Osman-ı Zinnureyn (577-656)

Dört büyük halifenin üçüncüsü, ilk Müslüman olanların beşincidir. Peygamber Efendimizin iki kızıyla evlenme ve damat olma şerefine nail olan, bundan dolayı "Zinnureyn" lakabıyla anılan bahtiyar bir sahabedir. Haya ve edep timsali olan ve bu özelliğinden ötürü herkesin takdirini kazanan büyük bir insandır. Zenginliğinin yanında cömertliğiyle ön plana çıkmıştır. Kendinden önceki iki büyük halifenin en çok danıştığı ve fikirlerine değer verdikleri kişilerin başında geldi. Halife seçilirken herkes kendisine biat edip tabi oldu. Hazreti Ali (ra) kendisine biat eden ikinci kişidir. Risâle-i Nurda üstün meziyetleri ve mümtaz şahsiyetine dikkat çekilirken, Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi 69. ayetinde şehit olacağının haber verildiğine dikkat çekilmekte (Lemalar s. 42-43) ayrıca, Peygamber Efendimizin (asm) de mucizevi bir tarzda şehit olacağını ima ettiği (Mektubat s. 104) belirtilmektedir. İsmi Osman bin Affan olarak geçmektedir.

Hz. Osman, 577 yılında Mekke’de doğdu. Kureyş’in Beni Ümeyye koluna mensup olan Affan’ın ve Erva binti Küreyz’in oğlu olarak dünyaya geldi. Anne ve baba tarafından soyu Peygamber Efendimizin (asm) soyu ile birleşmektedir. İyi huylu, halim-selim ve dürüst kişiliğiyle tanındı. Ticaretle uğraştı ve önemli bir servete sahip oldu. Sosyal yönden de mükemmel bir insan olduğundan insanlarla olan münasebeti çok ileri seviyeye ulaştı. Geniş bir çevre ve önemli bir itibar sahibi oldu. En yakın dostluğu Hazreti Ebubekir (ra) ile kurdu. Cahiliyye devrinin her türlü kötülüklerinden uzak duran nadir insanlardan biri olarak yer edindi.

Hz. Osman, Hazreti Muhammed’in (asm) peygamberliğini yakın akrabası ve kahin olan Sa’dî Binti Küreyz’den öğrendi. Ona bir peygamberin gönderildiğini ve gidip tabi olmasını tavsiye etti. O da durumu, yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir (ra) ile görüşmek üzere yanına vardı. Akrabasından duyduklarını aktardı. İslamiyet’i kabul etmiş olan Sıdık-ı Ekber konu hakkında bazı bilgiler verdikten sonra birlikte Peygamber Efendimizin yanına gittiler. Peygamber Efendimiz de O’nu Müslüman olmaya davet etti. Hiç tereddüt göstermeden daveti kabul ederek İslamiyet’le şereflenen ilkler arasındaki mümtaz yerini aldı.

Hz. Osman’ın Müslüman olduğu öğrenildikten sonra kendisine de işkenceler yapılmaya ve dininden vazgeçirilmeye çalışıldı. En büyük tepkiyi gösterenlerden birisi amcası Hakem ibn Ebi’l-As oldu. Öfkesinden çılgına dönen amcası Onu bir direğe bağlayarak kırbaçlamaya başladı. Yoruluncaya kadar kırbaçlamaya devam etti. Hz. Osman bu işkenceler sırasında sürekli kelime-i şahadet’i tekrarladı. Büyük bir sabırla işkencelere karşı koydu. Dinini terk etmediği sürece kendisine yiyecek verilmeyeceği söylendi. Ancak, ölüm pahasına da olsa hak dinden ayrılmaya niyeti yoktu. Kararlı tavrı ve asla geriye dönüş yapmayacağını anlayan diğer akrabaları devreye girerek işkenceden kurtardılar.

Peygamber Efendimizin (asm) iki kızı, amcaları Ebu Leheb’in iki oğlu ile daha önce nişanlanmışlardı. Peygamberliğin ilanından sonra Ebu Leheb’in oğulları nişanı bozdular ve kızları almayacaklarını bildirdiler. Hz. Osman, İslam dinine dahil olmasından sonra Peygamber Efendimizin nişanı atılan kızlarından Rukkaye ile evlendi. Bu evlilikten Abdullah adını verdikleri bir oğulları oldu. Bu isme atfen Hz. Osman’a Ebu Abdullah künyesi verildi. Bedir Savaşı sırasında ağır hasta olan eşine bakan Hz. Osman bu savaşa katılamadı. Savaşın kazanıldığı gün eşi vefat edip Hakkın rahmetine kavuştu. Rukkaye vefat edince, Peygamber Efendimiz diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü de Hz. Osman ile evlendirdi. Peygamber Efendimizin iki kızını almasından ötürü kendisine iki nur sahibi anlamına gelen "Zinnureyn" denildi ve bu ünvanla anılmaya başlandı. Ancak, daha sonra ikinci eşi de vefat etti. Peygamber Efendimiz, "Ya Osman! Bir kızım daha olsaydı onu da sana verirdim", mealindeki ifadelerle bu büyük sahabeye iltifatta bulundu. Bir başka rivayete göre, "Eğer kırk tane kızım olsaydı onları birer birer Osman’la evlendirirdim" diye buyurduğu da nakledilmektedir.

