Celaleddin Süyutî (1445-1505)

İslam alimlerinin en büyüklerindendir. Risâle-i Nur’da kendisinden, "uyanık iken, çok defasohbet-i Nebeviyeye mazhar olan" (Sözler, s. 451), ve "ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden vemevzuattan tefrik eden" (Mektubat, s. 114) şeklinde sözedilir. Asıl adı Abdurrahman’dır. Celaleddin lakabı babasıtarafından kendisine verildi. Künyesi, Celaleddin Ebü’l-Fazl Abdurrahman bin Kemaleddin Ebi Bekr bin Muhammed el-Huzayries-Süyutî el-Şafii şeklindedir.

Abdurrahman, 1445 yılında Mısır’ın Esyut şehrinde doğdu. Süyutî lakabının sebebi doğduğu buyerden kaynaklanmaktadır. Babası Kemaleddin Ebi Bekr, Şafii mezhebi fıkıh alimlerindendir; ayrıca başka ilimlerde deönemli bir yeri vardır. Abdurrahman, henüz altı yaşında iken babası vefat etti. Babasının sadık dostlarından Kadıİzzeddin Ahmed bin İbrahim Kinani himayesinde yetişti. Bu hocası tarafından kendisine Ebü’l-Fazl künyesi verildi.

Abdurrahman, çok sayıda eser okudu. Genç yaşta tefsir, hadis, fıkıh, nahv, meani, beyan, bedi, lügatve daha bir çok dalda ihtisas sahibi oldu. İlk eserini on yedi yaşında yazdı. Hadis ve Arapça ilimler alanında zamanınönemli allamelerinden kabul edilen Takiyüddin Şibli el-Hanefi’den dört yıl boyunca ders aldı. Yine allamelerdenMuhyiddin Kafiyeci’nin yanında on dört yıl kaldı. Hocasından, tefsir, usul, Arapça, meani ve diğer alanlarda dersleralarak icazet (diploma) aldı.

Kısa zamanda şöhret sahibi oldu. Derslerini takib eden talebelerinin yanında bazı müderrisler de iştiraketti. Özellikle hadis konusunda uzmanlaştı ve bu alanda verdiği fetvalar büyük kabul gördü. Kuvvetli hafızaya sahipolması, eserleri çok kısa sürede okuyup muhteviyatına hakim olması, sorulan her soruya cevap vermesine imkan sağladı.Hatta bir eserle ilgili olarak sorulan soruya, kaçıncı sayfa ve satırda olduğunu bilecek ve gösterecek şekilde birnimete mazhar oldu. İki yüz bin hadis ezberledi.

Genç yaşta Şam, Hicaz, Yemen, Hindistan ve Sudan’ı gezdi. Hac farizası için gittiği Mekke’de bir sürekaldı. Bunların dışında Dimyat, Feyyun ve İskenderiye gibi Mısır’ın bazı bölgelerini de dolaştı.

Hadis alanında önemli bir birikime sahip olduktan sonra ders vermeye başladı. Hocalığının yanındabir çok eser de yazdı. Ömrünün sonuna kadar eser yazmaya devam etti. Bu maksatla Nil Nehri adacıklarından biri olanEr-Ravza’daki evinde adeta inziva hayatı yaşayarak eser yazdı. Eserlerine kaydedeceği Hadis-i Şerifleri mana alemindePeygamber Efendimizin (asm) tasdikine sunduktan sonra yazdı.

Süyutî’nin hadis ilmindeki vukufiyetine ve ehil kişiliğine Risâle-i Nur’da da işaret edilmektedir. Bediüzzaman,Mucizat-ı Ahmediye Risâlesi’nde hadislerin nasıl bir süzgeçten geçtiğini, İslam alimlerinin ne kadar hassas davrandıklarınıve başta mezhep imamları olmak üzere asırlar boyunca bu alanda yapılan titiz çalışmayı örnekleriyle aktarmaktadır.Bu bağlamda, "… Ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma temessül edip,yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdis-i sahihanınelmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler" ifadelerine yer vermektedir. Akabinde, "İşte,bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler, böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlamolarak bize gelmiş." demektedir. (Mektubat, s. 114) Bu ifadelerle, Süyutî’nin hadis konusunda yapmış olduğutebrike şayan çalışmasına işaret edilmektedir.

Süyutî, tasavvuf alanında da önemli bir yere sahiptir. Büyük velilerin sahabelere yetişememesinin izahıyapılırken, Risâle-i Nur’da kendisinin adı da geçmektedir: "Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikadaona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ ve inikâsvardır. Mâlûmdur ki, in’ikâs ve tebâiyetle, o nur-u âzam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir.Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebâiyeti ile, öyle bir mevkie çıkar ki, bir şah çıkamaz.

