Enver Paşa (1881-1922)

Osmanlı Devleti’nin mukadderatında söz sahibi olan İttihad ve Terakki’nin en aktif üç paşasından biriolan Enver Paşa, 1881’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı İsmail Enver olan Enver Paşa üç yaşında iken aşırı isteğiüzerine ibtida i mektebine yazıldı. Babasının Manastır’a tayininin çıkması üzerine burada okumaya devam edip askerirüşdiye ve askeri idadiyi bitirerek Harp okuluna girdi. Bundan sonra Erkan-ı Harb okuluna girdi. Bu okuldan yüzbaşı rütbesiylemezun oldu ve Manastır’daki 13. Seyyar Topçu Alayı’na tayin edildi (1903). 7 Mart 1905’te kolağası (üsteğmen) oldu. Bugörevi sırasında Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen harekatta gösterdiği başarıdan dolayı altın liyakatmadalyası ile ödüllendirildi.13 Eylül 1906’da binbaşılığa yükseltildi.

İttihatve Terakki Cemiyetinin en aktif üyelerinden biri olan Enver, II. Meşrutiyetin ilanı ve meclisin yeniden açılmasını sağlamakmaksadıyla Kolağası Niyazi Bey ile birlikte dağa çıktı. Bu hareketi sonrasında Meşrutiyetin ilan edilmesi üzerine,hem "hürriyet kahramanı" olarak ün yaptı, hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelenleri arasınagirdi. 5 Mart 1909 tarihinde Berlin askeri ataşeliğine atandı. Yaklaşık iki yıl bu görevi sürdürdü.

İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması ve savaşın başlamasından sonra, İtalyanlara karşı gerilla savaştaktiğini uygulamak üzere 22 Ekim 1911’de Bingazi’ye hareket etti. 24 Ocak 1912’de Bingazi Mıntıkası kumandanlığınaatandı. Buna ek olarak buranın mutasarrıflığına da getirildi. İtalyanlara karşı başarılı mücadeleler verdiyse deBalkan Harbinin çıkması üzerine İstanbul’a geri döndü ve akabinde, Onuncu Erkan-ı Harbiye reisliğine atandı (1 Ocak1913).

Meşhur Babıali Baskınına katılarak hükümet darbesinde aktif rol oynadı. Bu baskın sonrasında KamilPaşa zorla istifa ettirilerek Mahmut Şevket Paşa’nın sadarete getirilmesi sağlandı. Balkan Savaşı sırasındaEdirne’nin Bulgarların eline geçmesi İttihat ve Terakki’yi zor durumdu bıraktı. Savaşın akabinde Balkan devletlerininbirbirine düşmesinden istifade edilerek Edirne’nin geri alınışı, hem Cemiyetin durumunu düzeltmesine yaradı hem deEnver Paşa’nın şöhreti arttığı gibi konumunun daha da güçlenmesine imkan sağladı. Önce miralay (albay) (15 Aralık1913) sonra mirliva (tuğgeneral) oldu (3 Ocak 1914) daha sonra da Harbiye Nazırı oldu.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber, askeri harekatın yönetimini de üstlendi. Ordunun başındaRuslara karşı giriştiği Sarıkamış harekatıyla 90.000 mevcutlu ordunun büyük bir bölümünün, ağır kış şartlarındaAllahüekber dağlarında donarak ölmesi üzerine Enver Paşa da İstanbul’a döndü. Savaşın kaybedilmesi ve Talat Paşakabinesinin istifası ile Enver Paşa’nın da bakanlığı sona erdi (14 Ekim !918). Kısa bir süre sonra İttihad veTerakki’nin ileri gelenleriyle beraber Almanya’ya gitti. 1 Ocak 1919 tarihli irade ile de ordudan atıldı.

Enver Bey Anavatanından ayrılmak zorunda kaldıktan sonra boş durmamış ve mücadelesine dışarıdadevam etmiştir. Almanya’ya geçmesinden sonraki faaliyetlerinin başında, özellikle Müslümanların Ruslara karşı mücadelesinekatkıda bulunmak ve onları teşkilatlandırmak gelmektedir. İlk başlarda kullanmak amacıyla Ruslar O’nunla anlaşmakistemişler ama savaşmayı tercih etmiştir.

Enver Bey Berlin’e vardıktan sonra, İttihat ve Terakki’nin yeniden toparlanma faaliyetlerinde rol aldı.Almanya’da bulunduğu sıralarda birkaç kez değişik isimlerle Rusya’ya gidip geldi. Bu yolculuklarından birindeLitvanya’da tutuklandı. İki ay hapis yattı (15 Ekim 1919). 1-8 Eylül 1920 tarihlerinde Bakü’de gerçekleştirilen DoğuHalkları Kongresi’ne Libya, Tunus, Cezayir, ve Fas’ı temsilen katıldı. Şubat 1922’deRuslara karşı savaşan Basmacılar’ıteşkilatlandırmak maksadıyla Duşanbe’ye gitti. Son olarak Belcuvan bölgesindeki Abıdarya köyünde karargah kurdu. 4 Ağustos1922’de Kurban Bayramı’nı kutlarken Rusların saldırısı sonucu çarpışmada ön saflarda savaşırken şehid düştü.(M.Şükrü Hanioğlu; "Enver Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, XI. C. s. 261-264)

Çok değişik değerlendirmelere muhatap olan Enver Paşa’nın hayat seyri içinde geçirmiş olduğuzamanlar başarı ve hüsranı bir arada getirmiştir. Dolayısıyla Onun hakkında kesin değerlendirmelerde bulunmak zorlaşmaktadır.Her şeyden önce özellikle kabinede görev yaptığı dönem; gerek dünya gerekse Osmanlılar açısından son derece önemlidir.Enver Paşa ile beraber İttihad ve Terakki; Trablusgarb, Balkan ve I. Dünya Savaşlarının ardarda patlak vermesindendolayı çok sıkıntı çekmişlerdir.