Hz. Osman, Uhud Savaşına katıldı. Bundan sonra hemen hemen tüm savaş ve seferlere katıldı. Hudeybiye Barışı öncesinde Mekkelilere elçi olarak gönderildi. Mekkeliler, Peygamber Efendimizin Mekke’ye gelip Kabe’yi tavaf etmesine asla izin vermeyeceklerini söylediler. Kendisi isterse tavaf edebilir dediler. Hz. Osman, Resulullah olmadan tavaf etmeyeceğini belirtince, sinirlenen müşrikler bir süre kendisini göz hapsinde tuttular. Göz hapsi, Müslümanlar arasında, şehit edilmiş olduğu endişesi ve düşüncesine yol açınca büyük bir heyecan baş gösterdi. Sahabeler savaş için hazırlanmaya başladılar. Peygamber Efendimize biat edilmesi için vahiy nazil olunca bütün sahabeler biat ettiler. Peygamber Efendimiz bir eliyle kendisi, diğer eliyle de Hz. Osman için biat aldı. Bu olay tarihe, "Rıdvan Biatı" olarak geçti. Savaş çıkmasından endişelenen müşrikler bir süre sonra Onu serbest bıraktılar.

Peygamber Efendimizin yanından ayrılmayan Hz. Osman, Veda Haccı’nda da bulundu. Vahiy katipliği yaptı. Mükemmel ahlakı, iyi huyu, güzel konuşmasıyla dikkat çekti. Ayrıca çok güzel bir hitabete sahipti. Daima Kur’an-ı Kerim’i okudu. Ezberi çok kuvvetli idi ve Yüce Kitabı ezberledi. Namazda Kur’an-ı Kerim’in tümünü okuyan dört kişiden biri olarak nakledilmektedir.

Peygamber Efendimizin vefatından sonra Hazreti Ebubekir’e biat etti. Sıddık-ı Ekber’in halifeliği boyunca meşveret meclisinde bulundu. Halifenin görüş ve fikirlerine değer verdiği, en çok istişare ettiği kişilerin başında geldi. Bu dönemde, Medine’de kıtlığın baş gösterdiği sırada Şam’dan yüz deve yükü buğday getirtti. Satın almak için kendisine başvuranlara, daha fazla kar veren var, karşılığını verdi. Durumu halifeye şikayet için bildirenlere Sıddık’ı Ekber, "O Resulullah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır. Cennette de onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anlamışsınız" deyip birlikte Hz. Osman’ın yanına gittiler. Hz. Osman, bire yedi yüz verene sattık, dedi. Bu karşılık Hz. Ebubekir’i son derece sevindirdi. Çünkü, buğdaylar Allah yolunda sadaka edildiği, ima edilmekteydi. Nitekim bir süre sonra, buğdayın karşılıksız olarak fakir sahabelere dağıtıldığı anlaşıldı.

Hazreti Ömer (ra) halifeliği boyunca Hz. Osman’a değer verdi ve istişarelerde bulundu. Halife, yaralandığı zaman halife seçmek maksadıyla altı kişiden oluşan bir heyet teşkil etti. Bu altı kişi arasında Hz. Osman da yer aldı. Hz. Ömer’in şehit olmasından sonra 644 yılında halife seçildi. On iki yıl halifelik yaptı. Özellikle ilk yıllarında önemli fetihler yapıldı ve önceki parlak dönem devam ettirildi. Kıbrıs adası onun döneminde fethedildi. Horasan, Hindistan, Maveraünnehir, Kafkasya ve Kuzey Afrika’da birçok bölge İslam topraklarına dahil edildi. Ayrıca, İstanbul bu dönemde kuşatıldı.

Yapılan en büyük hizmetlerin en büyüğü Kur’an hizmetidir. Hz. Ebubekir döneminde Kur’an-ı Kerim bir araya toplanmıştı. Müslüman sayısının hızla artması Kur’an-ı Kerim’in kitaplaştırılması ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını zorunlu hale getirdi. Halife, başta Hz. Ali olmak üzere sahabenin ileri gelenlerini istişarelerde bulunmak üzere bir araya topladı. İstişare sonucunda Hz. Hafsa’nın yanında bulunan Kur’an-ı Kerim nüshasının çoğaltılıp vilayetlere gönderilmesine karar verildi. Bu iş için bir heyet teşkil edildi. Evvela dört nüsha olarak çoğaltıldı. Bunlardan biri Medine’de bırakılarak diğer nüshalar Kufe, Basra ve Şam’a gönderildi. Bu nüshalara hiçbir itiraz olmadı. Daha sonra da bu nüshalar esas alınarak çok sayıda çoğaltma yapıldı ve bölgelere gönderildi.

