Hilmi Uran (1886-1957)

"Hilmi Bey! Talihin var. Ben hapiste ve burada iken hakkımda seni merhametsiz gördüm. Ne vakit hiddet ettim, bedduayı niyet ettim; Hilmi Bey namında benim bir kardeşim ve Nurun has bir şakirdini her vakit hayırlı duamda ismiyle zikrettiğimden, sana beddua niyet ederken, bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi adeta şefaatçi oldu, beni men etti. Ben de o niyetten vazgeçtim, senin beni tazip eden memurlarından gelen eziyete tahammül edip o bedduadan vazgeçtim. Çok defa hayret ediyordum. Bana bu kadar sebepsiz azap vermekle beraber sana hiddet etmiyordum. Demek en sonunda seninle dost olacağız diye o hiss-i kablelvuku ile kalbe gelmiş."
(Emirdağ Lahikası, s. 192)

Cumhuriyet dönemi siyaset ve devlet adamlarındandır. Uzun yıllar Mecliste bulunmuş ve Cumhuriyet Halk Partisi saflarında siyaset yapmıştır. Milletvekilliği yaptığı süre zarfında, muhtelif bakanlıklarda bulunmuştur. Partinin de çeşitli idari kademelerinde görev almış ve genel başkan vekilliğine kadar yükselmiştir. Bediüzzaman, CHP’nin genel sekreteri olduğu 1947 yılında kendisine bir mektup yazarak, o zamana kadar yapılan yanlışlıklara dikkat çekmiş ve ilerisi için ikazlarda bulunmuştur. (Emirdağ Lahikası, s. 190-192) 1950 seçimlerinde milletvekili seçilemeyince siyasetten çekilmiştir.

Hilmi Uran, 1886 yılında Bodrum’da doğdu. Eğitiminin önemli bir kısmını İzmir’de aldı. 1905 yılında İzmir İdadi Mektebinden mezun olduktan sonra Mülkiye Mektebine girdi. Bu okuldan 1908 yılında mezun oldu. Üç yıl maiyet memurluğu yaptı. 1911 yılında Menemen Kaymakamlığına atandı. Çeşme Kaymakamlığına ise1914 yılında atandı. 1918 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Akabinde mülkiye müfettişliğine atandı. Bolşevik ihtilalinden sonra Ruslarla Brest-Litovsk Anlaşması imzalandı ve bu antlaşmaya göre daha önce Rusların eline geçen Kars ve Ardahan Osmanlılara verildi. Buraların tekrar vatana katılmasından sonra, Uran’a Kars’ın idari yönetimi verildi.

Uran, 1920 yılında son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne seçildi. Ancak, Meclis uzun ömürlü olamadı. Meclis Misak-ı Milli’yi kabul edince, İstanbul işgal edildi. Milletvekillerinin bir kısmı tutuklandı ve Meclis dağıtıldı. Bu gelişme üzerine İzmir’e dönen Uran, komisyonculuk yapmaya başladı.

İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi tarafından Antalya Mutasarrıflığına atandı. 1921-23 yılları arasında bu görevde bulundu. Uran, 1925 yılında Adana valiliğine atandı. Bu arada CHP’nin müfettişi oldu, Tek Parti iktidarı döneminde yükselişini sürdürdü ve daha üst mevkilere getirildi. 1927 yılında Adana milletvekilliği ile başlayan aktif siyasi hayatı 1950 seçimlerine kadar sürdü.

Uran, uzun süren siyasi hayatında bakanlık dahil bir çok görevde bulundu. 1930 yılında kurulan beşinci İnönü Hükümetinde Bayındırlık bakanlığı yaptı. Altıncı İnönü Hükümetinde de aynı bakanlığı sürdürdü. 11 Kasım 1938 yılında kurulan İkinci Bayar Hükümetinde Adalet Bakanlığına atandı. Ayrıca partinin çeşitli kademelerinde görev yaptı. İstanbul parti müfettişliği ve il başkanlığı görevlerinde bulundu. 1937-39 yılları arasında Meclis Başkan Vekilliği görevine getirildi.

