Asıl adı Ömerdir. Sultanül-aşıkin olarak tanınan ünlü tasavvuf şairlerindendir. Babasının mesleğinden ötürü İbnül-Farıd (Farız) olarak anılmış ve bu unvanla meşhur olmuştur. Diğer bir lakabı da Sadîdir. Bu lakap da Peygamber Efendimizin (asm) sütannesi Halimenin de mensubu olduğu Sad kabilesine mensubiyetinden ötürü verilmiştir. Ömrünün önemli bir kısmını inzivaya çekilmek ve ibadetle geçirmekle, tabiatı temaşa edip tefekkür etmekle geçirmiştir. Sultanların yakın alakasına rağmen, bunlarla görüşmemek ve yakın görünmemek için azami çaba sarf etmiştir. Künyesi, Ebu Hafs (Ebül-Kasım) Şerefüddin Ömer bin Ali bin Mürşid es-Sadî el-Hamevî el-Mısrî şeklindedir.
Ömer, 1181 veya 1182 yılında Kahirede doğdu. Babası Farıd lakabıyla anılmaktaydı. Çünkü, mahkemede çalışmakta olup kadınların eşlerinden almaları gereken miras ve nafakayı tespit etme görevini yerine getirmekteydi. Farıd lakabı bu yüzden kendisine verilmişti. Ömer de babasının bu lakabından dolayı ibn Farıd (Farıdın oğlu) olarak anılmaya başlandı ve bu lakapla da meşhur oldu. Babası Ali, Eyyübi hükümdarlarının yakın ilgisini gördü ve kendisine bazı görevler tevdi edildi. Ancak kendisi bu görevleri kabul etmediği gibi, inzivaya çekilip ibadetle meşgul olmayı tercih etti.
Ömer, ilk derslerini alim ve dindar bir insan olan babasından aldı. Hadis ilmiyle ilgili dersleri Ebu Muhammed ibn Asakirden alırken, bu alimden Şafii fıkhını da öğrendi. Ayrıca, dil ve edebiyat derslerini aldı. Hadis ilmiyle ilgili aldığı eğitim, kendisinden hadis rivayet edilebilecek seviyeye yükselmesine vesile oldu ve kendisinden hadis nakledildi. Eğitimini devam ettirirken erken yaşlarda tasavvufa yöneldi ve babasının da onayı ile bir mescide çekilerek kendini ibadet ve tefekküre verdi.
Kendisini sosyal hayattan çekip çileli bir hayatı tercih eden Ömer, tasavvufta istediği seviyeye bir türlü ulaşamadı. Karşılaştığı Şeyh Bakkal adlı alim, Mısırda durmak yerine Mekkeye gitmesini tavsiye etti. Orada aradığını bulabileceğini söyledi. Ömer, hemen Mekkeye doğru yola çıktı. Sıkıntılı bir yolculuktan sonra Mekkeye vardı. Burada Sühreverdi ile görüştü. Bir ara ani bir kararla Mısıra döndü. O sırada ölüm döşeğinde bulunan Şeyh Bakkalı ziyaret etti ve akabinde cenaze namazında hazır bulundu.
Eyyübiler Devletinin Mısırda hüküm sürdüğü bir dönemde burada yaşayan Ömer ibn Farıd, sultanların yakın ilgisini gördü. Ancak, kendisi idarecilerle fazla haşir-neşir olmaktan ve ziyaretlerden hoşlanmadığı için, mesafeli durdu. Kendisine gönderilen para ve hediyeleri kabul etmedi. Bir seferinde, maiyetiyle birlikte kendisini ziyaret etmeye gelmekte olan hükümdarın haberini alır almaz, caminin arka kapısından çıkarak Mısırdan ayrıldı ve İskenderiyeye gitti. Böylece hükümdar ile görüşme durumundan kaçınmış oldu.
Ömer, zamanının önemli bir kısmını inzivaya çekilip ibadetle geçirirken, özellikle tabiat ile haşir-neşir olup dağları, vadileri dolaştı. Cenab-ı Hakkın kainattaki sanatlarını ve eserlerini tefekkür ederek zamanını değerlendirmeye çalıştı. İnsanlarla beraber olduğu zamanlarda ise, sohbetlerine çok büyük ilgi gösterildi. Hazır bulunanlar kendisini hep saygıyla dinlediler. Hassas ruhlu olmasından ötürü, duyduğu muhtelif seslerden hep etkilendi. Belli zamanlarda Nil Nehrinin kenarına giderek çağlayan suları hayranlıkla izledi.
