Bediüzzamanın Rusyada esarette iken, kampı teftişe gelen kumandana ayağa kalkmaması olayını ilk defa Abdurrahim basına duyurdu. Bilindiği gibi bu hadise 1917 yılında Moskovanın kuzeydoğusundaki Volga Nehri kenarında bulunan Kosturmada cereyan etti. Zapsu, bu hadiseyi bir subaydan dinlemişti. Buna karşılık Bediüzzaman, aradan otuz yıl geçmesine rağmen olayı kimseye anlatmamıştı. Abdurrahim, bu hadiseyi 1948 yılında Ehl-i Sünnet mecmuasında yayımlattığı makalesi ile duyurdu. Neşredilen makale Bediüzzamana okununca şunları söylemiştir:
O esaret hadisesinin aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manganın beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus kumandanı tarziye için Ruşça bir şeyler söyledi, ben bilmedim. Demek, hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eder Müslüman Yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar affet demiş. (http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/sonsahitler/bolgeindex.php?id=2) Yıllar sonra Emirdağında sürgün tutulan Bedizzamanı burada ziyaret eden Abdurrahim böylece irtibatını devam ettirmiştir. Buna karşılık 1958 yılında İstanbula gelen Bediüzzamanın, Abdurrahim Zapsuya misafir olduğu nakledilmektedir.
Abdurrahim Zapsunun adı direkt olarak Risâle-i Nurda geçmemekte, Pakistandan yazan Seyyid Salihin bir mektubunda geçmektedir. Seyyid Salih, Pakistanda Bediüzzamana karşı büyük bir saygı ve sevginin varlığına işaret etmiş, Üstadla olan irtibatından dolayı burayı ziyaret eden Abdurrahim Zapsuya büyük hürmet gösterildiğini, Üstadımız (Bediüzzaman) yerine Zapsunun ellerini öptüklerini ve duâ talebinde bulunduklarını belirtmiştir. (Emirdağ Lâhikası, s. 304).
Abdurrahim, soyadı kanunundan sonra, Zapsu soyadını almıştır. Bu adı, Hakkari il sınırları dahilinde bulunan Zap Suyuna atfen aldığı belirtilmektedir. Hidayet Hanımla evlenmiş ve evlilikten ikisi kız ve ikisi erkek olmak üzere dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Abdurrahimin torunu olan Cüneyt Zapsunun babası ise büyük oğul Mustafa Pertevdir.
Abdurrahim Zapsu 1947-48 yıllarında bir kızını Alman, diğerini Fransız lisesinde okutmuştur. Bu yabancı okullarda okutulma konusu, Cüneyt Zapsunun başbakan danışmanı olduğu yakın dönemde, eleştiri konusu yapılmıştır.
Necip Fazıl Kısakürekin öncülüğünde kurulan Büyük Doğu Cemiyetinin kurucu üyesi olan Abdurrahim Zapsu, İstanbulda bulunan Dicle Talebe Yurdunda yöneticilik yaptı. Bu yurtta daha çok Doğu Anadoludan gelen öğrenciler kalmakta idi. Musa Anter de bu yurtta kalmış ve daha sonra Abdurrahim Zapsunun kızı olan Ayşe Hale ile evlenmiştir.
Hakkında çok fazla ayrıntılı bilgi bulunmayan Abdurrahim Zapsunun adı, Başbakan danışmanlığını yapan ve dedesine ait olan iki ciltlik Büyük İslam Tarihini yeniden neşrettirerek milletvekillerine dağıttıran Cüneyt Zapsu ile gündeme gelmiş ve hakkında muhtelif yazılar yazılmıştır. Abdurrahim Zapsunun Bediüzzamanın talebesi, arkadaşı, Ruslara karşı Bitliste Bediüzzaman Said Nursî ile birlikte savaşan kişi olduğu ifade edilmiştir. Cüneyt Zapsu, eseri yeniden neşrederken önsözde dedesinin vasiyetine de yer vermiştir. Bu vasiyetinde hakkını helâl etmeyi, namaz kılmaları şartına bağlamış ve özellikle namaz hususunda ısrarcı olmuştur.
Cüneyt Zapsunun basında yer alan ifadelerine göre; Abdurrahim Zapsu Kürt Talebe Ümit Cemiyetini kurmuş, Kürt Teali Cemiyetinin üyeleri arasında yer almıştır. Ancak, Şeyh Said hadisesine karışmamış ve katılmamıştır. Kürt talebelerle ilgilenmiş, eğitimleriyle uğraşmıştır. Bu uğraşta ağırlık mânevî ve dini eğitim olmuştur. Ayrılıkçı bir faaliyet içinde bulunmamıştır. Cüneyt Zapsu, dedesinin dostları arasında Hem Said Nursînin hem de Necip Fazılın olduğunu ifade etmiştir.
Abdurrahim Zapsu 1958 yılında vefat etmiş ve Edirne Kapı mezarlığında defnedilmiştir. Bazı eser ve makalelerinin yanında şiirleri de neşredilmiştir. Bunlardan örnekler:
Ulu Rabbim, bizi affet, ne kadar noksanız.
Aciziz kulluğu yapmakta, evet, insanız.
Tanırız, ümmetiyiz, Ahmedine hayrânız.
Gönül ümitle dolu; ağlıyoruz, nâlânız.
Başka bir güzel manzumesi:
Selâhaddin-i Eyyubîlerin, Târıkların nerede?
Uyan ey âlem-i İslâm, sana gafil diyen vardır.
Evet, silkin bu cehlinden, sana cahil diyen vardır.
Cihana ilmi öğrettin, neden cehlin esirisin.
Senin nurunla âlem, ilmi öğrendi, terakkîler.
Senin mahsûl-i feyzindir, temeddünler, taharrîler.
Hani Sıddîk u Farukun, hani Osmân, hani Haydar!
Gazâlilerle Râzîler, ne oldu İbni Sinâlar!
Hani Osman Gaziler, büyük Fatihlerin nerede?
O Yavuzlar ne oldu, nerede kaldı azm ile iman?
Neden ilmi bıraktın, bunu mu emrediyor Kurân?