Abdullah İbn Ömer (613 – 692)

Ömer’in yaşadığ ı devirde onun benzerleri vardı; fakat Abdullah’ın zamanında onun gibisi yoktu.

Kısaca Ebu Abdurrahman olarak bilinmekle beraber künyesi, Ebu Abdurrahman Abdullah bin Ömer bin Hattabel-Kureşi el-Adevi’dir. Hazreti Ömer’in (ra) büyük oğlu ve Peygamber Efendimizin (sav) hanımı Hz. Hafsa’nın kardeşiolan Abdullah, 613 yılında Mekke’de doğdu. Babasıyla birlikte Müslüman oldu. Çok küçük olmasına rağmen Bedir veUhud savaşlarına katılmak istedi fakat Peygamberimiz tarafından izin verilmedi. Hendek Savaşına on beş yaşında katıldı.Bilahare, Hayber seferi, Mekke’nin fethi, Huneyn seferi, Suriye ve Irak’ın fethi, Yermük Savaşı, Nihavend Savaşı, Mısır’ınfethi ve Hz. Eyyüb el-Ensari’nin de aralarında bulunduğu İstanbul seferine katıldı.

Dört halife döneminin sonlarına doğru çıkan olaylarda uzak durup taraf tutmamışsa bile Hz. Ali’ninyanında yer almadığına üzüldüğünü ve bir bakıma pişmanlığını dile getirmiştir. Gerek Hz. Ali’nin (ra) halifeseçileceği sıralarda gerekse Hz. Muaviye’nin oğlu Yezid’in ölümünden sonra, halifeliğe aday gösterilmiş ancak,kendisi bu teklifleri kabul etmemiştir. Hz. Ömer’in (ra) kendisinden sonra halifeliğe ailesinden başkasının adayolmaması tavsiyasine uymuştur. Halifeliğin yanısıra Hz. Ali’nin tüm ısrarlarına rağmen Şam valiliğine atanmateklifini de kabul etmemiştir.

Kendisini İslamiyeti öğrenmeye adayıp başka işle meşgul olmayan "Suffe Ashabı"nın da ilerigelenlerindendir. Hz. Osman (r.a.) zamanında, devlet işleriyle ilgilenmeyip meşgul olmamıştır. Hz. Osman’ın; kadılıkyaparak, Müslümanlar arasındaki hukuki anlaşmazlıkları halletmesi teklifini özür dileyerek, kadılık vazifesini hakkıylayerine getiremeyeceği endişesini dile getirmiştir.

Ebu Hureyre’den sonra en çok hadis rivayet eden Abdullah, bu özelliği ile de sahabilerin ilerigelenlerindendir. Rivayet ettiği 2630 hadisi bizzat Peygamberimizden (sav) aktarır. Ayrıca, babası Hz. Ömer (ra), ablasıve aynı zamanda Peygamberimizin hanımı olan Hz. Hafsa, Hz. Ebubekir (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Aişe (ra), Zeyd b. Sabit,Bilal ve Abdullah b. Mesud (ra) gibi sahabilerin ileri gelenlerden öğrenip aktarmıştır. Büyük bir alim olan Abdullahbin Ömer’in; sahabilerden Abdullah bin Abbas ve Cabir bin Abdullah, tabiinlerden Enes bin Sirin, Hasan-ı Basri, Said bin Müseyyeb,Nafi, Mücahid ve Tavus, Onun meşhur hadis talebeleridir.

Rivayet ettiği hadislerde çok titiz davranmış ve özellikle de Peygamber Efendimizin (sav) kullandığıkelimelerle aynen ifade etmeye çalışmıştır. Dolayısıyla ifadelerin benzer kelimelerle değiştirilmesine asla izinvermemiştir. En çok hadis rivayet eden yedi sahabeden ikincisi olması, ümmetin fetva konusunda en çok müracaatedilenlerden birisi olmasını da netice vermiş ve Peygamber Efendimizden (asm) sonra altmış yıl boyunca fetva vermiştir.

Fetva verirken de çok titiz davranmış ve asla bilmediği konularda fetva vermemiştir. Fetva verirken;Kur’an, Sünnet ve sahabilerin ittifakı sıralamasına dikkat etmiş; ittifak olmayan konularda herhangi bir içtihada, içtihadınolmadığı zamanlarda da kıyas yoluna gitmiştir. Ayrıca, sahabilerin ileri gelenlerinin benzer konularda verdiklerikararlara bakmıştır. Hz. Ömer’in, Hz. Abdullah’ın tesirinde kaldığı ve onun verdiği fetvalara göre amel ettiğirivayet edilmiştir. Kesin olarak emin olmadığı konularda fetva vermediği gibi, içtihadına uymadığı konularda dababasına muhalefet ettiği de olmuştur.

