Abdullah Cevdet (1869-1932)

1869’da Arapkir’de doğdu. İlköğrenimini Arapkir ve Hozat’ta yaptı. Elazığ Rüşdiye mektebini bitirdikten sonra,Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi’ne, akabinde Mekteb-i Tıbbiye’ye kaydını yaptırdı. Kendi ifadesine göre, ailesindekidini eğilim kuvvetli olan, şiirlerinin bir kısmını dini hislerle yazan ve ilk zamanlarda arkadaşları arasında dinivecibelerini yerine getiren ve böyle tanınan biri iken, gördüğü eğitimin etkisiyle materyalist felsefeyi benimsedi.

Abdullah Cevdet, fikri yapısında materyalist felsefenin etkisinde kalıp, bu yöndeki Batılı felsefecilerin eserleriyleyoğruldu. Diğer taraftan on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren aktif bir şekilde siyasi faaliyetlerin içinegirdi. Bilahare İttihad ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı Osmani Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı(1889). Öğrenciliğinden itibaren siyasi faaliyetler içinde bulunduktan sonra, geçici görevlerle bulunduğu Diyarbakırve Adapazarı’nda da bu çalışmalarını devam ettirdi. Tutuklanıp Fizan’a gönderilmek üzere iken, Paris’e kaçtı(1897).

Paris’te Jöntürklerle birlikte hareket eden Abdullah Cevdet, makaleler yoluyla fikirlerini yazmaya devam etti. Burada parasıkıntısı çekmeye başlayınca, sarayla anlaşarak geri döndü. Kendisine aylık bağlandı, ancak siyasifaaliyetlerini devam ettirince maaşı kesildi. Akabinde Viyana sefareti doktorluğuna atandı. Burada da sefirle arası açılıncaAvusturya’dan sınırdışı edildi. 1904 yılından itibaren Cenevre’de "İçtihad" dergisini yayınlamaya başladı.Cenevre’de Osmanlı İttihad ve İnkılab Cemiyeti’ni kurdu ve Osmanlı Gazetesi’ni yayınlamaya başladı. Gazetedeki yazılarınıimzasız yayınladı. Gazetede; İslamiyet’in etkisini koruduğu yerlerde duraklamanın olduğu, İslam medeniyetinin uyuşturucubir rol oynadığı şeklindeki iddialar, dolaylı olarak yayınlanmaya başlandı (Şerif Mardin, Jön Türklerin SiyasiFikirleri, İstanbul 1992, s. 161). Kendi basımevinde Padişah aleyhindeki bir eseri basması ve Osmanlı Devletinin şikayetiüzerine buradan da sınırdışı edildi. Bunun üzerine Kahire’ye geçerek yayınlarına burada devam etti.

Abdullah Cevdet’in İttihad ve Terakki ile de arası iyi olmadığından, Meşrutiyetin ikinci kez ilan edilmesinden sonrahemen yurda dönemedi. Bu arada çok büyük tartışmalara sebebiyet veren, Peygamber Efendimiz (asm) ve İslamiyet hakkındaağır hakaretleri ihtiva eden, Reinhard Dozy’nin eserini Tarih-i İslamiyet adıyla Türkçe’ye tercüme etti. Çok büyüktepki çeken eser yasaklandı.

1911 yılında ülkeye döndükten sonra, bir süreden beri ara verdiği İçtihad’ı tekrar yayınlamaya başladı. Diğertaraftan eser tercüme etmeye devam etti. Yayınlarında kullanmış olduğu üslup ve dine karşı yaptığı hakaretler sıksık şikayet konusu olduğundan, dergisi müteaddit defalar kapatıldı. Kapatmalar sırasında değişik adlarla çıkmayadevam eden dergi, birkaç yıl yayınına ara verdikten sonra, 1918 yılından itibaren tekrar yayınlanmaya devam etti. Savaşyıllarında İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Cevdet’e, Cumhuriyetin ilanından sonra görevverilmesinde sakınca görülmekle birlikte, yayınlarına her hangi bir engel çıkarılmadı ve bu alandaki çalışmalarınadevam etti.

