V. Masa “Cemaatler, İslamofobi ve Radikal İslami Gruplar”


Katılımcılar

Metin KARABAŞOĞLU (Moderatör)
Mehmet KAPLAN (Sekreter)
Prof. Dr. Ali ARSLAN
Prof. Dr. İsmail Latif HACINEBİOĞLU
Aziz Muhammed AKKAYA
Haşim GAYBERİ
Safa MÜRSEL

Masa Bildirisi

  1. Her şeyden önce, Batı’nın zihniyet dünyasını yansıtan kavramların esareti altında düşünmememiz gerekir. İslamofobi, radikal İslâm, siyasal İslâm, ılımlı İslâm ve cihadizm Batı’nın icat ettiği kavramlardır. Batı, kendisine tehdit olarak algıladığı her şeyi “radikal” diyerek ötekileştirmektedir. Bunun etkisi altında kalarak İslâm’ın aslî kaynaklarını “radikallik problemi üreten” unsurlar olarak göremeyiz. Aynı şekilde Batı’da İslâm’la ilgili olarak yaygınlaşan durum olarak sözü edilen “İslamofobi”, İslâm’dan değil Batı’nın dine ve özelde İslâm’a bakışından kaynaklanan bir patolojiye işaret etmektedir.
  2. İslamofobi, sosyolojik bir realite olmaktan önce psikolojik bir meseledir. Batı, kontrol edemediği, teslim alamadığı bir güç olarak gördüğü için İslâm’a karşı fobi üretmektedir. Batılı medya ve kamuoyunda üretilen ve İslâm’ı terör ve şiddetle özdeşleştiren bir algı stratejisi üzerinden yürütülmektedir. Dolayısıyla bunun aşılması için, Müslümanlardan ziyade Batı’nın çaba göstermesi gerekmektedir.
  3. İslâm dünyası içinde çıkan ve bir kısmı şiddete başvurun müfrit unsurların, Müslüman dünyanın ana çizgisini temsil ettikleri asla söylenemez. Bu eğilimler, tekçi ve tekfirci çizgileriyle, İslâm tarihi içinde ortaya çıkmış Haricîlik gibi akımların sergilediği zihniyet problemini yansıttığı gibi, Batı’nın İslâm dünyasına yönelik ikiyüzlü, sömürgeci, baskıcı ve zulümlü tutumuna yönelik bir tepkiden de beslenmektedir. Elbette bu akımların ürettiği terör İslâm’ın temel değerleri itibarıyla asla meşru görülemez. Ama öte yandan söz konusu ikiyüzlü tutumların ve zulümlerin bu yöndeki öfkeyi beslediği ve büyüttüğü de unutulmamalıdır. Dolayısıyla “İslâm terörü reddeder” gibi ifadeler doğru ama eksik ifadelerdir. Söz konusu problemin aşılması, terör kadar, onu doğuran veya ona meşruiyet üreten zulüm, işgal ve haksızlıklara karşı da kararlı bir duruş gerektirmektedir.
  4. İslâm tarihi içinde ortaya çıkan aşırılıkların, öncelikli olarak “itikadî” bir zeminden üremediğine bilhassa dikkat edilmesi gerekir. Haricîlik, Şîa, Cebriye, Mu’tezile gibi fırkaların oluşumu, esasen “siyasî” düzlemde yaşanan bir ihtilafın “itikadî” bir zemine yerleştirilmesi sürecini bize göstermektedir. Bu durum ise siyasî tavır alışları “itikadî” bir çerçeveye oturtmama konusunda uyarı niteliğindedir. Dinin meşrulaştırma gücünün siyasî meseleler için âlet edilmesine müsaade etmemek gerekir.
  5. Ümmet içerisinde sıkıntı ve problem odağı olmuş, küresel kamuoyu nezdinde İslâm hakkında olumsuz ön yargılar oluşturulması için de “fotoğraf” sunan yapılara baktığımızda, bu yapılarda hakikati kendi tekelinde gören, kendisi gibi düşünmeyen kişi ve grupları ise “dalâlet” hatta “küfür” ile itham eden bir din diline sahip oldukları görülmektedir. Bu inhisarcı ve tekfirci anlayışa karşı, Ehl-i Sünnet’in “Ehl-i secde tekfir edilmez” ve “Tevil varsa tekfir yoktur” diyerek geliştirdiği kuşatıcı ve muvazeneli yaklaşım, mü’minlerin istikamet çizgisini teşkil etmektedir.
