Musa (Bekuf) Carullah Bigivi (1875-1949)

Musa, 1875 yılında Don Irmağı kıyılarında Rostov-Na Don şehrinde doğdu. Babası Yarullah Efendi ve annesi de Fatıma Hanımdır. İlk derslerini annesinden aldı. On bir yaşında iken Teknik Lise'ye girdi. Yüksek öğrenimini ise Buhara'da yaptı. Burada Arapça, Farsça dillerini ve İslâm ilimlerini öğrendi. Bunların dışında Felsefe, matematik, astronomi derslerini de okudu. Öğrenciliği sırasında bazı eserleri Rusça'dan Türkçe'ye çevirdi.

Musa, Buhara'daki eğitiminden sonra İstanbul'a geldi. İlk önce Mühendislik Mektebi'ne kaydını yaptırdıysa da, yakınlarının ve hocalarının tavsiyesiyle yeniden İslâm ilimlerine yöneldi. İstanbul'dan sonra Mısır'a gitti. Kahire'ye gittikten sonra El-Ezher Üniversitesi'ne kaydını yaptırdı. Bir süre burada okuduktan sonra ayrıldı. Akabinde özel araştırma ve çalışmalara başladı. Mısır'da bulunduğu sıralarda Muhammed Abduh'un derslerine de devam etti.

Mısır'dan sonra Hicaz'a giden Musa, burada da iki yıl kaldı. Mekke ve Medine'de dini konularda bazı araştırmalarda bulundu. Buradaki çalışmasından sonra Hindistan'a geçti. Hintli âlimlerle görüş alış verişinde bulundu. Hindistan'dan sonra bir kez daha Kahire'ye gitti. Bu gidişinde de üç yıl kaldı. Daha sonra Beyrut üzerinden Şam'a gitti. İslâm beldelerini içine alan bu seyahati on bir yıl sürdü. 1904 yılında Memleketi Kazan'a geri döndü.

Musa, 1905 yılında, daha önce Kahire'de tanışmış bulunduğu İbrahim Şevket Kemal Efendi'nin kız kardeşi Esma Aliye Hanım ile evlendi. Bu evlilikten sonra sekiz çocuk sahibi oldu. İlme ve okumaya olan ilgisi devam etti. Ailesini bırakarak Petersburg'a gitti ve burada Hukuk Fakültesi'ne başladı. Rus-Japon savaşından sonra ülkede yapılan bazı değişiklikler ve özgürlüklerin arttırılacağına dair ümitlerden etkilendi. Rusya dahilinde yaşayan Kazan Türklerine de bazı siyasî ve dinî hürriyetlerin verileceğini ümit etti. Bu maksat için bazı faaliyetlerde bulundu. Yine bu gaye ile Ülfet Gazetesi'ni neşretmeye başladı. Gerek gazete yayınları, gerekse giriştiği faaliyetler ve siyasî parti kurulmasına yönelik çalışmalar Rus çarlığını rahatsız etti. Nitekim, bir süre sonra gazetesi kapatıldığı gibi, baskılar yeniden artmaya başladı. Bu tarihten sonra kendisi için bir bakıma sürgün dönemi başladı.

Musa Carullah, Rusya'daki son gelişmelerden sonra, dünyanın değişik ülkelerini dolaşmaya başladı. Japonya, Hindistan, Mısır ve Almanya'ya çok sayıda seyahat gerçekleştirdi. Bu arada araştırmalarını da devam ettirdi. Tüm çalışmaları sonucunda yüz yirmiyi aşan sayıda eser yazdı. 1949 yılında Kahire'de vefat etti.

Musa Carullah, diğer bazı son dönem İslâm âlimleri ile birlikte yenilikçi kabul edilmekle birlikte, yöntem bakımından bunlardan farklı hareket etmiştir. Fikirlerini büyük ekseriyetle içtihada dayandırmış, tarihin her döneminde ortaya çıkmış bulunan problemlerin, İslâm'ın evrensel mesajlarıyla çözümlenebileceğini savunmuştur. Ancak, içtihadı, nasslardan hüküm çıkarmak yerine, İslâm'ın hayatla bağlantısının kurulması gerektiğini savunmuştur. İslâm'ın, dini ıslahata ihtiyacı olmadığını; sosyal, dini ve siyasi hastalıkların İslâm'da değil, özümüzde olduğunu ileri sürmüştür.

