Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazzali

İmam-ı Gazzali, aklın hakikatleri kavramada yeterli olup olmadığını ve aklın ürünü olan ilimlerinhakikat paylarının ne olduğunu, din ile akıl ve onun ürünü ilimler arasındaki ilişkilerin boyutunu inceleyip, İslamîbir yorum ortaya koyanların ve bu konuda söz sahibi olanların en önemlilerinden biridir.

1058 yılında İran’da Horasan iline bağlı Tus şehrinde dünyaya gelmiştir. Çok küçük yaşlardamedrese eğitimine başlayan Gazzali, daha sonraki yıllarda "medrese-i Nizamiye" adını taşıyan devrin en ünlüüniversitesine müderris tayin edilmiştir. Bundan sonraki hayatının bir döneminde Üniversiteden ayrılsa da sonratekrar geri dönmüştür. 1111 yılında doğduğu şehir olan Tus’ta vefat etmiştir.

Gazzali, arkasında bıraktığı çok sayıda eseri ile (eserlerinin başında; İhya-u Ulum-üd Din, Makasıd-ülFelasife, Tehafüt-ül Felasite, El-munkızu min-ad-dalâl gelir.)1 yaşadığı devirde İslam düşüncesindekifikir karışıklıklarını gidermeye çalışmış ve yaptığı hizmetlerden dolayı "Hüccet-ül İslam" ünvanınıalmıştır.

Gazzali, bilim-din ilişkisine ilk olarak "bilgi" kavramını sorgulayarak başlar. Bilgi nedir?Hakikatlere ulaşmada, hakkı batıldan ayırmada bilginin rolü nedir? Gazzali’yi bu sorulara ulaştıran, kendi deyimiyle"fıtratındaki hakikatlere susamışlık" ve haklarında ihtilaf bulunan taklidi (göreneğe dayanan) akaidlerinhakikatini bulma isteğidir.

"Bilgi nedir?" sorusuna cevap arayan Gazzali, kendisinden şüphe edilmeyecek ve hataya yol açmayacakderecede "yakîn"e yaklaşmış bilginin kesin bilgi olduğunu savunur. Bu konuda şöyle der: "(yakîn)raddesine varan bilgilerde bilinen şeyin asla şek götürmeyecek derecede anlaşılmış olması gerekir. Bunda yanılmışolmak, vehme kapılmak ihtimali varid olmaz. Kalp böyle bir ihtimale imkân vermez."2

Gazzali, yakîn derecesine ulaşmayan bilgilerin itimada (güvene) layık olmadığı görüşündedir. Araştırmalarısonunda "hissiyat"tan3 olan bilgilerin insanı yanıltabileceği, hataya düşüreceği sonucuna varır."Zaruriyât"a4 yönelir. Fakat burada da şüpheye düşer. Akli bilgileri de çürütebilecek, akılanlayışının dışında başka bir "idrakin"olup olmadığı sorunu araştırır. Böyle bir idrakin ortaya çıkmamışolmasının, onun (mevcut) olmadığı sonucunu doğurmayacağı düşüncesi, Gazzali’yi bir süre şüphe içinde bırakır.Sonunda zaruriyatın güvenilir olduğuna inanır (emin olur). Fakat bunun (emin olmanın) delillerle ispatlanmak suretiyledeğil, Cenab-ı Hakk’ın nuru ile (ilham) olduğuna inanır. "Bu emniyet delil, tertip ve tanzim etmek suretiyle hasılolmuş değildir. Cenab-ı Hakk’ın kalbime akıttığı bir nur sayesinde olmuştur. Bu nur bir çok bilgilerin anahtarıdır"der.5

Gazzali, "Keşfı, yani hakikatlere vakıf olmayı, bu nurdan beklemek gerekir"6 diyerek"mükâşefe" yoluna işaret eder.

Görüldüğü gibi Gazzali, kesin bilgiye "ilham" (Allah’ın insan kalbine bilgi doldurması) ve mükâşefe(Allah’ın sırlarının sezgi yolu ile elde edilmesi) yolu ile ulaşılacağı kanaatindedir.

Aklî bilgilerin güvenilirliği yanında, hakikatlere, Allah’ın nuru ile ulaşılabileceğini savunanGazzali, "Hakikatlere ermek daima delil ile olur zannedenler, Allah’ın geniş ve sonsuz rahmetini daraltmışolurlar" der.7

Bu düşüncelerle Gazzali, hakikati ve bilginin kaynağını "akıl ötesi"nde aramaya başlamıştır.Bu düşünceleri tasavvufu inceledikten sonra daha da gelişecektir. Gazzali, hakikati araştıranları ve onlarınilimlerini incelemeye koyulur.

