İmam Zeyd (Zeyd bin Zeynelabidin) (698-740)

Ehli Beyt mensubu olup, Hazreti Hüseyin’in (ra) torunu ve on bir imamın dördüncüsü olarak kabul edilen Zeynelabidin’in oğludur. İlim tahsil etmek maksadıyla muhtelif İslam beldelerini gezerek, çok sayıdaki alimden ders almıştır. Tabiinden olup, öğrendiği hadisleri rivayet etmiştir. Kendisi ve oğlu Yahya’ya bağlılıklarını bildirenlerin oluşturduğu "Zeydiyye" olarak tanınan fırka, Şia fırkalarının en mutedili ve Ehli Sünnete en yakın olanıdır. Risale-i Nur’da Hazreti Zeyd ve Zeydiyye için, "meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir… Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir" (Barla Lahikası, s. 181) ifadelerine yer verilmiştir. Künyesi Ebü’l-Hüseyin Zeyd bin Zeynelabidin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib şeklindedir.

Zeyd, 698 yılında Medine’de dünyaya geldi. İlk derslerini babası Zeynelabidin’den (ra) aldı. Babasının dışında, aralarında ağabeyi Muhammed Bakır’ın da bulunduğu çok sayıdaki alimden dersler aldı. Hadis ilminde önemli bir birikime sahip oldu ve öğrendiği hadisleri rivayet etti. İlim tahsil etmek maksadıyla Medine dışına çıktı ve birçok İslam beldesini dolaştı. Bu arada bazı sahabelerle görüşme imkânı buldu. "İmamet" vasfına haiz olmak için alim olmak ve ilim tahsil etmek gerektiğini, bizzat ilim öğrenmeye çalışarak göstermiş oldu. Bu fiili hareketiyle, "imamlara vahiy geldiği" veya "onlara Allah’ın bildirmesi" şeklindeki görüşlere inanmadığını göstermiş oldu. Çünkü, o zamana kadar bu iddialar ortaya atılmakta ve "imam" telakki edilenlere muhtelif vasıflar ve özellikler verilmekteydi. Çok güzel bir hitabete sahipti. Fıkıh ve kıraat ilmindeki mümtaz kişiliğiyle dikkat çekti. Sohbetinde bulunanlar çok tesirli hitabetinin etkisinde kaldılar.

Zeyd, ilim öğrenmek maksadıyla muhtelif beldeleri ziyaret edip alimlerle görüşmesine rağmen, bir kısım iftiracılar, Emevi halifesinin yanında kışkırtma faaliyetlerine giriştiler. Halifeyi bu mübarek insanın aleyhine geçirmek maksadıyla iftiralarda bulundular. Muhtelif beldeleri dolaşmasını, hilafete geçmek için adam toplamaya yönelik faaliyet olarak yorumladılar. İddiaların etkisinde kalan halife de Medine dışına çıkışını yasakladı. Ancak, bir fırsatını bulan Zeyd, Medine’den ayrılarak Kûfe’ye gitti.

Zeyd, Kûfe’ye geldikten sonra etrafı, Ehli Beyt taraftarı gibi gözüken bölücüler tarafından sarıldı. Kendisini savaş için kışkırtmaya başladılar. Emevi hanedanının Suriyeli askerlere dayandığını, bu gücün yüz bin Kûfeli savaşçıya kafa tutamayacağını iddia ederek bir an ön önce harekete geçmesini istediler. Zeyd, on ay kadar burada kaldı. Yakalanma endişesiyle ikamet ettiği yeri sürekli değiştirdi. Basra ve Musul taraflarından da başkaldırma telkinleri gelmekteydi. Bunun üzerine binlerce kişi kendisine bağlılığını ifade ederek biat ettiler. Biat edenler, Allah’ın kitabı ve Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine uygun hareket, haksız olarak iktidarda bulunanlarla mücadele, zayıfların himaye edileceği vb. gayeler için hareket edeceklerine dair yemin ettiler. Ayrıca, Kûfelilerin daha önce ataları için yaptığı ihaneti kendilerinin yapmayacağını ve Zeyd’i düşmanlarına teslim etmeyeceklerine dair de söz verdiler. Bu ifadeler üzerine Zeyd’in, "Ey Kûfeliler! Dedem Hüseyin’e yaptığınız gibi söz verip de sonradan caymanızdan korkarım" dediği, buna karşılık, "Allah için ancak dönmeni bekliyoruz. Biz senin için canımızı feda ediyor ve sana güvenebileceğin tarzda and içiyoruz, söz veriyoruz" denildiği de nakledilmektedir.

