İskender-i Rumî (M.Ö. 356-323)

İskender’in asıl adı Alexandros’tur. Ancak, İskender adıyla tanınıp, meşhur olmuştur. Makendonya kralı II. Philippos’un oğludur. Çok genç yaşta kral olmuş ve on iki yıl boyunca yaptığı bütün savaşları kazanarak büyük bir imparatorluk kurmuştur. İslam tarih ve tefsir kitaplarında İskender-i Rumi ve İskender-i Yunani olarak anılmasına rağmen, edebi eserlerde Zülkarneyn olarak nakledilen İskender-i Kebir ile karıştırılmıştır. Risale-i Nur’da da bu ayrıma dikkat çekilerek Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Zülkarneyn (İskender-i Kebir) ile İskender-i Rumi’nin farklı kişiler olduğuna ve tarih itibariyle de bu ikisinin aynı kişi olamayacağına işaret edilmektedir (Lem’alar, s. 112).

İskender, M.Ö. 356 yılında Makedonya kralı II. Philippos ile Epiros prensesi Olympias’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Özel hocalardan ders alarak yetişti. En meşhur hocası Aristo’dur. Aristo’dan üç yıl boyunca siyaset, felsefe, tarih, coğrafya, dil ve edebiyat alanında dersler aldı. Tahta çıkmadan evvel bazı savaş ve seferlere katıldı. M.Ö. 336 yılında bir suikast sonucu babası öldürülünce kral ilan edildi ve tahta geçti.

İskender, tahta çıktıktan bir yıl sonra ülkesinin kuzey sınırlarını güven altına almak maksadıyla Trakya kavimleri üzerine sefere çıktı. Sefer sırasında öldüğü şeklindeki söylentiler yayılınca Thebai ve Atinalılar isyan ettiler. O sıralarda Yunan kentleri kendi kendilerini yönetiyor ve birer devlet gibi hareket ediyorlardı. Dolayısıyla sık sık isyan ve savaşlar çıkıyordu. Bu son isyanları kanlı bir şekilde bastırıldı. Böylece Yunan Devletleri Makedonların hakimiyeti altında kalmayı kabul etmek zorunda kaldı. Akabinde Asya’yı fethetmek için büyük bir ordu hazırlandı. Kral, Makedonya’da yerine Antipatros’u vekil bıraktı ve M.Ö. 334 yılında Asya seferine çıktı.

İskender sefere çıkarken mimar, mühendis, tarihçi ve bilim adamlarından oluşturduğu bir heyeti de kendisiyle birlikte götürdü. Zamanın en büyük imparatorluğu olan Pers ordusuyla ilk karşılaşma Granikos’ta meydana geldi. Pers ordusu mağlup oldu. Anadolu toprakları bir yıl içinde ele geçirildi. M.Ö. 333 yılında III. Dara’nın kumandasındaki büyük Pers ordusu da mağlup oldu ve bozguna uğradı. III. Dara Babil’e kaçtı. Bu zaferden sonra Doğu Akdeniz sahillerinde bulunan Fenike şehirleri Makedonyalıların eline geçti. Anadolu’yu baştan başa geçen İskender, zaferden sonra Suriye üzerinden, Perslerin önemli bir üssü olan Mısır’a girdi. Ele geçirdiği yerlerin halkına iyi davrandığı için Mısır’da halk tarafından kurtarıcı olarak karşılandı. Daha önce ele geçirdiği ülkelerde bir çok kent kuran İskender, Nil Nehrinin kıyısında öncekilere oranla daha büyük olan İskenderiye şehrini kurdu.

İskender, önceki savaştan iki yıl sonra tekrar Dara ile karşılaştı. Dara, yine savaşı kaybetti ve kaçmak zorunda kaldı. Bir süre sonra Dara kralın eline geçmeden öldürüldü. Böylece Pers imparatorluğunun toprakları tamamen İskender’in kontrolüne geçti. İskender, dört yıl boyunca ordusunda bulunup, memleketlerinden uzak kalan ve huzursuzluk çıkarmaya başlayan Yunan askerlerinin memleketlerine dönmelerine izin verdi. İran toprakları merkez olacak şekilde imparatorluğunu yeniden düzenlemeyi tasarlayan İskender, Makedon ve Pers yönetim tarzlarından oluşan bir sistemle ordusunu yeniden düzenledi. Makedonyalılarla Persleri kaynaştırarak dinamik bir ırk ve karma bir kültür meydana getirmeye çalıştı. Askerlerini İranlı kadınlarla evlendirdi. Topraklarını genişletmek maksadıyla yeni seferler için hazırlık yapmaya başladı.

Hindistan seferine çıkan İskender, M.Ö. 327 yılında ordusuyla İndus Irmağını geçti. Hint kralıyla giriştiği savaşı kazandı. Hint kralını esir aldıysa da göstermiş olduğu kahramanlığından dolayı serbest bıraktı ve ülkesinin yönetimini de kendisine verdi. İskender, Ganj Irmağı’nı geçip Hindistan içlerine kadar ilerlemek istediyse de, ordusunun uzun sefer ve savaşlardan dolayı bitkin düşmüş olması, amacını gerçekleştirmesine imkan vermedi. Daha fazla ileri gitmeden ordusuyla birlikte batıya doğru geri döndü.

