin ile görüşmek üzere seçilen heyette yer aldı ve Padişahtan Anadoludaki direniş hareketini desteklemesini istedi. Aynı heyet Ankaraya giderek burada da görüşmelerde bulundu.
Kurtuluş Mücadelesinde aktif rol alan Hoca Vehbi Efendi, yaptığı konuşma ve vaazlarla halkı düşmana karşı mücadeleye davet etti. Konya Valisinin halk ile anlaşamaması ve İstanbula gitmesi üzerine bir süre Konya Vali vekilliğinde bulundu. Büyük Millet Meclisinin açılması üzerine Konya Mebusu olarak Ankaraya gitti. Bir ara Meclis başkan vekilliğinde de bulundu. Daha sonra Fevzi Paşa tarafından kurulan hükümette Vakıflar ve Şeriyye Bakanlığına getirildi. Padişahın İstanbulu terk etmesinden sonra, Sultan Vahdeddini padişahlık ve halifelikten azleden fetvayı hazırladı. Bu sırada bakanlığı devam etmekteydi. Halifenin görevinin; İslam hak ve menfaatlerini korumak olduğunu belirterek, yurtdışına çıkan Vahdeddinin halifeliği yitirdiğini ve yeni halifenin seçilmesi gerektiğini, fetvasına ilave etti. Meclis tarafından (tarihte ilk kez oya sunulan) fetva kabul edildi. Aynı fetva gereğince, Abdülmecid Efendi halifelik makamına seçildi.
Vehbi Efendinin içinde yer aldığı hükümetin meclisteki güvensizlik oyu ile düşmesi üzerine bakanlık görevi, Nisan 1923te meclisin de feshi ile mebusluk görevi son buldu. Bu gelişmelerden sonra kendisi de tamamen siyasetten ayrıldı. Daha çok ilimle uğraştığı ve siyasetten çekildiği halde zaman zaman baskılara muhatap oldu. Tutuklandığı zamanlar oldu. İzmir Suikastı ile ilişkisi olduğu iddiasıyla yirmi gün gözaltında bulunduruldu. Suçsuzluğunun ortaya çıkmasıyla İstiklal Mahkemesinde yargılanmaktan kurtuldu. Konyada, 27 Kasım 1949da vefat etti.
Hoca Vehbi Efendinin Risale-i Nurla ilk karşılaşmasının pek müspet netice vermediği hatıralardan anlaşılmaktadır. Kötü maksatlı kişiler tarafından kendisine Risaleler götürülerek, tefsir olup olmadıkları sorulmuş ve kendisi de Tefsir değildir diyerek itirazda bulunmuştur. İtiraz Bediüzzamanı rahatsız etmişse de herhangi bir mukabelede bulunmamıştır. Daha sonra, Ispartanın Hacılar Köyünden bir çoban, Bediüzzamana giderek, Üstadım ben Vehbi Efendiye bu risâleleri okutturacağım diyerek müsaade ister ve hemen Konyaya doğru yola koyulur. Konyalı halıcı Sabri vasıtasıyla Vehbi Efendinin yanına gider. Ispartadan buraya kadar niçin geldin? şeklindeki soruya, Hocam bizim orada Bediüzzaman diye birisi var. Şu iki kitabı yazmış, bundaki yanlışları bul da, ona göstereyim der. Eserleri okuyup inceleyen Vehbi Hoca;
Vallahi kardeşim. Bediüzzaman seni benim imanımı kurtarmaya, imdadıma göndermiş. Ben daha önce bu kitapları görseydim bütün eserlerimi yakardım. Sen benim yerime Bediüzzamanın elini ayağını öp! Bu eserler de bende kalsın, belki necâtıma sebep olur diyerek duygularını dile getirir. (http://www.yeniasya.com.tr/2005/05/29/yazarlar/nejateren.htm)
Bediüzzaman, talebelerine (özellikle Konyadakilere) yazdığı bazı mektuplarında, Vehbi Efendinin adını zikretmiş ve iltifatlarda bulunmuştur: çok mübarek tefsirin çok muhterem ve kıymettar sahibi olan Hoca Vehbi Efendi (Emirdağ Lahikası, 1997, s. 113), Konyalı Sabri'nin Refet'e yazdığı mektubunu gördüm, ondan bildim ki, bu Sabri, öteki Sabri gibi gayet hâlis ve samimî ve çalışkan bir Nurcudur. Bin bârekâllah hem ona, hem onu teşvik ve teşcî eden ve hocaların yüzlerini ak eden Konya âlimlerine! Başta müfessir mübarek Hoca Vehbi (Emirdağ Lahikası, s. 147.), ve başta müfessir, hacı ve hoca Vehbi Efendi ve Konya ulemasının Nurlara karşı hüsn-ü teveccühleri ve tasdikkârane münasebetleri (Emirdağ Lahikası, s. 236), ifadelerine yer veren Bediüzzaman, selam ve dualarını iletmiştir.
Eserleri
En önemli eseri, Hülasatül-Beyan fi tefsiril-Kuran adını taşıyan tefsiridir. Bu tefsiri dört yılda tamamlamıştır. On beş ciltten oluşan eser ilk başlarda iki ayrı zamanlarda basılmış ise de daha sonra çeşitli baskıları yapılmıştır. 1966-69 yılları arasında ise ilk defa Latin harfleriyle basılmıştır. Tefsir ilmi açısından pek yeterli görülmemekle birlikte, halk arasında daha çok rağbet görmüştür. Dört yüz seksen iki hükmün yer aldığı eseri, Ahkam-ı Kuraniyye adını taşımaktadır. Hükümler alfabetik sıraya göre dizilmiş ve bu şekilde ele alınmıştır. 1922de ilk defa basılan eserin daha sonraki dönemlerde bir çok baskısı yapılmıştır. el-Akaidül-hayriyye fi tahriri mezhebil-fırkatin-naciye ve hum Ehlüs-sünne vel-cemaa ver-redala muhalifihim adlı eserinde inanç konusuyla ilgili olarak yüz otuz üç mesele incelenmiştir. Arapça olarak yazılan eser 1919 yılında tamamlanmıştır. Müellifi tarafından Türkçeye, Akaid-i Hayriye Tercümesi adıyla çevrilmiştir. Bir diğer eseri ise, Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih Muhtasarı Tercümesi adını taşımaktadır. Aynı zamanda bir siyaset adamı olan Hocanın siyasi hatıraları ise hala basılmamıştır.