Musa Carullah'ın en çok eleştiri konusu olan düşüncesi ve görüşü; “Rahmet-i İlâhiye'nin Umumiyeti” konusu olmuştur. İlâhî rahmetin; mü’min, kâfir herkesi kuşattığını, hiçbir kimsenin ebediyen cehennemde kalmayacağını savunmuştur. (Mehmet Görmez, Musa Carullah Bigiyef, TDV., Ankara, 1994, s. 153-154). Orenburg Hüseyniye Medresesi'ndeki hocalığı sırasında ileri sürdüğü bu görüş yüzünden çok sert tepki görmüş ve işinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Musa Carullah'a en büyük tepki Şeyhülislamlıktan gelmiştir. 25 Mart 1913 tarihinde İçişlerine gönderilen yazıda, “Musa Carullah'ın Rahmet-i İlahiye Bürhanları, İnsanların Akide-i İlâhiyelerine Bir Nazar, Uzun Günlerde Rûze ve Kavaid-i Fıkhiye adlı kitaplarının küfriyatı muhtevi olup, ehl-i İslâmı iğfal kasdıyla telif kılındığı, buna göre nerede bulunursa bu kitapların müsaderesi lüzumu bildirilmiştir.” (Mehmet Görmez, age., s. 178).

Musa Carullah ile Mustafa Sabri Efendi arasında fikri tartışmalar yaşanmıştır. Mustafa Sabri Efendi, Kur'an'dan aldığı ifadelerle Carullah'ın fikirleri karşısında daha güçlü ifadeler kullanarak Hud Sûresinin 106 ve107. âyetlerini göstermiştir; “Şaki olanlara gelince onlar ateşe gireceklerdir. …Rabb'inin dilediği hariç, onlar yer ve gökler durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Allah dilediğini yapar.” Carullah, yer ve gök ebedi olmayacağına göre, ateş de ebedî olmayacaktır, demiştir. M. Sabri Efendi ise âyetteki kaydın azaba değil, azap çekenlerle ilgili olduğunu vurgular. Carullah'ın anladığı gibi, “Allah isterse azab eder” değil, Allah dilediğine azab eder demektir.” (age., s. 160)

Musa Carullah ile Mustafa Sabri Efendi arasında cereyan eden tartışma Bediüzzaman'a da sorulmuş ve hangisinin haklı olduğunun açıklanması istenmiştir. Bu soru üzerine şu cevabı vermiştir:

“Mustafa Sabri ile Mûsâ Bekûf'un efkârlarını muvazene etmek için vaktim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki: Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Mûsâ Bekûf'a nisbeten haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır. Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavâid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor ve bazı kelâmları zâhirî dalâlet ifade ediyor… bazen kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış, kavâid-i Ehl-i Sünnete taassup cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş. Mûsâ Bekûf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümâşâtkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış tevillerle tahrif ediyor. Ebu'l-Âlâ-yı Maarrî gibi merdut bir adamı muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin'in Ehl-i Sünnete muhalefet eden meselelerine ziyade taraftarlığından, ziyade ifrat ediyor.” (Lem'alar, s. 272-273) Musa Carullah, yaşadığı dönemde topluma sirayet eden hastalıkların tedavi edilmesi yolunda çaba sarf etmiş ancak, Bediüzzaman'ın ifade ettiği şekliyle, ifrata tefritle cevap vermiştir. Bu hareketin etkisiyle batıl düşünce ve hurafelere savaş açan Carullah, bütün inanç ve akidelere hoşgörü ile bakmaya başlamıştır (Mehmet Görmez, age., s. 159).

Not: Geçen hafta bu köşede yayınlanan portrede Muaviye için “Hz.” ifadesi sehven kullanılmamıştır. Düzeltiriz