"İşte şu sırdandır ki, en büyük velîler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ, Celâleddin-iSüyûti gibi uyanık iken, çok defa sohbet-i nebeviyeye mazhar olan velîler, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) ile yakazaten görüşselerve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine Sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü, Sahabelerin sohbeti, nübüvvet-iAhmediye (a.s.m.) nuruyla, yani nebî olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyâlar ise, vefât-ı nebevîden sonra Resûl-iEkrem Aleyhissalâtü Vesselâmı görmeleri, velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) nuruyla sohbettir. Demek, Resûl-i EkremAleyhissalâtü Vesselâmın onların nazarlarına temessül ve tezâhür etmesi, velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) cihetindedir,nübüvvet itibâriyle değil. Mâdem öyledir; nübüvvet derecesi velâyet derecesinden ne kadar yüksek ise, o iki sohbetde o derece tefâvüt etmek lâzım gelir." (Sözler, s. 451)

Süyutî’nin isminin zikredildiği konulardan birisi de, eskiden kahinlik adı verilen ve günümüzdemedyumluk olarak devam eden, insanlara çok büyük zararlar verebilen meslekle ilgilidir. Bu meslek felsefe kökenli, olupiman ehline büyük zarar verebilmekte suistimallere uğramaktadır. Bu konudaki bir doğruya on yanlış ifade katılmaktave doğru-yanlış birbirinden ayırt edilememektedir. Bir ölçü olmadığından ötürü kötü ruhlu ve şeytanlara yardımeden cinniler, bu işle meşgul olanların kalbine ve İslamiyet’e zarar verebilmektedir. Çünkü, maneviyat adına İslamhakikatleri ve genel kurallara aykırı haberler verilmekte, kötü ruhlar kendilerini iyi ruh olarak lanse etmektedirler.Dolayısıyla kendilerini büyük veli zanneden kimseler, İslam esaslarına aykırı sözler sarf edip gerçekleri değiştirmeksuretiyle bazı safdilleri kandırabilmektedirler:

"Evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da, hem hilâf-ı hakikat,hem hilâf-ı edep bir harekettir. Çünkü a’lâ-yı illiyyînde ve kudsî makamlarda olanları esfel-i sâfilîn hükmündekimasasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdetâ bir padişahıkulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat ve edep ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i Süyûtî,Celâleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbânî gibi zatların seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek okudsî zatlara yanaşmak ve istifade etmektir." (Emirdağ Lahikası, s. 379-380)

Süyutî, ilmi kariyerinin yanında örnek ahlakı ile de herkesin sevgisini kazandı. Kimseden ihsan vehediye talep etmediği gibi kabul de etmedi. Çok büyük geçim sıkıntısı çektiği zaman, çok zengin olan kütüphanesindenbazı kitapları satma pahasına da olsa hediye kabul etmemeyi tercih etti. 1505 yılında Mısır’da vefat ederek Hakk’ınrahmetine kavuştu. Türbesi, Kahire’de Babü’l-Karafe civarındadır.

Eserleri

Celaleddin Süyutî, muhtelif ilim dallarında altı yüze yakın eser yazdı. Eserlerinin önemli bir kısmınınderleme olması ve değişik kaynaklardan aldıklarını aktarması, çalışmalarına bir eksiklik getirmediği gibi, bazıkonuların günümüze kadar ulaştırılıp insanların istifadesine sunulmasında önemli katkısı oldu. Hemen her konudaeser yazdı. Eserlerini; Kur’anî ilimler, hadis, fıkıh, dil ve edebiyat, usul beyan ve tasavvuf, muhtelif meseleler olmaküzere altı sınıfa ayırdı.

Tercümanü’l-Kur’an fi-tefsirü’l-müsned, Kitabü’l-Dürre’l-Mansur, Lübabü’l-nukul fi ashabü’l-nüzulkaleme aldığı tefsir kitaplarındandır. Yeni Asya Neşriyatı tarafından da (muhtasarı, tercüme ve şerhi ) yayınlananCamiü’s-Sağîr adlı hadis külliyatı İslami eserler arasında ehemmiyetini asırlarca korumuş ve korumaya devametmektedir. Özellikle Osmanlı uleması bu esere büyük alaka göstermiştir. El-Müzhir fi ulumü’l-üga adlı eseri, dilbilgisi ve lügat çalışması ile ilgili alanlar için zengin muhteviyatlı ve ansiklopedik bir eserdir.

Süyutî, Bunların dışında tarih, ahlak, tıp ve daha bir çok alanda önemli eserler vücuda getirerek büyükbir miras bırakmıştır.