Sa’di Şirazî (? – 1292)

İslam dünyasının büyük şair ve yazarlarındandır. Eserleri, en meşhur İslam klasikleri arasındayer almakta ve asırlardan beri ilgi görmeye devam etmektedir. Risale-i Nurd’a, "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmıncaddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhâldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin" (Mektubat,s. 436) gibi veciz sözlerinden alıntılar yer almaktadır. Asıl adının Müslihüddin veya Müşerrifüddin olduğunakledilmektedir. Künyesi Ebu Abdullah Müslihüddin (Müşerrifüddin) Sa’di eş-Şirâzî şeklindedir. Sa’di Şirâzîlakabıyla meşhur oldu. Sa’di mahlasıyla tanındı.

Sa’di’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Nakledilen tarihler arasında önemli farklarmevcuttur. Buna göre doğum tarihi 1193-1213 yılları arasına denk gelmektedir. Şiraz’da doğan Sa’di, ilk eğitiminimemleketinde gördü. Henüz on iki yaşında iken yetim kaldı. Bölgenin Moğol istilasına uğraması üzerine Bağdat’agitti. Burada bulunan Nizamiye Medresesinde tahsiline devam ederek eğitimini tamamladı. İlim öğrenmek ve ufkunu genişletmekmaksadıyla birçok İslam beldesini dolaştı. Suriye, Mısır, Delhi, Azerbaycan, Anadolu, Belh ve Gazne dolaştığıbeldeler arasında gösterilmektedir. Gittiği yerlerde oranın tanınmış insanları ile irtibat kurarak hem öğrenmeyehem de bildiklerini aktarmaya çalıştı. Şihabeddin Sühreverdi gibi tanınmış alimlerle görüştü.

Moğollarla barış yapılması ve memleketinin sükuna kavuşmasından sonra 1257 yılında Şiraz’a döndü.Devletin başında bulunan Ebu Bekr tarafından iyi karşılandı. Sa’di de hükümdarı adına meşhur eseri"Bostan"ı yazdı ve kendisine takdim etti. Bir yıl sonra da kendisine büyük saygı gösteren veliaht II. Sa’dadına "Gülistan"ı kaleme aldı. Bu iki eseri kendisine büyük şöhret kazandırdı. Daha sonra benzerlerikaleme alındığı halde hiçbiri bunlar kadar ilgi görmedi.

Şirazi’nin yakın dostu olan, kendisini sayıp seven ve kollayan Ebu Bekr ile oğlu II. Sa’d’ın vefatları,devletlerinin çöküşüne sebep oldu. Çocuk yaşta hükümdar olan Sa’d’ın oğlu Muhammed zamanında Salgurlu hanedanıçöktü ve tamamen Moğolların hakimiyeti altına girdi (1264). Memleketinin tekrar istilaya uğraması üzerine yinehicret başladı. Önce hac farizasını yerine getirmek maksadıyla Mekke’ye gitti ve haccını eda etti. Akabinde Tebriz’edöndü. Bu arada Atamelik Cüveyni ve kardeşi Şemseddin Cüveyni ile tanıştı. Kendisine yakın ilgi gösterildi.Bilahare şair Humameddin Tebrizî ile de tanıştı.

Sa’di, Tebriz’den sonra memleketi Şiraz’a tekrar geri döndü. Ahir ömrünü ilim ve ibadetle geçirdi. Buibadetlerini mezarının yakınındaki dergahta ifa etti. 1292 yılında Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mezarı, kendi adıylaanılan, Şiraz’ın kuzeydoğusundaki hangâhın bulunduğu yerdedir. Zamanla harap olan mezarı daha sonra yeniden yaptırıldı.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde Şirazî’nin veciz sözlerinden alıntılar yapmaktadır.Sadece "La ilahe illallah" demenin yeterli olup olmadığı, "Muhammedün Resulullah" demeden kurtuluşaerişilip erişilemeyeceği sorusuna Bediüzzaman cevap verirken; kelime-i şahadetin bu iki kelamının birbirinden ayrılamayacağını,birbirlerini ispat ettiklerini ve iç içe olduklarını, biri diğersiz olamayacağını ifade etmektedir: "MademPeygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vüsul yollarınınbaşındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz". Bu ifadelerden sonra bütün ehlimarifetin ve tahkik imamlarının Sadi-i Şirazî gibi düşündüklerini belirterek, Şirazî’nin şu veciz sözleriniaktarmaktadır: "Ey Sa’di! Muhammed’i (asm) örnek almadan bir kimsenin selamet ve safa yolunu bulması imkansızdır."(Mektubat, s. 321).

