Evliya Çelebi (1611-1684)

Ünlü seyyah Evliya Çelebi, ömrünün büyük bir kısmını seyahatlerde ve gezilerde geçirmiştir. Çok küçük yaşlardan itibaren, büyüklerinden duyduğu seyahat maceralarının etkisinde kalmış ve büyük merak salmıştır. Eserinde ifade ettiğine göre; Peygamber Efendimizi (asm) rüyasında görmüş, "Şefaat Ya Resulallah!" diyeceği yerde heyecandan dili sürçmüş ve "Seyahat Ya Resulallah!" diyerek Yüce Peygamberin tebessümüne ve dileğinin kabul edildiği müjdesine nail olmuştur. Saray çevresinde yakın akrabası ve çok sayıda dostu olmasına rağmen hiçbir zaman makam-mevki sevdasına kapılmamış, ömrünü seyahatlere adamıştır. Yaşadıklarını, gördüklerini ve karşılaştığı hadiseleri aktarmaya çalışmış, yazdığı Seyahatname'si ile araştırıcılara önemli bir eser bırakmıştır. Risale-i Nur'da "meşhur İslam seyyahı ve tarihçisi" olarak vasıflandırılmıştır.

Evliya Çelebi, 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası sarayda kuyumcubaşı olan Derviş Mehmet Zıllî Ağadır. Ailesi daha önceden Kütahya'nın Zereğen mahallesinde yaşamakta iken fetihten sonra İstanbul'a gelip yerleşmiştir. Çocukluğundan itibaren iyi bir eğitim gören Evliya Çelebi ilk derslerini babasından aldı. Daha sonra medrese eğitimi gördü. Hocası Evliya Mehmed Efendiden hafızlık dersleri aldı. Kur'an-ı Kerim'i hatmederek hafız oldu. Babası da hat, tezhip ve nakış derslerini vererek eğitimine katkıda bulundu.

Evliya Çelebi, Enderun'a giderek eğitimini devam ettirdi. Sesinin güzel olmasından ötürü burada musiki eğitimi de aldı. Daha sonra dayısı Melek Ahmed Paşa vasıtasıyla padişah IV. Murad'ın huzuruna çıkarılarak takdim edildi. Padişahın emriyle saraya alınarak burada özel eğitim gördü. Hat ve musiki derslerinin yanında nahiv ve tecvit derslerini okuyarak eğitimini sürdürdü. Enderun'daki eğitimi dört yıl devam etti.

Çocukluk yıllarından itibaren seyahate ilgi duyan Evliya Çelebi'nin bu ilgisi, aralarında babasının da bulunduğu büyüklerinden duymuş olduğu seyahat maceralarının anlatılmasından kaynaklanmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren anlatılan seyahat maceraları fazlasıyla ilgisini çekmekteydi. Seyahate çıkma isteğinin dayanılmaz hale gelişini kendi eserinde anlatmaktadır; 19 Ağustos 1630 tarihinde, Muharrem Ayı aşure gecesine denk gelen bu gecede bir rüya gördüğünü yazmaktadır. Rüyasında Peygamber Efendimizi (asm) gördüğünü, elini öperken heyecana kapıldığını ve "Şefaat Ya Resulallah" diyeceğine, "Seyahat Ya Resulallah" sözlerini sarf ettiğini belirtmektedir. Bu talep karşısında Peygamber Efendimizin tebessüm ettiğini, isteğinin kabul edildiğinin kendisine müjdelediğini sözlerine eklemektedir.

Evliya Çelebi, İstanbul dışına ilk seyahatini babasından izin almadan 1640 yılında Bursa'ya yaptı. Babası daha sonra seyahat yapmasına izin verdiği gibi, yaptığı seyahatlerle ilgili izlenimlerini kaleme almasını da tavsiye etti. Bu arada İstanbul'a yakın olan ve aile bağlarının da bulunması itibariyle Kütahya, İzmit ve Manisa'ya kısa süren seyahatlerde bulundu.

Uzak mesafeli seyahatine, Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci Ömer Paşa ile birlikte, deniz yoluyla çıktı. Azak Kalesi'nin geri alındığı 1641 yılındaki sefere katıldı. Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına giderek ona misafir oldu. 1645 yılında gerçekleştirilen Yanya seferine katıldı. Bir yıl sonra Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasipliğine getirildi. Bu vesileyle doğu illerini, Azerbaycan ve Gürcistan'ın bazı bölgelerini görme fırsatını elde etti. Bu sefer ve seyahatlerinde görevli olarak mektup götürüp getirmekle görevlendirildi.

1648 yılında İstanbul'a dönen Evliya Çelebi, aynı yıl Şam'a gitti ve üç yıl boyunca bölgeyi gezdi. Dönüşünde İstanbul üzerinden Rumeli'ye geçti. Bir süre Sofya'da bulundu. Daha sonra Avusturya, Teselya, Gümülcine, Selanik ve Arnavutluk yörelerini dolaştı. Aralarında akrabalık bağı bulunan Melek Ahmed Paşa'nın sadrazam olması, hayatının önemli bir dönüm noktasını oluşturdu. Devlet mekanizmasını daha yakından takip etme ve cereyan eden hadiselere yakından şahit olma fırsatını elde etti. Yaşanan hadiseleri, ekonomik sıkıntıyı, bazı isyan ve haksız uygulamaları açık bir şekilde eserine kaydetti. Melek Ahmed Paşa'nın görevinden azledilmesi ve Özi beylerbeyliğine tayin edilmesi üzerine tekrar seyahate çıktı.