Savaşın henüz başlamadığı, ancak, hazırlıkların devam ettiği sırada, Zeyd’in taraftarları kendisine, Ebu Bekir ve Ömer’e düşman olma tavsiyesinde ve telkininde bulundular. Bunun üzerine Zeyd; "Büyük dedem olan Resulullah Aleyhisselam’ın sevdiği kimselere düşmanlık edemem" karşılığını verdi. Bu cevap üzerine çevresinde bulunanlardan dört yüzü hariç geriye kalanların tamamı savaş meydanını terk ederek yanından ayrıldılar. Zeyd ayrılanlar için, "gidiniz, siz rafızilerdensiniz," anlamına gelen "izhebu entümü’r-revafizu" ifadesini kullandı.

Kûfe valisi, gizlilik içinde yürütülen faaliyetleri öğrendi. Emeviler bu gelişmeler üzerine harekete geçtiler. Önce, vali tarafından mescidin avlusunda toplanmaya çağrılan savaşçıların önemli bir kısmı tutuklandı. Bu tutuklananları kurtarma çabası netice vermedi. Suriye’den gelen düzenli ordu karşısında, sayıları azalan Zeyd ve taraftarları ancak iki gün dayanabildiler. Çatışmalar sırasında bir okun isabet etmesi üzerine Zeyd vefat etti (740).

Zeyd bin Zeynelabidin’e dayanan Zeydiyye, Şia fırkaları arasında önemli farklılıklar arz etmektedir. Bunlara göre, halifeliğin Zeyd bin Zeynelabidin’e verilmesi gerekmekteydi. Bu fırkaya mensup olanlar Hazreti Ali’nin ashabın en efdalı olduğunu ileri sürmekle beraber, diğer üç büyük halifeye karşı saygılı olup, Hazreti Ebubekir, Ömer ve Osman’ın hilafetinin caiz olduğunu kabul etmekteydiler. Ayrıca, halifeliğin dördüncü imam olarak kabul edilen Zeynelabidin’in (ra) soyundan gelenlerle devam etmesi gerektiği inancındaydılar. Zeydilerin mutedil davranmalarında Zeyd bin Zeynelabidin’in aşağıdaki veciz ifadelerinin etkisinin büyük olduğu anlaşılmaktadır:

"Ali bin Ebi Talib, sahabenin en faziletlisi idi. Ancak, hilafet, sahabenin uygun gördüğü bir maslahat ve gözettikleri dini bir fayda sebebiyle Hz. Ebu Bekir’e verilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamberin (asm) sağlığında çıkan harpler henüz unutulmamış, müminlerin emiri Hz. Ali’nin kılıcındaki, Kureyş ve diğer müşriklerin kanı henüz kurumamıştı. İntikam almak isteyen toplulukların içlerindeki kinler olduğu gibi duruyordu. Kalplerin bütünüyle ona meyletmediği, herkesin gönül rızasıyla boyun eğmediği bir durumda uygun olan tavır, bu işi yüklenecek şahsın, yumuşak, vakur, yaşlı ilk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber’e yakın olanlardan olmasıydı" (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yay., 2. C., İstanbul 1986, s. 459).

Zeydiyye, Şia fırkaları içinde Ehli Sünnete en yakın olanıdır. Çünkü, Hazreti Zeyd, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’in halifeliğini kabul edip, dil uzatmadıkları gibi, halifeliğin sadece Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın soyundan gelenlere ait olduğunu da ileri sürmemişlerdir. Ayrıca, imameti talep edip ortaya çıkmadıktan sonra başkalarının imametini de caiz görmüşlerdir. Zeyd’e, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer ile ilgi görüşleri sorulduğunda, önce kendileri için Allah’tan rahmet ve mağfiret diledi. Ehli Beyte mensup olan hiç kimsenin onları sevmemezlik edip yüz çevirmediğini, onlar hakkında ancak hayır söylediklerini ifade etti. Hilafete ilk önce Hazreti Ebubekir ve Hz. Ömer’in tercih edildiğini, kendilerinin bu haklardan uzaklaştırıldıklarını belirtti. Ancak, bunun da küfür olmadığını söyledikten sonra, söz konusu mübarek zatlar hakkında bu söylediği sözlerden daha ağır konuşmayacağını da belirtti.

Bediüzzaman Hazretleri, Zeyd için, "sâdât-ı azimeden [Seyyidlerin büyüğü]" ifadesini kullandığı gibi, mensupları için de "Şiaların en mutedili ve en Sünnisi" ifadelerine yer vererek önemli izahatta bulunmaktadır; "meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve ‘Gidiniz. Siz Rafizilerdensiniz’ deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşânı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbâları, Şîaların en mutedili ve en Sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaallah, Vehhâbîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor." (Barla Lahikası, s. 181).

Zamanının büyük bir kısmını ilim öğrenip öğretmekle geçiren, ibadet edip Kur’an-ı Kerim okuyan bu mübarek zat için İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin de, "Zeyd bin Zeynelabidin zamanında ondan daha büyük fıkıh alimi, sorulara ondan daha seri cevap veren ve daha açık konuşan kimse görmedim" dediği nakledilmektedir.