  6. Ehl-i Sünnet’in bu itidal çizgisi, her türden aşırılığa karşı, dün olduğu gibi bugün de ümmetin ana eksenidir. Bu eksenin muhafazası için, İslâm dünyası ve Türkiye’de yakın zamanda yaşanan bazı olayları Ehl-i Sünnet omurgaya, özelde bu omurganın taşıyıcısı olagelmiş usule, geleneğe, kurumlara, cemaat ve tarikatlere fatura ederek Ehl-i Sünnet’i kriminalize etme yönündeki fırsatçı propagandaya karşı özellikle dikkat edilmelidir.
  7. Ehl-i Sünnet’in bu kuşatıcı ve kucaklayıcı istikamet çizgisinin bir temsilcisi olarak Risale-i Nur, ittihad-ı İslâm idraki içinde İslâm’ın “cadde-i kübra”sında mü’minlerin ortak yürüyüşünde bir muvazene ve itidal örneğini teşkil etmektedir. Bu noktada Bediüzzaman’ın hayatı ve eseriyle ortaya koyduğu örneklik ve ölçülerin Nur talebelerince hem gereğince anlaşılıp hem de uygun bir üslupla geniş Müslüman kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir.
  8. Bu çerçevede, kendilerini “özne”, sair kişi ve grupları ise “nesne” olarak gören problemli bir anlayışa karşı Müslüman dünya içindeki bütün kişi ve grupların, özellikle de Nur talebelerinin uzak durması beklenmelidir. Ümmetin sair fertlerini dalâlette, kendisini ise kurtarıcı olarak gören bütün yaklaşımlar tehlikelidir. Müslümanlar, Bediüzzaman’ın 24. Söz’de ontolojik bir temelde izah ettiği üzere, “hakikatin bir olmakla birlikte, çok renkleri ve veçheleri olduğu” gerçeğinden hareket eden bir ihtilaf ahlâkıyla hareket etmelidir.
  9. İnsanların anlam ve aidiyet ihtiyacı hissetmeleri fıtrîdir. Bu ihtiyaçları suiistimal eden müfrit ve marazî yapıların mevcudiyeti, onların fıtrî ihtiyaçlar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Problemli olan, bu fıtrî arayış ve bağlılığın marazî bir bağımlılığa dönüşmesidir. Dolayısıyla yapılması gereken, bu iki ihtiyaca cevap veren sıhhatli mecralara sahip çıkılması, bu ihtiyacı suiistimal eden yapılara karşı da bir uyanıklık ve dikkatin geliştirilmesidir. Bunu anlamada temel bir ölçü, insanların aidiyet ihtiyacına cevap veren yapıların mensubu olan kişilerin akıl ve iradesine kapı mı açtığı, yoksa akıl ve iradesine ipotek mi koyduğu; muhakeme ve müzakereye mi, yoksa körü körüne bağlılığa mı davet ettiğidir.
  10. Kendini ümmetin ortak aklının murakabesine kapatan her türden eğilim, tehlikelidir. Kur’ân, sünnet ve İslâmî miras ile ilişkinin niteliği bu noktada büyük önem arz etmektedir. Bu temel kaynaklardan beslenen her yapı ve her yaklaşım makbulümüz olmalıdır. Bu kaynakları kendi duruşuna “meşruiyet üretmek” üzere “kullanan” yapı ve yaklaşımlara karşı ise tedbir gerekmektedir.
  11. Önemli bir kısmı şiddete de başvuran müfrit yapı ve yaklaşımların Müslüman toplum içinde hangi kesimlerde kendisine zemin bulabildiğine dair ciddi sosyolojik ve psikolojik çalışmalar yapılması gereklidir. Bu aidiyetlerle “seçilmişlik” ve “kurtarıcılık” misyonu edinmenin cazibesi, ümitsiz ve hatta nihilistik bir hayata bu şekilde anlam bulma, dağılmış veya problemli bir aile ortamının bu yönelişteki etkisi, özellikle gençlerle iletişimde yaşanan meseleler bu çerçevede özellikle incelenmelidir.
  12. Ferd olma ve ümmet içinde daha geniş bir bütünün mensubu olma arasındaki dengenin temini, mesafe ve yakınlığın doğru tesbitini gerektirir. Hizmet için yakınlık, eleştirel düşünüş ve muhakeme için ise mesafe gerekir. Meselemiz, bu ikisi arasındaki dengeyi tutturabilmektedir.