Fitneden ve ümmetin içinde doğabilecek ayrılıklardan şiddetle kaçınan Hz.Abdullah, fitneye yol açmamakiçin davranışlarını beğenmediği idarecilerin arkasında namaz kılmaya devam etmiş; ancak, yanlışlarına şahitolduğunda yüzlerine vurmaktan da çekinmemiştir. Bir hutbede Abdullah bin Zübeyr’in Kur’anı tahrif ettiğini iddia edenZalim ünvanlı Haccac’a, "Yalan söylüyorsun! Bunu ne o yapardı, ne de böyle bir şey yapmaya senin gücünyeter" (M. Yaşar Kandemir, TDV İ.A. I.C. s. 127) demekten çekinmemiştir. Yine aynı şahsa başka bir zaman, konuşmasınıuzatıp ikindi namazının gecikmesine sebep olunca, "güneş seni beklemez" ikazında bulunduğu ve kalkıp gittiğibildirilmiştir. Buna çok sinirlenen Haccac, Hz. Abdullah’a suikast düzenleme teşebbüsünde bulunmuştur.

İslam tarihinde müstesna bir yeri olan Hz. Abdullah, her hal ve hareketinde Peygamber Efendimizi (asm) örnekalmıştır. Gördüğü bir rüyayı ablası vasıtasıyla tabir ettirip Peygamber Efendimizin (asm) "Abdullah iyi birinsan, bir de gece namazı kılsa" sözlerini duyduktan sonra gece namazlarını ömrünün sonuna kadar terketmemiştir.Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra Ona olan aşırı sevgisinden dolayı, yürüdüğü yollarda yürümüş, altında gölgelendiğiağacın altında oturmuş, o ağaçların kurumaması için sürekli sulamıştır. Selam sünnetine büyük ehemmiyetvererek Peygamber Efendimiz (asm) gibi davranmaya çalışarak, büyük küçük ayırımını yapmaksızın gördüğüherkese selam vermiştir.

Servet bakımından sahabilerin ileri gelenlerinden olup yoksullara daima yardım etmiştir. Yöneticilerinkendisine gönderdiği armağanları kabul etmekle beraber aynı gününde fakirlere vermiştir. Büyük bir tevazu sahibiolup israfa asla yönelmediği gibi iktisat konusuna titizlik göstermiştir. Çoğu zaman sırtındaki kaftanını çıkararakgördüğü fakire vermiştir. Bediüzzaman Hazretleri, iktisat-israf, tevazu- tekebbür meselelerini aydınlığa kavuşturduğubahislerde iktisat konusuna Hz. Abdullah’ın güzel yaşantısından dikkate şayan şu örneği verir:

"Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullaholan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarındanolan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarıolan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânıolan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp,ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi,ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parçaeğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: "İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?"

Herbirisi dedi: "Bana bir altın verdi."

O Sahabe dedi: "Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonrahanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!" diye düşündü. Gitti, Hazret-iAbdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

"Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın."

Ona cevaben dedi ki: "Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası veruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatindenve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır" (Lem’alar, 148)

En çok sevdiği şeyleri Allah yolunda vermek için ayırır, sonra bunu yerine getirirdi. Mal mülkün yanındasevdiği cariyelerini azad edip diğer azatlı biriyle evlendirirdi. Müslüman olan bütün kölelerini azat etmiştir. Sırfazat olmak için Müslüman olunduğu söylentilerine karşılık, "Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya razıyız"(agm. s. 128) karşılığını vermiştir.

İslam ilimlerinde önemli bir yere sahip, hadis rivayet eden ve tabiinin büyüklerinden olan Nâfi, Hz.Abdullah tarafından on bin dirhem karşılığında satın alınarak kölelikten azat edilmiştir. Özgürlüğüne kavuşturulanImam Nâfi, Hz. Abdullah için: "Her zaman dualarında belirttigi gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti"diyerek şahit olmuştur

Örnek bir İslam ahlakına sahip, her haliyle sünnet-i seniyyeye tam riayet edip yaşayan Hz. Abdullah,kendisine karşı yapılan saygısızlık ve hakaretlere iyilikle karşılık vermeyi de esas edinmiştir. Kendisine hakaretetmekle kalmayıp evine kadar peşini bırakmayan ve edebe sığmayan tavrını devam ettiren adama hiçbir karşılıkvermemiş, evinin kapısından içeri gireceği sırada; ne kendisinin ne de kardeşi Asım’ın kimseye sövmediklerini, söylemekleyetinmiştir.

Hz. Abdullah’a göre; kendinden üstün olanlara haset eden, kendisinden aşağıda olanları hakir gören,ilmine karşılık olarak dünya menfaatini arzulayan ve bekleyen gerçek alim olamaz. Gerçek alim olmak için bunlardanuzak durup sıyrılmış olmak gerekir (Sahabiler A. I.C.s. 188).