Abdullah Cevdet, dergisinin 144. sayısında (01.03.1922) yeni bir din olarak Bahailiğin kabul edilmesini teklif etti. Buyazıdan ötürü hakkında açılan davada iki yıl hapse mahkum edildiyse de uzun bir süreçten sonra cezası temyizdebozuldu. Bu arada peygamberlere yapılan hakaretlerle ilgili ceza maddesi kaldırılınca (1926), davası da düşmüş oldu.Cumhuriyet döneminde kendini tamamen yayın hayatına vererek materyalist felsefeyi savunan eserler yayınlamaya devam ettive bu eserlerinin bir kısmı devlet yayını olarak basıldı. İstanbul’da 1932 yılında öldü. Ölümünden sonra cenazenamazının kılınıp kılınmaması konusunda tartışmalar yaşandı.

Abdullah Cevdet’in de okumuş olduğu Tıbbiye Mektebi, derslerin içeriğinin de etkisiyle büyük oranda materyalistfelsefenin etkili olduğu okullar olarak Osmanlının son dönemine damgasını vurmuş ve buradan yetişenler söz konusufikirleri daha geniş alanlara yaymışlardır. Bu okullardan yetişenler bir taraftan pozitivizmi ön plana çıkarırken,diğer taraftan, biyolojik materyalizmi dinin yerine monte etmeye çalışmışlardır (M. Şükrü Hanioğlu, DoktorAbdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul 1981, s. 401).

Avrupalılaşma konusunda radikal fikirlere sahip olan Abdullah Cevdet, kendi zamanına kadar gerçekleşenleri yeterli görmemektedir.Doğu ile Batı arasındaki farkı açıklarken; "… Avrupa bizim yaptığımız gibi güneşin batmasıyla mesaisiniterk etmiyor, yatmıyor. Avrupa’da tabiatın güneşi batınca insanların güneşi doğuyor: elektrik… en büyük ve endaimi hasmımız bizim kendi kanımızdadır, kendi kafamızdır. Bizim ile ecanib arasındaki münasebat kavi ile zaif, alimile cahil, zengin ile fakir arasındaki münasebatdır… bir ikinci medeniyet yoktur. Medeniyet Avrupa medeniyetidir. Bunu gülüyle,dikeniyle isticnas etmeye mecburuz…" (Hanioğlu, s. 359) görüşlerine yer vermektedir.

Abdullah Cevdet’in gerek Batının, gerekse Rusya’nın Müslümanlara ve Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği politikalarabakışı İttihadçılardan farklılık arz ediyordu. Ona göre, Müslümanların eziyet ve zülüm görmeleri Müslümanolmalarından dolayı değil, cahil ve tembel olmalarından kaynaklanıyordu. İstanbul’daki hükümetlerin cebir vehakaretleri Rusların yaptıklarından daha az değildi. Zorla Rusça’nın öğretilmesi de pek o kadar kötü değildi. Dahaönce dil bilmediklerinden önlerine gelen evrakları imzalıyorlardı. Rusça öğrenerek, bilmedikleri evraklarıimzalamaktan kurtulacaklardı. Rusya’nın egemenliği altında bulundurduğu Müslümanlardan zorla asker toplayarak bunlarlaOsmanlı Devleti’nin üzerine yürümesinin, Halife denilen Abdülhamid’in yaptıklarından daha beter olmadığınısavunacak kadar sert eleştirilerde bulundu (Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyesi Fikirleri, s. 233-234).

Abdullah Cevdet, her ne kadar milletvekili olamadıysa da, önceki döneme oranla Cumhuriyet döneminde, materyalistfikirlerini çok daha rahat bir biçimde sergilemeye devam etti. Bir taraftan din büyüklerine hakaretin suç olmaktan çıkarılması,diğer taraftan yayınlarından bir kısmının devlet tarafından desteklenmesi, cesaretini daha da arttırdı. Bundansonra, dinin toplumsal gelişmeye engel teşkil ettiğini açık bir şekilde yazmaya başladı. O, İslam dünyasının gerikalmasının diğer sebeplerini bildiğini ileri sürdükten sonra, ama bunlardan hiç birinin dini sebepler kadar, gerilemeve tahripte etkili olmadıklarını iddia etti (Hanioğlu, s. 389).