Hazreti Osman, vali tayinlerinde liyakate önem verdi. İslam topraklarında yaşayan insanların refah seviyesinin yükseltilmesi için imar ve zirai gelişmelere önem verdi. Bağ ve bahçelerin geliştirilmesine çalışıldı. Bu dönemde İslam topraklarında yaşayan çok sayıda insan İslam dinini kabul ederek dahil oldu. Diğer taraftan İslam topraklarının çok genişlemesi, buralarda yaşayan muhtelif ırk ve inanca mensup insanların olması, henüz İslamiyet’i tam olarak benimseyip özümseyememiş ve eski alışkanlıklarından sıyrılamamış insanların sebep olduğu huzursuzluk huzur devrinin yavaş yavaş kararmasına sebep oldu.

Hazreti Osman (ra) döneminde karışıklıkların baş göstermesi ve fitnenin artmasının bir çok sebebi vardır. Öncelikle her biri birer yıldız hükmünde olan sahabelerin büyük ekseriyetinin vefat etmiş olması, geriye kalanların da epey yaşlanmış olmaları, İslam topraklarına fetih yoluyla dahil olmuş ve mağlup olmuş bazı kavimlerin intikam alma arzuları, birbirine zıt muhtelif millet ve cereyanların Müslümanların içine dahil olmaları, bazı milletlerin saltanatlarının yıkılmış olması ve milliyetçilik duygularının ezilmiş olma duygularına kapılmaları, cahilliye devrinden kalma üstünlük taslama ve diğer kavim-milletlerden üstün olma gibi kötü ve tahkir edici duyguların tekrar canlanması gibi çok sayıda sebep vardır. Diğer taraftan Müslümanların içine sızan ve kendini onlardan biri olarak lanse eden Abdullah ibn Sebe adlı Yahudi’nin yapmış olduğu propaganda ve teşkil ettiği fitne şebekesinin faaliyetleri Müslümanlar arasında büyük bir fitnenin baş göstermesinin önemli sebebini teşkil etti. Tüm bunlar karşısında son derece merhametli ve yumuşak huylu olan Halife’nin kişiliği, kimseyi incitmemesi, bilerek başına geleceklere tevekkülle sabır göstermesi de bozguncuları azdıran sebep oldu.

Basra ve Küfe’de gizli bir şebeke kurarak büyük bir fitneye ortam hazırlayan Abdullah ibn Sebe Mısır’da da yıkıcı faaliyetlerde bulundu. Medine’ye gelen asiler halifenin çekilmesini istediler. İstekleri kabul edilmeyince halifenin evini kuşattılar. Kuşatma kırk gün sürdü. Aralarında Hz. Hasan ve Hüseyin ile Hz. Talha’nın da bulunduğu sahabenin ileri gelenleri kapısının önünde nöbet tutarak savunmaya çalıştılar. Ancak, asiler komşu duvarlarını aşmak suretiyle Halifenin odasına girerek Kur’an-ı Kerim’i okuduğu sırada şehit ettiler (656). İsyanın baş gösterip yayılmasına rağmen kan dökülmesi ve kardeş katlinin gerçekleşmesini istemeyen büyük Halife hiçbir zaman şiddete baş vurmadı.

Risale-i Nurda bu büyük insanın üstün vasıflarına dikkat çekildiği gibi, Nisa Suresi 69. ayette geçen "… sıdıklar, şehitler ve salih kimseler ile beraberdirler…" ibarelerinde geçen ifadelerle üç büyük halifenin şehit edileceğine işaret edildiği belirtilmektedir (Lem’alar s. 42). Çünkü, burada geçen "şehitler" ifadesinin çoğul olarak kullanıldığı, çoğulun en azının da üç olduğu hatırlatılmaktadır. Ayrıca, Peygamber Efendimizin Uhud dağında bulunduğu sırada bu dağın lerzeye gelmesi üzerine, "Dur! Şüphesiz üzerinde bir Peygamber, bir Sıddik ve bir Şehit bulunuyor" buyurarak yanlarında bulunan Hz. Osman’ı kastederek mucizevi bir tarzda ilerde şehit olacağını ima ettiği belirtilmektedir. (Mektubat s. 104).

Hazreti Osman (ra) halife olarak teklif edilip tabi olma işlemi başlayınca biat eden ikinci kişi Hazreti Ali (ra) olmuştu. Diğer büyük halifeler döneminde olduğu gibi bu dönemde de bir çeşit şeyhülislamlık vazifesini devam ettirdi. Fitnenin en şiddetli döneminde iki evladı canla başla halifeyi korumak için çaba gösterdi. Risale-i Nurda bu konuya temas edildikten sonra Ehli Beyt muhabbetini dava edenlere de ikazda bulunulmaktadır. İfratkarane muhabbet yerine, "Hazret-i Ali (radıyallahu anh), yirmi sene hürmet ettiği ve onlara Şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği, Ebu Bekir, Ömer, Osman’a (radıyallahu anhüm) ilişmeseler, Hazret-i Ali (radıyallahu anh) o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar, yeter" (Emirdağ Lahikası s.70) denilmektedir.