Enver Paşa, İkinci Meşrutiyetin ilanına öncülük yaptı. Balkanlardaki çete olaylarını bastırılmasındabaşarılı oldu. Trablusgarb ve İkinci Balkan Savaşları sırasındaki faaliyetleri artıları arasındadır. Almanlarlayapılan ittifaktan hemen sonra, Osmanlı Devleti’nin savaşa gireceği kaçınılmaz olmakla beraber aceleci davranması,Kafkaslarda Ruslara karşı girişilen başarısız herakattaki rolü eksileri arasındadır. Ancak giriştiği buncafaaliyetlerde iyi niyetli olduğu, vatanı için çırpındığı söylenebilir.

Enver Paşa ve Bediüzzaman Said Nursi

Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesinden kısa bir süre önce İstanbul’a gelmiş,meşrutiyetin ilanını "hürriyetin ilanı" olarak değerlendirip İslam adına sahip çıkarak övgüyle karşılamıştır.Enver Paşa ile tanışmaları büyük ihtimalle bu sıralarda olup ilk günden itibaren müsbet başlamış ve buistikamette sürmüştür. Bediüzzaman’ın, din adına meşrutiyete sahip çıkması, Enver Paşa’nın da hürriyetin ilanındabüyük pay sahibi olması bunda etkili olduğu söylenebilir.

Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı ve başkumandan olmasının yanında Kafkas bölgesindeRuslarla savaşırken, Bediüzzaman Hazretlerinin gönüllü alay komutanı olarak talebeleriyle birlikte gösterdiklerikahramanlıkları yakından müşahade etmiş, bu esnada yazılan İşaratü’l- İ’caz adlı eserinin basımı için gerekliolan kağıdın parasını şahsi gelirinden ödemek gayretinde bulunmuştur. (Emirdağ Lahikası s. 242 / Maktubat, s.75 /Mufassal Tarihçe-i Hayat s.443 ).

Bediüzzaman Hazretlerinin, Rusya esareti dönüşünde Enver Paşa, çok yakından ilgi gösterdiği gibigereken hürmeti de göstermiştir. Bir taraftan Bediüzzaman’ı yakın çevresiyle tanıştırıp övgüyle söz ederken diğertaraftan, bol maaşlı görevler teklif etmiştir. Tüm bunlara teşekkür edip reddetmesine rağmen, yine Enver Paşa’nıngirişimleriyle, hükümetin ortak oyu ve şeyhülislamın teklifiyle padişahın onayına sunularak, Darü’l-Hikmeti’l-İslamiyeazalığına seçilmesi sağlanmıştır. Enver Paşa, Bediüzzaman hazretlerine Harbiye Nezareti adına ordunun iftiharmadalyasını takdim ettiği gibi, ilmiye sınıfının en yüksek ikinci rütbesi olan "mahreç mevleviyeti"payesinin verilmesine de önayak olmuştur. Diğer yandan Bediüzzamanın esaretten sonra İstanbul’a dönmesiyle kalacağıyerin temini konusunda da yardımcı olmuş ve gerekeni yapmıştır. (Mufassal Tarihçe-i Hayat s. 443-445)

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla yurt dışına çıkmalarından sonra; mağlubiyetin baş sorumlusuolarak kabul edilen İttihatçıların aleyhindeki faaliyetler hız kazanmış ve hak etmedikleri ithamlara maruz kalmışlardır.Bu hengamda, Bediüzzaman Hazretleri, iktidarda bulundukları sırada eleştirmiş bulunmasına rağmen onların hakkında hüsn-üzanda bulunmuş, sebebi sorulduğunda; "Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğeröyle ise, zaten iyi. Yoksa, ta öyle olsunlar; yol gösteriyorum" şeklinde karşılık vermiştir.(Sünuhat s 67-68)demiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, İttihatçıların büyük ekseriyeti, özellikle Enver ve Niyazi Beyler hakkında,hüsn-ü zanda bulunmakla beraber iktidarları boyunca onlara yol gösterici olurken, gereken yerde eleştirisini yapmıştır.Bir taraftar veya muhaliften ziyade; din, millet ve devlet için yapılması elzem olan konularda fikirlerini açık bir şekildebeyan etmiştir. "Sen Selanik’te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın" şeklinde kendisineyöneltilen bir soruya verdiği şu cevap, bunun en güzel ifadesidir:

"Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim;lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur, fakat mukabillerinde garazhissettiler; onlar da, tabiî, garaza ittiba ettiler." (İçtimaî Reçeteler II, s. 289.)