Abdullah Cevdet’in fikirleri ve din hakkında ileri sürdükleri görüşler, dinde reform yapma iddiasında bulunanlara büyükbir dayanak teşkil etti. Yazıları ve görüşleri, basında cereyan eden dinde reform taleplerini önemli ölçüde arttırdı.Gerçek niyetler gizlenerek, dinde reform ve Türkçe ibadet adı altında, gizli din aleyhtarlarının faaliyetleri günümüzekadar devam etti.

Tek Parti döneminde dine her türlü hakareti yapan, eleştiren ve hatta Müslümanları tahkir eden Abdullah Cevdet’e ilişilmezken,Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı iman hizmetinin engellenebilmesi için her yola başvuruldu. Birileri, her türlühakareti yaparken hiçbir takibata ve engellemelere maruz kalmadılar. Eserleri serbest bir şekilde elden ele dolaştı.Devlet desteği gördü. Kütüphanelere yerleştirildi. Diğer taraftan, ilerlemiş yaşına rağmen Bediüzzaman Said Nursî,yıllarca hapis yatarken geri kalan ömrünü sürgünlerde geçirdi. Bediüzzaman, bu iki yüzlü uygulamayı eleştirirkenAbdullah Cevdet’i ve tercüme ettiği Doktor Dozy’nin eserini örnek göstererek haksızlığı dile getirmektedir:

"Risâle-i Nur’u okumuş veya okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp, mahkemeye vermek ne kadar adaletin mahiyetindenuzak olduğunun katî bir hücceti şudur ki: Kur’an aleyhinde yazılan Doktor Duzi’nin ve sair zındıkların o muzıreserlerini okuyanlara, ‘hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye’ düsturuyla, bir suç sayılmadığı halde; hakîkat-iKur’aniyeyi ve îmaniyeyi öğrenmeye gayet muhtaç ve müştak olanlara, güneş gibi bildiren Risâle-i Nur’u okumak veyazmak bir suç sayılmış." (Tarihçe-i Hayat, s. 355)

Doktor Abdullah Cevdet’in dinsizce hücumlarına karşı yazdığı bir-iki Risâle ve bazı memurların insafsızcasına vegaddarane tecavüzlerine karşı şekva sûretinde kaleme aldığı iki küçük Risâle nedeniyle baskıya maruz kalan(Tarihçe-i Hayat, s. 217) Bediüzzaman, hem müdafaa hem de ikazda bulunmaktadır: "Doktor Duzi’nin ve sair zındıklarıneserlerine ilişmemek, Risâle-i Nur’a ilişmek, gazab-ı İlahi’nin celbine bir vesile olabilir diye korkuyoruz. Cenab-ıHakk size insaf ve merhamet ve bize de sabır ve tahammül ihsan eylesin."(Emirdağ Lâhikası, s. 22) "Acaba,mahkeme-i kübrada, bu üç yüz milyar davacıların karşısında sizden sorulsa ki: "Doktor Duzi’nin, baştannihayete kadar serapa İslamiyet’iniz ve vatanınız ve dîniniz aleyhinde ve Frenkçe Tarih-i İslam namındaki eseri ki; zındıklarınkütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuzca cemiyet şeklinialmalarıyla beraber, dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsad komitecilik gibi, siyasetinizemuhalif cemiyetlerine ilişmiyordunuz. Neden hiçbir siyasetle alakaları olmayan ve yalnız îman ve Kur’an cadde-i kübrasındagiden ve kendilerini ve vatandaşlarını îdam-ı ebedîden ve haps-i münferidden kurtarmak için Kur’an’ın hakîkitefsiri olan Risâle-i Nur gibi gayet hak ve hakîkat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasî cemiyetle münasebeti olmayan ohalis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet namı verip ilişmişsiniz?" (Tarihçe-i Hayat,s. 363-364)