İmran Bin Husayn (?–672)

İki yüze yakın hadisi nakletmiş ve ömrü boyunca sünnete uygun yaşamaya gayret göstermiş bir sahabedir. İyi bir idareci ve güzel giyinen bir insan olarak dikkat çekmiştir. Emevilerin kuruluşu ve sonrasında siyasi olaylara karışmamış, Emeviler tarafından bazı görevlere getirilmesine rağmen Hz. Ali’nin (ra) aleyhinde bulunmamıştır. Rivayet ettiği hadislerden bir tanesinin Risale-i Nurda yer almasıyla ismi zikredilmiştir. Künyesi Ebu Nüceyd İmran bin Husayn bin Ubeyd el-Huzaî el-Ezdî şeklindedir.

İmran’ın doğum tarihi ve Müslüman olmadan evvelki hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Huzaa Kabilesine mensup olup, Hayber’in fethinden sonra babası, kız ve erkek kardeşi ile birlikte Müslüman olmuştur. İslamiyet’i kabul ettiği tarih hakkında ihtilaf vardır. Bu rivayete göre, babasından evvel iman etmiştir. Babası Husayn, Peygamber Efendimizin yanına gelince, uygunsuz davranacağını sandığı babasına karşı ayağa kalkmadı. Peygamber Efendimizin davetini kabul edip şehadet kelimesini getirmesi üzerine, yerinden kalkıp babasının elini ayağını öptü. Sırf Allah rızasını gözeterek yapılan bu hareket karşısında Peygamber Efendimizin ağladığı da nakledilmektedir.

628’de Müslüman olduktan sonra Peygamber Efendimiz ile birlikte (asm) sefer ve savaşlara katılmaya başladı. Mekke’nin fethinde bulundu. Bu sırada kabilesi Huzaa’nın bayrağını taşıdı. İmran, kabilesi ile yaşamış olmakla birlikte Peygamber Efendimiz ile sıkı irtibatını sürdürdü. Medine’yi ziyaret ederek Peygamber Efendimizin sohbetinde bulundu. Ayrıca, başta Hz. Ebu Bekir olmak üzere sahabelerden de hadis öğrenmeye gayret etti. Bu vesileyle iki yüze yakın hadis öğrenip rivayet etti. Hasan-ı Basrî, Ebu Reca el-Utaridi, Mutarrif bin Abdullah, oğlu Nüceyd ve azat ettiği kölesi Ata kendisinden hadis nakledenlerden bazılarıdır.

Medine ile bağını devam ettiren İmran’a Hulefa-i Raşidin döneminde önemli görevler verilerek kendisinden istifade edildi. Hz. Ömer (ra) zamanında kurulan Basra şehrinde, halka dini bilgileri öğretmekle görevlendirildi. Hz. Osman (ra) devrinde de burada hizmete devam etti. Basra valisi tarafından zekat memuru olarak tayin edildi. Bir seferinde, eli boş geri dönmesi, valinin hiddetlenmesine sebep oldu. Cevap olarak; Peygamber Efendimizin zamanındaki gibi zekat topladığını ve ihtiyaç sahiplerine dağıttığını söyledi. Bu cevap karşısında vali bir şey söylemedi. Bizzat Basra valisinin teklifiyle Basra kadılığına tayin edildi. Bir süre bu görevi sürdürdükten sonra, davalarda haksızlık yaptığı iddiaları üzerine, kendi isteğiyle görevinden istifa etti.

Basra’nın ilim ve irfan hayatına büyük emeği geçen Hz. İmran’a (ra) büyük iltifatlarda bulunan meşhur Hasan-ı Basrî, “İmran bin Husayn’dan daha değerli bir kimse Basra’ya ayak basmamıştır” mealindeki ifadeyi dile getirmiştir. Resmi görevi sırasında ve sonrasında hadis ilmi ile uğraşarak talebelere ders verdi. Kadılık görevinden istifa ettikten sonra da fetva vermeye devam etti. Basra imamları ve tabiinin büyüklerinden olan Muhammed ibn Sirin de kendisi için övgülerde bulunmuş, Basra’da bulunan büyük şahsiyetlerden biri olarak tavsif etmiştir.