Uran, 1939 yılında partisinin grup başkan vekilliğine getirildi. Bu görevini dört yıl boyunca devam ettirdi. 15 Mart 1943 yılında kurulan İkinci Saraçoğlu Hükümetinde İçişleri Bakanı olarak yer aldı. Daha sonra partinin Genel Sekreterliğine getirildi. 1947 yılında gerçekleştirilen parti kurultayında başkan vekilliğine geniş yetkiler getiren bir değişikliğe gidildi. İnönü hem parti genel başkanlığını hem de cumhurbaşkanlığını bir arada yürütüyordu. Parti genel başkanı cumhurbaşkanı kaldığı süre zarfında başkan vekillerine geniş yetkiler verilmesi yoluna gidildi. Böylece, başkan vekilliği çok önem kazandı. Yapılan bu değişiklikten sonra bu göreve, İnönü’nün adayı olan, Uran seçildi (1947).

Cumhuriyet Halk Partisi 1950 seçimlerinde büyük bir yenilgiye uğradı. Demokrat Parti 408 milletvekili ile tek başına iktidara gelirken, CHP ancak 69 milletvekili çıkarabildi. Hilmi Uran’ın genel başkan vekili olduğu partinin yirmi yedi yıllık iktidarı son buldu. Uran, 16 Mayıs 1950 tarihinde genel başkan vekili sıfatıyla parti örgütüne bir genelge gönderdi. Genelgesinde, partisinin iktidarı kaybettiğini, muhalefette kalarak bu yolla memlekete şerefli bir hizmet örneğini sergileyeceklerini bildirdi.

Uran, partisinin muhalefette kalarak memlekete hizmet edeceğini belirtirken, kendisi için farklı bir karar aldı. Seçim sonunda milletvekili seçilememişti. Bu seçim kaybından sonra siyasi hayattan çekildi. Köşesine çekilerek anılarını yazmaya başladı. 1957 yılında İstanbul’da öldü. Anıları ölümünden iki yıl sonra yayınlandı.

Bediüzzaman’ın siyasilere hitaben yazdığı mektuplarından birisi Hilmi Uran’a hitaben yazılmış ve Emirdağ Lahikası adlı eserinde de yer almıştır. "Eski Dahiliye Vekili, Şimdi Parti Katib-i Umumisi Hilmi Bey" hitabıyla yazdığı mektubunda, yirmi yıl boyunca sadece bir kez ve İçişleri Bakanı olduğu sırada kendisine bir dilekçe yazdığını belirtmektedir. Bediüzzaman, hapiste bulunduğu süre zarfında kendisine yapılan işkenceleri ve kanun dışı muameleleri bildirmek maksadıyla dilekçesini kaleme aldı. Bu dilekçenin yazımından sonra Afyon Emniyet Müdürlüğüne gönderildiğini, bunun üzerine dört beş kez dilekçe yüzünden de kendisine sıkıntı verildiğini, karakola çağrıldığını, "Senin yazın böyle değil, kim sana böyle yazmış?" şeklinde mukabele gördüğünü belirtmektedir. Bu muamele karşısında bir daha dilekçe yazmama ve müracaatta bulunmamaya, "Böylelere müracaat edilmez, yirmi sene sükutum haklı imiş" şeklinde karar verdiğini belirtmektedir.

Bediüzzaman bu mektubunda, CHP’nin de "hakaik-ı Kur’aniye ve îmaniyeye" sahip çıkması gerektiğini söyleyerek, aksi takdirde alem-i İslam’ın nefretinin kazanılacağından bahseder. Dine sahip çıkılmaması durumunda, Rusya’da kendini gösteren dinsizlik cereyanının bu vatanda etkili olacağını belirten Bediüzzaman, bu etkinin Türk milletini parça parça edebileceğini belirtir. Hilmi Uran’a ölüm hakikatini de hatırlatan Bediüzzaman, hiçbir dünyevi sevginin bu hakikati değiştiremeyeceğini söyler. Ayrıca, bu millet için Risale-i Nur’un "sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî" olduğunu söyleyerek bu hareketten vatan ve millete zarar değil, yarar geleceğini vurgular. (Emirdağ Lahikası, s. 192).

Bediüzzaman bu mektubuyla dinin umumun mukaddes malı olduğunu anlatarak, bütün partilerin dine sahip çıkması gerektiğini ortaya koyar.