İmam Malik (712-795)

Maliki mezhebinin imamıdır. Ömrünün büyük ekseriyetini Medine’de geçirmiş ve burada vefat etmiştir. Aralarında tabiinin büyük simalarının da bulunduğu çok sayıda alimden ders aldığı gibi, sonradan meşhur olan çok büyük zatlara da hocalık yapmıştır. Emevilerin son dönemleri ile Abbasi Devletinin kuruluş yıllarında meydana gelen siyasi olaylardan uzak durmuş, taraf olmamıştır. İdarecilerle münasebetleri, sadece istikamet üzere hareket etmelerine yardımcı olma ve onlara doğruyu söyleme çerçevesinde gerçekleşmiştir. İlmin izzetini korumak için gayret gösterdi. İlmi yüceltenin aziz, alçaltanın da zelil olacağını ifade etmiştir. Risale-i Nur’da birkaç yerde ismi geçmekte, hadis nakillerine yer verilmektedir. Bunun dışında; kutuplarla imamların faziletleri açısından birbirlerine üstünlüklerinin izahı bağlamında da ismi zikredilmektedir. Künyesi Ebu Abdullah Malik bin Enes bin Malik bin Ebi Amir el-Asbahi el-Yemeni şeklindedir.

Malik, 712 yılında doğdu. Çocukluğu Medine’de geçti ve burada yetişti. Önceleri okumaya ve ilme ilgi göstermeyip daha çok zamanını güvercinlerle geçirdi. Bu durum emsallerine göre bilgi yönünden daha geride kalmasına sebep oldu. Babasının sorduğu soruları cevaplayamaması, kardeşinin kendisinden daha fazla bilgiye sahip olması ve babasının kendisini ikaz etmesinden sonra okumaya başladı.

Malik, hadis derslerini almaya başladı. Tabiinden olan Abdurrahman bin Hürmüz’ün yanında yedi yılını geçirdi. Bu süre zarfında Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Fıkıh konusunda da kendini yetiştirerek önemli bir eğitim gördü. Eğitim sırasında sayısı yüzleri geçen hocalardan ders aldığı nakledilmektedir. Bunların içinde önemli miktarda tabiin olması dikkat çekmektedir.

Malik’in kavrama gücü ve zekası kısa zamanda hocalarının dikkatini çekti. Zeka ve gayreti sayesinde ilimde önemli bir mesafe kat etti. Kendisine olan ilgi ders arkadaşlarının da ilgi ve alakasını çekti. Sorduğu her sorusunun cevaplandırılmasına rağmen, arkadaşlarının sorularının bir kısmının cevapsız kalması şikayetlere sebep oldu. Bunun sebebini hocalarına sorduklarında kendilerine; Malik’in, verilen cevapları tetkik ettikten sonra kabul ettiği, buna karşılık diğer talebelerin söyleneni olduğu gibi aldığı, bu yüzden de bazı sorularının cevapsız kaldığı ifade edildi.

Yirmili yaşlarda ders ve fetva vermeye başlayan Malik, çevrenin de ilgisine mazhar oldu. Talebelerine Mescid-i Nebevi’de ders vermekteydi. Buradaki ders halkası giderek büyüdü. Bir taraftan talebe yetiştirme ile uğraşırken, diğer taraftan ilmi seviyesini ilerletmeye büyük gayret gösterdi. Özellikle hac mevsiminde kutsal beldelere gelen alimlerle ilmi müzakerelerde bulundu. Bu müzakerelerde bilgi alışverişi gerçekleşti. Aralarındaki ilmi müzakere hac mevsimi ile sınırlı kalmadı. Geri dönen alimlerle mektuplaşmak suretiyle aradaki irtibatı devam ettirdi.

Maliki mezhebinin imamı olan Malik bin Enes’in yetiştirdiği talebelerinin sayısı binlerle ifade edilmektedir. Kendisinden ders alan ve yetişen bu insanlar gittikleri yerlerde fikirlerini yaymak suretiyle Maliki mezhebinin yayılmasına vesile oldular. Mısır, Endülüs, Şam vs. yerlere giden talebeleri burada Maliki fıkhını yaydılar. Günümüzde Maliki mezhebine mensup olanların büyük ekseriyeti Afrika’nın kuzeyinde yaşamaktadırlar.

İmam Malik’in yaşadığı yıllar, Emevilerin son dönemi ile Abbasi Devletinin kuruluş yıllarına rastladı. Bu dönemde gelişen siyasi olaylardan uzak durma konusunda gayret gösterdi. İki kesime de mesafeli durarak açıktan destek vermedi. Siyasi olayların, dahili çekişmelerin yol açtığı büyük tehlikeleri ve sonuçları bildiğinden müspet hareket etme yolunu seçti. Meşru olmayan ve haksız şekilde meydana gelen dahili hadiseler karşısında gösterilecek tepkiler için, çok dikkatli davranılması, masum insanların zarar görememesi için özenle hareket edilmesine örnek teşkil etti.