İmran bin Hüsayn’ın naklettiği hadislerden bazıları İmam Buhari ve Müslim’in eserlerinde yer almıştır. İşte bu iki büyük imamın İmran’a dayanarak verdikleri bir hadisi şerif Risale-i Nur’da da nakledilmekte ve bu vesileyle ismi zikredilmektedir; “Bir seferde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber susuz kaldık. Bana ve Ali'ye ferman etti ki: ‘Filân mevkide bir kadın, iki kırba suyu hayvana yükletmiş, gidiyor. Alıp buraya getiriniz. Ben ve Ali beraber gittik; aynı yerde kadını su yüküyle bulduk, getirdik. Sonra emretti: ‘Bir kaba, bir parça su boşaltınız.’ Boşalttık. Bereketle dua etti. Sonra, yine suyu o hayvandaki kırbaya koyduk. Ferman etti ki: ‘Herkes gelsin, kabını doldursun.’ Bütün kafile geldi, kaplarını doldurdular, içtiler. Sonra ferman etti: ‘Kadına bir şeyler toplayınız.’ Kadının eteğini doldurdular. İmran, kırbanın suyunun hiç eksilmediğini, daha sonra Peygamber Efendimizin kadına hitaben, “Senin suyundan almadık. Belki Cenâb-ı Hakk bize hazinesinden su içirdi.” (Mektubat, 1994, s. 123-124).

İmran bin Husayn, İslam dünyasında fitnenin giderek armaya başladığı bir dönemde yaşadı. Emeviler tarafından bazı resmi görevlere getirildi. Ancak, siyasi olaylara hiç müdahil olmadı. Hz. Ali’ye (ra) karşı yapılan iç savaşlara katılmadı ve bu çerçevede Emevilerin yanında yer almadı. Hayatı boyunca sünnete uygun yaşamak için büyük gayret gösterdi. Kabiliyetli iyi bir yönetici ve takva sahibi bir insan olarak tanındı. Güzel giyinmesiyle dikkat çekti. Sebebini soranlara; “Cenab-ı Hakk, kuluna verdiği nimetin işaretinin onun üzerinde görülmesinden hoşlanır” cevabını verdi.

Horasan valiliğini kabul etmedi. Ziyad bin Ebih’in, kendi yerine Hakem bin Amr’ı tayin ettiğini duyunca hemen gidip Hakem’i buldu ve bir hatırlatmada bulundu; “Hatırlıyor musun? Sahabeden biri amirinin emri üzerine kendini ateşe atmak isterken, yanındakiler kolundan tutup buna mani olmuşlardı. Peygamberimiz bunu haber alınca, ‘Şayet kendini ateşe atsaydı hem kendisi, hem de amiri Cehenneme gireceklerdi. Zira Cenab-ı Hakk’a isyan hususunda hiç kimseye itaat edilmez’ buyurmuştu. İşte ben seni bu hadisi hatırlatmak için aradım”, dedi. (Sahabeler Ansiklopedisi, Yeni Asya G.N., II. C. İstanbul 1993, s. 491). Böylece yapacağı görevde dikkatli davranmasını istedi.

Kendisi sünnete uygun hareket ettiği gibi, bununla ilgili bir çok hadis de nakletti. Bazı meclislerde hadis naklederken, haber verdiklerinin bir kısmının Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığı şeklindeki itirazlara karşı; hükümlerle ilgili ayrıntıların Kur’an-ı Kerim’de yer almadığını, ancak bunların sünnetle belirlendiğini, Peygamber Efendimizin emirlerine uymanın da yine Kur’an-ı Kerim’in emri olduğunu hatırlattı.

Kadılık görevinden istifa ettikten sonra Basra mescidinde talebelerine ders verip hadis okutan İmran bin Husayn 672 yılında Basra’da vefat etti.