Nevzat Tandoğan (1894-1946)

Yakın tarihimizin ünlü simalarından birisidir. Tek parti iktidarının ve bürokrasisinin sembol isimlerindendir. Çok uzun süre Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı yapmıştır. İntihar edişine kadar Ankara Valiliğini sürdürmüştür. Ünlü, “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?” sözlerinin sahibidir. İdareciliği boyunca despotluğu, hukuk tanımazlığı ile ün yapmıştır. İntihar olayı hâlâ aydınlatılamamıştır. Makamına getirttiği Bediüzzaman’ın kıyafetine müdahale ederek, zorla başına şapka giydirmeye çalışmıştır.

Tandoğan, 1894 yılında İstanbul’da doğdu. Burada başladığı eğitimini 1914 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Fakülteden mezun olduğu yıl çalışmaya başladı. İlk olarak 1914 yılında öğretmenlik yapmaya başladı. Bu görevi 1918 yılına kadar sürdürdü. İstanbul Polis Müdürlüğüne atandıktan sonra öğretmenlik görevinden ayrıldı.

Tandoğan, 1918 yılında İstanbul Polis Müdürlüğü 2. Şubede Müdür Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Daha sonra 1. Şube .müdürlüğünde de bulundu. İstanbul’daki görevinden sonra 1927 yılında Malatya Valiliğine atandı. Buradaki valiliği sırasında Konya milletvekili olarak gösterilip seçildiyse de valilikten ayrılmak istemediğinden milletvekilliğinden istifa ederek valiliğine devam etti.

Tandoğan’ın hayatındaki belki de en büyük gelişme, 1929 yılında Ankara’ya vali olarak atanmasıyla başladı. Çok uzun süre bu görevde kaldı. Vali olduktan sonra Ankara Belediye Başkanlığını da birlikte yürüttü. On sekiz yıl gibi uzun süre devam eden Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı 1946 yılındaki ölümüne kadar devam etti.

Tandoğan’ın Ankara Valiliği; tek parti iktidarı döneminde devlet-vatandaş ilişkisi, bürokratların devlet gücünü ne şekilde kullandıkları ve Anadolu insanına bakış açıları açısından son derece ilginç bir dönemdir. Vali, tek parti iktidarında bürokratların önde gelen isimlerinden biri olarak tarihe geçti.    

Ankara Valisi Tandoğan, despot ve hukuk tanımaz kişiliği ile şöhret buldu. Onun anlayışına göre, yapılacak bir iş, atılacak bir adım ilk önce kendileri tarafından icra edilecekti. Onun, “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?” sözü dönemin karakteristiğini ortaya koyan ifadeler olarak siyasi tarihimize geçmiştir.

Vali Tandoğan Anadolu insanına bakışını ise, 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye karşı sarfettiği sözleriyle ortaya koydu. Vali, tutukluyu süzdükten sonra; “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.” dedi (Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü-II, http://www.ktuvakfi.org.tr/gorusler2.htm). Bu yaklaşım, kendini devlet sayan, bütün yetkinin sahibi olarak kendilerini gören bürokrat anlayışın önemli bir göstergesi olarak tarihe geçti.

Ankara’da basın üzerinde yaşatılan büyük baskılardan dolayı gazeteciler de büyük bir sıkıntı yaşamaktaydılar. Ankara’dan gazetelerine gönderdikleri haberler, şayet iktidarın aleyhindeyse, başlarına büyük işler açmakta ve valinin sert tutumuyla karşılaşmaktaydılar. Aralarında Hürriyet Gazetesi’nin de bulunduğu muhtelif gazetelerde çalışan ve anılarını 1977 yılında yayınladığı “İşte Ankara” adlı eserinde kaleme alan Emin Karakuş, bu dönemde yaşanmış hadiseleri bir gazeteci gözüyle ortaya koydu. Emin Karakuş, hatıralarında Ankara’dan gönderdikleri haberlerden dolayı çektikleri sıkıntıları dile getirdi. 1945 yılında Mecliste, çiftçiyi topraklandırma kanun tasarısı üzerinde yapılan ve CHP içinde cereyan eden tartışmaları bir mektupla Zekeriya Sertel’e yazması ve bunun öğrenilmesinden sonra Tandoğan’ın hışmına uğradı. Vali, Karakuş’u makamına çağırdıktan sonra, tabanca gösterip, haberin kaynağını öğrenmek maksadıyla tehditte bulundu. Daha sonra peşine taktığı polislerle büyük sıkıntılar yaşamasına sebep oldu.

Tandoğan’ın hukuk tanımazlığına iki önemli olay yine Emin Karakuş tarafından nakledilmektedir. Vali, hakkında şikayette bulunan eczacının Ankara’yı terk etmesini sağlamıştır. Yine bir başka olayda, belediyeyi mahkemeye verip Danıştay’a şikayette bulunan ve davayı kazanan bir müteahhit, buna rağmen bir şey elde edememiş; Valilik Danıştay’ın kararını uygulamadığı gibi, Tandoğan karar yazısını müteahhidin elinden alıp parçaladıktan sonra, “Burada benim sözüm geçer” demek suretiyle hukuku çiğnemiştir.

Tandoğan’ın baskı ve takibine uğrayanlardan birisi de Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bazı hatıralarda, 13 Ekim 1943 tarihinde Bediüzzaman’ın Ankara’ya getirilişi, vilayete çıkarılması ve burada cereyan eden hadiselere yer verilmektedir. Tandoğan’ın, Bediüzzaman’a odasında zorla şapka giydirmeye kalkıştığı, başındakini çıkarıp şapkayı giymesini isteyen valiye, Bediüzzaman’ın boynunu göstererek; “Bu külah ancak bu kelle ile beraber çıkar” (Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 2. C. İstanbul 1998, s. 1210-1217) şeklinde mukabelede bulunduğu ifade edilmektedir. Bu hadise üzerine, hemen hemen hiç beddua etmeyen Bediüzzaman’ın Tandoğan’a “Başından bulasın!” şeklinde beddua ettiği belirtilmektedir. Risale-i Nur’da, Ankara’da Bediüzzaman’a şapka giydirmek için kötü muamelede bulunan Tandoğan’ın intihar etmesi, kendi cezasının kendi eliyle verildiği şeklinde değerlendirilmektedir. (Emirdağ Lahikası, s. 155)

Tandoğan’ın, 9 Temmuz 1946 tarihindeki intihar olayı üzerindeki sır perdesi ise hâlâ varlığını korumaya devam etmektedir. Bir iddiaya göre, Dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay’ın adının karıştığı Dr. Neşet Naci Arcan cinayeti ile ilgili mahkemede tanık olarak dinlenen ve sıradan bir vatandaş gibi muamele gören Tandoğan, kendisine yapılan bu davranışı hazmedemeyerek intihar etmiştir. (Büyük Larousse, 21. C. Milliyet Y., İstanbul 1986, s. 11201)