Pers imparatorluğunu egemenliği altına aldıktan sonra, bu kültürden etkilenen İskender, onların gelenek ve göreneklerini benimsemeye ve uygulamaya başladı. Pers kralları gibi giyindi. Huzuruna girildikten sonra herkesin yere kapanıp kendisini selamlamalarını istemeye başladı. Bir ara kendisini tanrı gibi görmeye başladığı, ancak, Makedon ve Yunanlıların alaya almaları üzerine bundan vazgeçtiği belirtilmektedir. Büyük bir kumandan olmasına rağmen içkiye düşkünlüğü ve değişken karakteri, kan döken bir zalim olarak da anılmasına sebep oldu. İçki içtikten sonra kendini kaybetmesi, bir hiç yüzünden en başarılı generaliyle oğlunu öldürtmesi, kazandığı zaferlerinin sarhoşluğuyla kendisini tanrı ilan etmek isteyince buna karşı çıkan Aristo’nun yeğeni ve aynı zamanda talebesi olan Callisthenes’i idam ettirmesi başarı ve kişiliğine gölge düşürdü.

İskender, on iki yıl boyunca giriştiği bütün savaşları kazandı. Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan devletleri kısa sürede ortadan kaldırarak kendi egemenliği altına aldı. Kısa süren hükümdarlığı zarfında büyük bir imparatorluk kurdu. Elde ettiği zaferler ve başarıları çok sayıdaki devlet adamı ve sanatçıyı etkiledi. Birçok kişi için de ilham kaynağı oldu. Hayatı bir çok menkıbe ve destana konu oldu. Anadolu’dan başlayıp Hindistan’a kadar yayılan harekatı, bölge insanlarının hafızalarında büyük izler bıraktı. Bundan dolayı da kişiliğini konu alan çok sayıda efsane oluşmaya başladı.

İskender, yeni seferler için hazırlık yapma, yeni şehirler inşa etme, sulama kanalları açma gibi planlar üzerinde çalıştığı dönemde, içkili bir eğlencenin akabinde hastalandı ve çok genç yaşta Babil’de öldü (M.Ö. 323). Naaşı İskenderiye’ye götürüldü ve burada altın bir tabutun içine konuldu. Ölümünden sonra görkemli imparatorluğu parçalandı. Bu arada onun vasıtasıyla Doğu-Batı kültürü arasında bir etkileşim meydana geldi.

İslam tarihi ve tefsir kitaplarında; Kur’an-ı Kerim’de kıssası anlatılan Zülkarneyn için İskender-i Kebir, İskender-i Ekber ve İskender-i Himyeri ifadeleri kullanılırken; Makedon kralı olan Alexsandros da İskender-i Rumi ve İskender-i Yunani olarak zikredilmiştir. Ancak, yaşadıkları bölge ve dönemlerinde cereyan eden hadiselerin benzerliğinden ötürü edebi eserlerde bu şahıslar karıştırılarak ve adeta aynı kişi oldukları varsayımından hareketle destani ve efsanevi bir tarzda aktarılmış, aradaki büyük zaman farkı da kaynayıp gitmiştir. Zülkarneyn’in kişiliği İskender’in hayatına sindirildikten sonra "İskendername" türü eserlerle İskender tamamen Zülkarneyn kimliğine büründürülmüştür. Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi 83-99 ayetlerinde kıssası anlatılan Zülkarneyn’in Makedon kralı İskender ile aynı kişiler olmaları tarih itibariyle de mümkün değildir.

Risale-i Nur’da, konuya temas edilirken beşeri tarihin ancak üç bin sene öncesine kadar gidebildiğine dikkat çekilmektedir. Tarihin daha ötesi için verdiği bilgilerin de; ya hurafevari, ya münkirane, ya da muhtasar olduğu hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla Hazret-i İbrahim’in (as) zamanından öncesine doğru olarak hükmedemediğine işaret edilmektedir. Bu açıklamalarla birlikte tefsirlerde geçen Zülkarneyn’in İskender-i Rumi olmadığı açık bir şekilde belirtilmektedir. Tefsirlerde geçen ve daha çok İskender-i Kebir olarak anılan şahsın ise Hazret-i İbrahim zamanında yaşamış Yemen padişahlarından birisi olabileceği ve Hazret-i Hızır’dan ders almış olduğu; buna karşılık İskender-i Rumi’nin ise, milattan yaklaşık üç yüz yıl evvel yaşamış olduğu ve Aristo’dan ders aldığı hatırlatılmaktadır (Lem’alar, s. 112).

Zülkarneyn’in adının eskiden beri tefsirlerde İskender olarak anılmasının sebebinin de, onun bir adının İskender olduğu ve bu şahsın da İskender-i Kebir olduğu ayrıca belirtilmektedir. Ayrıca şu izaha yer verilmektedir:

"…âyât-ı Kur’âniyenin zikrettiği hâdisât-ı cüz’iyeler, küllî hâdisâtın uçları olduğu cihetle, Zülkarneyn olan İskender-i Kebirin nübüvvetkârâne irşâdâtıyla akvâm-ı zâlime ile milel-i mazlume ortasında hâil ve gaddarların garetlerine mâni olacak meşhur Sedd-i Çin’in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misilli müteaddit cihangirler ve kuvvetli padişahlar maddî cihetinde, ve mânevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve bazı aktab dahi mânevî ve irşadî cihetinde, o Zülkarneyn’in arkasında gidip, iktidâ edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri, sonra dağlar başlarında kaleleri kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler…" (Lem’alar, s. 112).