Evliya Çelebi, 1653 yılında İstanbul'a döndü ve uzun süre burada kaldı. Melek Ahmed Paşa'nın Van beylerbeyliğine tayin edilmesi üzerine Anadolu'ya gitti. Anadolu'nun birçok beldesini dolaştığı gibi, Bağdat ve İran taraflarını da gezdi. Yeniden Özi beylerbeyliğine atanan Melek Ahmed Paşa ile birlikte buraya hareket etti. Yapılan sefere katıldı. Bu arada Kırım Hanı IV. Mehmed Giray'ın yanında bulunduğu sırada Rus ve Kazaklara karşı yapılan sefere katıldı.

Anadolu ve Rumeli'de bir çok yeri gezip dolaşan Evliya Çelebi, bir ara Sofya'da vergi tahsil görevinde de bulundu. Birkaç sefere katıldıktan sonra İstanbul'a döndü. Akabinde Fazıl Ahmed Paşa ile birlikte 1663 yılında Avusturya seferine katıldı. Uyvar kalesinin fethedilmesinden sonra Avrupa'da bazı bölgeleri dolaştı. Eserinde muhtelif vesilelerle Bohemya, İsveç, Hollanda ve Brandenburg gibi bir çok bölgeyi gezdiğini ifade etmektedir.

Evliya Çelebi Kafkasları, Volga boylarını, Rumeli'nin muhtelif yerlerini, Girit'i, Mora'yı, Aydın ve Menteşe sahillerini, İstanköy ve Rodos adalarını, Suriye'nin aralarında bulunduğu çok sayıda bölgeyi dolaştı. Bir ara dini vecibeyi yerine getirmek maksadıyla Hicaz'a gitti. Akabinde Mısır, Sudan ve Habeşistan'ı dolaştı. 1684 yılında Mısır'dan İstanbul'a döndükten sonra vefat ettiği tahmin edilmektedir.

Evliya Çelebi, hiçbir zaman makam-mevki hırsına kapılmadı. Hiç evlenmedi. Uzun süre seyahat etme imkânı bulması; ailesinin zengin olması, yaptığı hizmetlerden elde ettiği gelir, ganimetlerden kendisine de pay verilmesi, kafilelerle birlikte seyahat ettiği için fazla giderinin olmaması gibi sebeplere dayanmaktadır. Bu arada Melek Ahmed Paşa'nın da seyahatlerinde ve bu imkanı elde etmesinde önemli katkısı oldu.

Evliya Çelebi gezip gördüğü, karşılaştığı her şeyi akıcı bir üslupla Seyahatnamesine kaydetti. Genel olarak eserinde ifade güzelliği hakimdir. Eserinde Osmanlı Devleti ile komşuları arasındaki ilişkiler hakkındaki bilgiler de yer almaktadır. Gördüklerini samimi ve sade bir ifade ile kaleme almıştır. Bilgi aktardığı halkın diline ve konuşma şekillerine özel önem verdiği görülmektedir. Gezdiği yerlerde geçen olayları aktarırken kullanılan sözcüklerden örnekler vermesi, bazı sözcüklerin söyleniş biçimlerini aktarması, halk ağzını esas almasından kaynaklanmaktadır. Eser böylece, araştırıcılara önemli inceleme ve yorum imkanı sağladığı gibi, muhtelif konuları işlemesinden dolayı değişik açılardan değerlendirme yapma imkânı da sağlamaktadır.

Evliya Çelebi, insanlarla ilgili bilgileri verdiği gibi kültür varlıkları için de önemli bilgilere yer verdi. Karşılaştığı insanlar arasında söylenen türküler, halk şiirleri, inançlar, eğlenceler, karşılıklı ilişkiler, halk oyunları, kılık-kıyafet vb. bir çok konu hakkında önemli bilgileri detaylı bir şekilde kaleme aldı. Gezdiği yörelerde bulunan cami, mescid, han, hamam, çeşme, saray, konak, kilise, manastır, kale, kule, sur, yol, havra gibi eserler hakkında da önemli bilgilere yer vermek suretiyle araştırmacılar için önemli bir eser vücuda getirdi.

Risâle-i Nur'da Evliya Çelebi'den, "meşhur İslâm seyyahı ve tarihçisi" olarak söz edilmektedir. Bediüzzaman, Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinde yaptığı savunmada, adil mahkemelerin, Cenab-ı Hakk'ın Adil isminin tecelli ettiği yerler olduğunu ifade etmek suretiyle mahkemelerin önemine işaret etmektedir. Tarih boyunca hak namına hareket eden mahkemelerin hak tanımaz mağrur zalimlere huzurlarında boyun eğdirdiğini ve bu özelliklerinden ötürü yüce makamlar olduklarını izah etmektedir. Haysiyetleri ayaklar altına alınan mazlumların, biçarelerin dayanak noktaları olduğunu, sultanlarla kölelerin eşit şartlarda muhakemeye tabi tutan mahkemeleri hatırlatır. Bu arada İslam tarihi boyunca, bazı hakim ve mahkemelerin sergilediği örnek davranışlara atıfta bulunur. Bir örnek olarak, Evliya Çelebi'den iktibasla Fatih Sultan Mehmed ile bir Rum mimarın yargılandıkları mahkeme safahatına değinir. (İşaratü'l-İ'caz, 1997, s. 272-73)