Siyasi hadiselerden özellikle kaçınan ve karışmamaya dikkat eden İmam’a karşı yine de bazı haksızlıklar yapıldı. Ara sıra bazı baskılara maruz kaldı. Verdiği bir fetvadan vazgeçmesi konusundaki talebi geri çevirmesi üzerine Medine valisi tarafından tutuklandı. Valinin emriyle bayılıncaya kadar kırbaçlandı. Bu sırada bile, kendisine zulmedenler için Allah’tan mağfiret istedi. Ayıldıktan sonra çevresindekilere davacı olmadığını, hakkını helal ettiğini bildirdi. Olayı haber alan ve valiyi cezalandırmak isteyen halifeyi bu girişiminden vazgeçirdi. Halife de kendisinden özür dileyerek gönlünü aldı.

İmam Malik, ‘lmin izzetini korumak için büyük gayret gösterdi. Abbasi halifesi ünlü Harun Reşid, her gün evine gelip çocuklarına ders vermesini talep etti. Bu isteğe karşı İmam; bunun uygun olmayacağını, doğru olanın çocukların evine gelip-giderek kendisinden ders alması olduğunu, ilmin izzetini korursa aziz, ilmi zelil ederse zelil olacağını halifeye bildirdi. İlmin kimsenin ayağına gitmeyeceğini, aksine, ilmin ayağına gidilmesi gerektiğini sözlerine ilave etti. Aldığı bu cevaptan sonra özür dileyen halife, iki oğlunu İmam’ın evine göndermek suretiyle ders almalarını sağladı.

Aralarında Harun Reşid’in de bulunduğu bazı Abbasi halifeleri, İmam’ın derlediği hadisleri, yaptığı içtihatları kitap haline getirme ve bunları tüm şehirlere gönderip yalnızca bunlarla amel edilmesini sağlama teklifinde bulundular. Ancak, İmam bu teklifi kabul etmedi. Devletin ve sosyal hayatın muhtelif kademelerinde tek renkliliği sağlamayı hedefleyen bu girişim kabul görmedi. İmam; İslam alimlerinin Kur’an ve Sünnet ışığında kendilerine ulaşan ve elde ettikleri ilmi birikim, çevre ve zamanın şartlarına göre farklı görüşleri ortaya koymalarının tabii olduğunu, farklı görüş beyan edenlere karşı zor kullanmak suretiyle aksini uygulamaya kalkışmanın doğru bir hareket olmadığını beyan etti.

İmam Malik, hayatı boyunca örnek bir hayat sergiledi. Giyim, kuşam ve temizliğine dikkat etti. Vakarlı, heybetli bir görünüme sahipti. Elbiselerinin temiz ve güzelliğine itina gösterdiği gibi, evinin düzen ve intizamına da özen gösterdi. Derslerinde yüksek sesle konuşma ve tartışmalara izin vermezdi. Peygamber Efendimizin (asm) ismi anıldığında rengi değişirdi. Hac ve umre dışında Medine dışına çıkmadı. Kendisine sorulan soruyu hemen cevaplamaz, düşünüp iyice araştırdıktan sonra cevaplandırırdı. Ömrünün büyük bir kısmını talebe yetiştirdiği Medine’de geçirdi. Halife tarafından Bağdat’a davet edildiyse de affını isteyip kabul etmedi.

Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde İmam Malik’in ismi zikredilmekte ve bazı hadis nakillerini yaptığı ifade edilmektedir. Bu nakillerde alimlerin gösterdikleri itina göz önüne serilmektedir (Mektubat, 2000, s. 121). Meşhur eseri için “Muvatta' kitab-ı muteberi” (Mektubat s. 122) ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca, mezhep sahibi müçtehit imamların mı, tarikat şahları ile aktapların mı daha efdal (faziletli) olduğu şeklindeki bir soru şu şekilde cevaplandırılmıştır:

“Umum müçtehidîn değil, belki Ebu Hanife, Mâlik, Şâfiî, Ahmed ibni Hanbel şahların, aktabların fevkindedirler. Fakat hususî faziletlerde Şah-ı Geylânî gibi bazı harika kutuplar, bir cihette daha parlak makama sahiptirler. Fakat küllî fazilet imamlarındır. Hem tarikat şahlarının bir kısmı müçtehidlerdendir. Onun için, umum müçtehidîn, aktabdan daha efdaldir denilmez. Fakat Eimme-i Erbaa, Sahabeden ve Mehdîden sonra en efdallerdir denilir.” (Mektubat, 2000, s. 271)

İmam Malik, 795 yılında hastalandı. Kısa bir süre sonra Medine’de vefat etti. Cenaze namazını Medine valisi kıldırdı. Naaşı, Medine-i Münevvere’deki Baki Mezarlığına defnedildi. En meşhur eseri “El-Muvatta”dır. Eserinde hadisleri kaydedip tasnif etmiştir. Tasnifte, fıkıh konularını esas almıştır. Eserinde tabiin ve kendi içtihatlarına da yer vermiştir. Bu eser, hadis ve fıkıh ile ilgili yazılan “ilk eser” olarak kabul görmüştür.