Yine, "Sünnet-i Seniyye ve ahkam-ı şeriat haricinde tarikat olabilir mi?" sorusuna Bediüzzaman,Şirazî’nin şu sözüyle cevap vermektedir: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onunarkasından gitmeyen, muhâldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin." (Mektubat, s. 436)

Uhuvvet Risalesi’nde; müminlerde bölünmelere, kin ve düşmanlığa sebebiyet veren taraftarlık, inat veçekememezlik gibi özelliklerin zararları açıklanmaktadır. İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet nazarında reddedilen veyasaklanan bu hususların; insanların özel, sosyal ve manevi hayatlarında yaptığı tahribatlar bir bir sıralanmaktadır.Hatta bu tür durumların insanı zulüm yapma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı da örnekleriyle ortayakonulmaktadır. (Mektubat, s. 253-261) Kin ve düşmanlık güden kişi hem nefsine, hem mümin kardeşine, hem rahmet-i İlahiyeyezulüm ve tecavüz eder. "Çünkü, kin ve adâvetle nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerdenazâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır.Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur. Hasedin çaresi:Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet vemertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda hasetolamaz". Bediüzzaman, bu ifadelerinin akabinde Şirazî’nin, "Dünya öyle bir meta değil ki, bir nizaa değsin"sözlerini aktarır. Üzerinde fırtınalar kopartılan şeyler geçici olduğuna göre kıymetsizdir. Koca dünya böyleolduğuna göre, dünyadaki cüz’i şeyler daha da ehemmiyetsizdir. (Mektubat, s. 257)

Eserleri

Sadi, eserlerini manzum ve nesir olarak kaleme almıştır. Eserlerinin toplamı yirmiyi geçmektedir.Bostan, Gülistan, Akl u Aşk, Takrîr-i Dibace, Nasihatü’l-Mülûk ve Havatim öne çıkan eserlerindendir. Eserleri vefatındansonra "Bîsütûn" adı altında külliyat olarak bir araya toplanmıştır.

Sadi’nin Bostan adlı eseri ahlak, terbiye, tevazu, mertlik, adalet, ihsan, rıza, kanaat, şükür, tövbegibi muhtelif konuların işlendiği on bölümden oluşmaktadır. Eser hikaye ve menkıbelerle zenginleştirilmeye çalışılmıştır.Bu esere bir çok kişi tarafından şerh yazılmıştır. Eserde, hükümdarlar övülmekten çok hakka, adalete ve doğruluğadavet edilmektedir.

Gülistan; hükümdarların hal ve hareketleri, derviş ahlakı, kanaat ve fazilet, susmanın yararları,sevgi ve gençlik, zayıflama ve ihtiyarlık, terbiyenin ehemmiyeti, sohbetin adabı’nın işlendiği sekiz bölümden müteşekkildir.Eserde, yazar bizzat müşahede ettiği konulara da yer vermektedir. Ayrıca büyük alimlerin sohbet ve toplantılarındaduyduklarını, öğrendiklerini aktarmaktadır. Hem nesir hem de manzum kısımlar yer almaktadır. Aktarılan fikir ve düşüncelernet bir biçimde, kısa ve açık şekilde kaleme alınmıştır.

Sadi’nin özellikle bu iki eseri hemen hemen bir çok dünya kütüphanesinde yer almaktadır. Eserler bir çokdünya diline çevrilmiştir. İslam aleminde büyük rağbet gören bu eserler medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.Şerh ve tercümeleri yayınlanmıştır. Eserlerindeki akıcı üslubu ve insanları sıkmayan tarzı, edebi sanatlardanistifade edilerek vücuda getirildiğini göstermektedir. Yazar, gezmiş bulunduğu çok geniş çevrelerden edinmiş olduğutecrübelerini ve görgüsünü, medreselerde elde ettiği eğitimi, seyahatleri boyunca temas kurduğu alimlerle yaptığısohbetleri güzel bir şekilde işlemiştir. İlim öğrenme ve öğrendiklerini aktarma konusunda güzel ve örnek bir hayatyaşamıştır.