Kainattaki sanatları seyretmekten ve tefekkür etmekten büyük bir haz alan Ömer, bazen kendinden geçip belli bir noktaya bakarak adeta kilitlendiği olurdu. Böyle zamanlarda yanındakileri görmez, konuşulanları duymaz, yeme-içmeyi keser ve uzun süre bu durumu devam ettirdiği olurdu. Günlerce bu durumda kaldığı da nakledilmektedir.
Ömer ibn Farıd, Sultanül-aşıkin ünvanıyla da tanındı. Yazdığı şiirlerinde tasavvuf ve ilahi aşka dair olan duygularını dile getirdi. Vahdet-i vücud anlayışında ve inancında olduğuna dair düşünceler ileri sürülmüşse de kendisi bu düşünceye yakın değildir. Şiirlerinde İlahi aşkı yansıtmakta olup, Cenab-ı Hakkın mutlak cemali karşısında kendisinden geçerek her şeyde sevgiliyi görmüştür.
Risale-Nurda İbn Farıdın birkaç beytine yer verilmiştir. Bediüzzaman, kelamın muhtelif tabakalarda ve ayrı ayrı insanların katında aldığı muhtelif teşekkül ve manalara dikkat çektiği ve izahlarda bulunduğu Unsurül-Belagatın Altıncı Meselesinde, İbn Farıdın, Göz ucuyla yanaklara bir gül diktim, diktiği gülü koparmak gözümün hakkıdır beytini örnek olarak sunmaktadır Kimyasal reaksiyona tabi tutulan ve muhtelif şekiller alarak bir çok kısma ayrılan maddeler gibi, kelamın da değişik tabaka ve guruplar arasında, toplulukların yanında, kalplerde, hayallerde aldığı renklere, şekillere ve manalara işaret edip açıklamalarda bulunmaktadır. (Muhakemat, 1998, s. 99-102).
Şairlerin sultanı olarak kabul gören ve bu unvanla anılan Ömere, Peygamber Efendimizi neden methetmediği sorulduğunda, Onu methetmeye gücümün yetmediğini anladım. Onu methedecek kelime bulamadım karşılığını verdi. Çünkü, Cenab-ı Hakk Onun adını; ezanda, şehadet kelimesinde, ikamette, namazdaki teşehhütte, hutbe ve bazı ibadetlerde, bir çok duada, nasihat yapmakta, kabirde, sıkıntı zamanlarında, mahşerde, Cennette ve her yaratılmışın lisanında kendi adının yanına koymuştur. Onun en büyük üstünlüğü Allahın sevgilisi olmasıdır. Onu herkesten, her melekten daha çok sevmiştir.
Ömer ibn Farıd; Her güzelin güzelliği Allah güzelliğinden aksetmiş bir parçadır, derken; İnsan ruhu için, görüntüleri perde arkasında oynatan hayalci, görüntüleri ise insan bedenine benzetmiştir. Ona göre, Yaratıcının izni olmadan hiçbir hareket taklit edilemez, dış evren bir oyuncağa benzer ve bu oyuncağın hareketi bir ustanın elindedir.
Son yıllarını Kahirede geçiren şair, ünlü Ezher Camiinde vaazlar verdi ve sohbetlerde bulundu. Ocak 1235te vefat etti.
Eserleri
Sultanül-aşıkin Ömer ibn Farıdın Divanı olup bu eserin en eski nüshasının Konyada olduğu belirtilmektedir. Bu eserinde en çok öne çıkan kasideleri ise Tâiyye ve Hamriyye adını taşımaktadır. Bu kasidelerde yer alan beyitlerden muhtelif kişiler tarafından alıntılar yapılmış ve atıflarda bulunulmuştur. Divandaki en önemli şiirlerin yer aldığı el-Kasidetüt-taiyye veya diğer adıyla et-Taiyyetül-kübraya, şair önce Enfesül-cenan ve nefaisül-cinan, bir süre sonra Levaihul-cenan ve revaihul-cinan isimlerini vermişse de daha sonra Peygamber Efendimizi (asm) rüyasında gördüğü ve onun işaretiyle eserinin adını Nazmüs-süluk olarak değiştirdiği nakledilmektedir. Diğer ünlü kasidesi Hamriyye ise daha kısadır. Bu kasidesinde ilahi aşk tasvir edilmiştir. Her iki kasidenin de muhtelif şerhleri yapılmış ve tercüme edilmişlerdir.
İbnül-Farıdın şiirleri, Arap edebiyatının, tasavvuf şiirlerine güzel örnekler teşkil etmişlerdir. Şarkiyatçılar tarafından bu kasidelere gösterilen ilgi de dikkat çekicidir. Yukarıda isimlerini verdiğimiz her iki kasidelerinin Fransızca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Almanca ve Latince çevirileri yayımlanmıştır.