İlk olarak kelamcıları ve Kelam ilmini inceler. Kelam ilminin, bir ilim dalı olarak kendisinden beklenenamaca elverişli olduğunu görür. Ancak bu Gazzali’nin maksadını temine yetmeyecektir.

Daha sonra felsefeciler ve felsefi ilimleri inceler. İbn-i Sina ve Farabi gibi felsefecileri İslam akaidineters (zıt) düşen görüşlerinden dolayı sıradan bir mü’min olarak bile kabul etmez, zındıkaya girmek ve zındıklarıyetiştirmekle itham eder.8

Felsefi ilimlerin bir çoğunun, temelde (bir bilim olarak) dine müspet veya menfi manada taalluk etmediğiniifade eden Gazzali, ancak yüzme bilmeyen bir adamın deniz kenarında dolaşmasındaki tehlike gibi İslamî ilimlere tammanasıyla vakıf olmayan birisinin felsefenin derin mesafelerinde boğulma ihtimali ve felsefecilere hayranlıktan dolayıonların batıl olan fikirlerini kabul tehlikesi üzerinde durur ve ihtiyatlı davranılmasını öğütler. Ayrıca felsefiilimlerin bazılarının dini akaide tamamen ters hükümler içerdiğini, bunların ise küfür (Allah’la ortak koşma) olduğunubildirir.9

Felsefenin en ince sırlarına vakıf olan Gazzali, felsefenin de kelam gibi kendi maksadını temin içinyeterli olmadığı kanaatine varır. Hakikatlere varmada aklın yetersizliği düşüncesi, daha da gelişir. Şöyle derGazzali; "Akıl bütün meseleleri kavramakta müstakil değildir. Bütün karmaşık meseleler üzerinden anlaşılmazlıkperdesini kaldıramaz."10

Gazzali kendisinin hem ilmin hakikatleri kavramaktaki yetersizliğine inanıp, hem de (özelliklefelsefecilere karşı) iddialarını ispatlamak için aklî ve ilmî deliller getirmesini eleştirenlere şu cevabı verir"….tıbbın ve yıldızların hassalarından delil getirdim. Çünkü bunlar felsefecilerin meşgul olduğuilimlerdendir. Biz yıldızlar ilmi, tıp, tabiat, sihir, tılsımlar gibi fenlerden birine vakıf olan her alime karşı nübüvvetiispat için kendi ilmine taalluk eden deliller gösteririz."11 Gazzali bu cevabıyla, ilimlerin nasıl vehangi amaçla kullanılması gerektiğini de dolaylı olarak ortaya koymuş olmaktadır.

Aradığını felsefede de bulamayan Gazzali, tasavvufa yönelir. Mutasavvıfları ve eserlerini inceler.Mutasavvıfların tarzını beğenir ve benimser. Tasavvufta karar kılar. Gazzali tasavvufta akıl ötesini açıklamak için"Nübüvvet" kavramından yararlanır. Nübüvvet her ne kadar peygamberlere has bir özellik olsa da onun bazıhassalarının insanlarda da görülebileceğini söyler. Nübüvvetin nuru ile aklın idrak edemeyeceği şeylerinkavranabileceği görüşündedir. Şöyle der Gazzali; "…nübüvvet de bir haldir ki; o hal içinde insanda yinemanevi bir göz hasıl olur. Bu gözde bir nur vardır ki; onun ile gaybı ve aklın idrak edemeyeceği şeyleri görür."12"….Akıl ile idrak olunamayan şeylerin idraki için de bir yolun bulunması mümkündür. Nübüvvetten maksatbudur."13 Ancak Gazzali, akıl ötesini idrakin, nübüvvet denizinden bir damla olduğu, nübüvvetin diğerözelliklerine tasavvufa yönelmekten doğan zevk ile ulaşılabileceğini belirtir.

Gazzali ilmi tarif ederken şeyle diyor: "Hakiki ilim, günahın öldürücü bir zehir olduğunu,ahiretin dünyadan daha iyi olduğunu bildirir. Hakiki ilim, sahibinde Allah korkusunu uyandırır. Ve artırır."14Gazzali aklın ve ilimlerin hakikati aramada yetersiz kaldığını, hakikate ancak ilham, mükâşefe ve nübüvvet yolu ileulaşılabileceğini savunur. İlimlerin ise dini akidelere ters hakikatler gösteremeyeceği böyle bir durumda küfrün sözkonusu olacağı kanaatindedir. İlmi, Allah’a ulaşmada, onun mesajını kavramada ve nübüvveti idrak etmede bir vasıtaolarak görür. İlmin görevi ancak vasıta olmaktır.