III. Masa “Siyaset, İdeolojiler ve İktisat”


“Siyaset, İdeolojiler ve İktisat”

Katılımcılar
Doç. Dr. Vedat DEMİR
Dr. Furkan AYDINER
Murat ÇETİNKAYA
Sami USLU
Ahmet RIDVAN
Mehmet YURTTAŞ
Hasan Hüseyin KEMAL
Hasan YÜKSELTEN
Prof. Dr. Ahmet BATTAL (Sekreter)
Metin KAVCAR (Yönetici)

Sonuç

Krizin kaynağı insan aklının fıtrata ve adetullah kanunlarına aykırı hareket etmesidir. Oy hırsıyla hareket eden siyasiler, kâr hırsıyla hareket kapitalist girişimciler ve zevk hırsıyla hareket eden tüketiciler kasırgayı kaçınılmaz yaptılar. Popülist politikalar takip eden siyasiler, 1990’larda başlattığı de-regülasyon politikalarıyla finansal piyasaları kendi haline bıraktı. Devlet denetimi minimum seviyeye indi. Rasyonel girişimcilerin piyasayı en etkin şekilde işleteceği görüşü finansal piyasalarda tam anlamıyla uygulanmaya başlandı. Kapitalist girişimciler kârlarını maksimum kılmak için önlerine çıkan tarihi fırsatı sonuna kadar değerlendiriyordu. Her türlü kredi türevi oluşturarak, reel üretime bağlı olmaksınız, paradan para kazanmaya çalışıyordu. Öte yandan, “hayat eğlencedir” felsefesini benimsemiş zevk hırsıyla hareket eden tüketiciler yıllardır rüyasını gördükleri şeyi kredi alarak gerçekleştirme fırsatını yakalamıştı. Hem de geçmiş kredi tarihlerine bakılmaksınız. Elbette bu fırsat kaçırılmazdı. Nitekim çoğu da kaçırmadı. Bu da yaşanan krizi kaçınılmaz kıldı.

Bu kasırga kapitalist sistemi sarsmakla beraber sonunu getirmekten çok uzaktır. Çünkü yaşanan kriz kapitalizmin sonunu getirecek bir felç değil, geçici bir arızadır. Başka bir deyişle, yaşanan bir sistem krizi değil, sistemin bir süre sekteye uğramasıdır. Kapitalist sistemin tamamını insan vucuduna benzetirsek, para bu vucuttaki kan gibidir. Sistemin temel dinamiklerinde ciddi bir problem yok. Asıl problem, sisteme kan enjekte eden finansal piyasalarda yaşanıyor. Dolayısıyla, şu anda yaşanan kriz sistemin sonunu getirecek bir kalp krizi değildir. Sistemi zayıflatan bir kan kaybıdır. Bu kayıptan dolayı, finansal piyasalarda yaşanan daralma sistemin sonunu getirmez, ancak zayıflamasına (küresel ekonomik durgunluğa) neden olur.

Avrupa’da birkaç asır önce başlayan kapitalist ekonomik sistem, 20.yüzyılın sonlarında rakip olma iddiasını kaybeden Sosyalizmin yenilgisiyle küresel dünyanın hakim sistemi haline geldi. Feodal toplumların sınırlı üretim imkanlarını, sanayi, iletişim ve bilişim devrimleriyle olağanüstü derecede genişleten kapitalist sistem, insanlığa tarihte eşine rastlanmamış bir üretim ve tüketim imkanı sundu. Kapitalist toplumlar, geçmişe oranla, hem daha çok üretip, daha çok tüketme, hem de daha çok sermaye biriktirme imkanına kavuştular. Çünkü, kapitalizm insan fıtratındaki bazı gerçekler üzerine kurulu. Öte yandan, Sosyalizmin başarısızlığı da fıtrata aykırı hareket etmesiydi. Kapitalizm, insan fıtratındaki nefis ve enaniyet hakikatını kavramış, esaslarını bu hakikate dayandırmış, onun için kısmen başarılı olmuştur. Bediüzzaman’a göre, bir sistemin ömrü fıtrat kanunlarına uygunluğuyla paraleldir. Kapitalizmin günümüze değin kısmi başarısı fıtri kanunlara kısmen uygun olmasındandır.

Sosyalizm, insanın sosyal bir varlık olduğu ve toplumsal menfaatlerin bireysel menfaatlerin üstünde olduğu görüşünü esas alır. Dolayısıyla, bireyi toplum için fedakarlığa davet eder. Ancak, bu fedakarlığı yapacak yüce değerleri telkin etmez. Hatta, onları din kaynaklı olduğu için tahrip eder. Bu anlamda, Sosyalizm insanın ben merkezli fıtratını inkar ettiği için başarılı olamamıştır. Kapitalizm ise, bu fıtratı tahrik edip, kullandığı için başarılı olmuştur. Nitekim Çin bu hatasını anlayıp, “piyasa Sosyalizm”ine geçtiği için son yirmi yılda dev gibi büyüme imkanı bulmuştur. İslâm, piyasa ekonomisi denilen sistemi kabul etmekle beraber, her türlü spekülasyonlara karşı müdahaleyi elzem görür. Aynı zamanda sosyal adaleti tesis edecek tedbirler sunar.

Kapitalizm, insan fıtratındaki nefis ve enaniyet hakikatını kavramış, ilkelerini bu hakikate dayandırmıştır. Nefis ve enaniyeti tahrik ve istismar ederek kısmen başarılı olmuştur. Ancak, kapitalist ideoloji, parayı para kazandıran bir sermaye olarak görmüştür. Parayı bankanın merkezine, bankayı ekonominin merkezine, ekonomiyi hayatın merkezine yerleştirmiştir. Ekonomiyi ve toplumu bankanın esiri yapmıştır.

Sermayeyi takdis eden ve insana Allah’ı değil, maddeyi sevdiren kapitalizm dini açıkça reddetmez, ama insanı hazcı insan haline getirir ve bir anlamda tanrılaştırmaya çalışır. Kul olduğunu unutturur. Tüketimle sefih eder.

Mutlak eşitlik hayalinin peşinde koşan ve fıtratı inkâr eden Sosyalizm, adaleti salt bu dünyada gerçekleştirmeyi hedefler. Ahiret fikrinin insanın hak aramasını engellediğini ve fakirleri zenginlerin karşısında savunmasız hale getirdiğini iddia eder. Özel mülkiyeti reddeder ve insanı sefil eder. Bediüzzaman’a göre, Sosyalizm necis yani pistir, kapitalizm ise ences yani daha pistir. Çünkü, kapitalizm insan nefsini cazibeli tüketimle tahrik ederek arzularına esir eder.

Piyasalarda yaşanan “finansal/ekonomik kasırga” değil, bireysel ve sosyal alanda yaşanan “mutsuzluk kasırgası” kapitalizmin sonunu getirecek veya ıslaha mecbur edecektir. Kapitalist sistem, insanı arzularının (veya İslami terminolojide nefsinin) esiri haline getirmiştir. Kapitalist bir tüketici nefsinin hoşuna giden şeyleri yaparak daha çok keyif almayı nihai bir gaye görür. Nitekim, kapitalist ABD toplumunda egemen olan “hayat eğlencedir (life is fun)” deyimi kapitalist hayat felsefesini yansıtır. Bu felsefeden etkilenen insanlar haftanın beş günü çalışarak kazandıklarını haftasonları eğlencelerde tüketir. Hayatlarından bekledikleri lezzetleri alamadıklarında ise, çoğu zaman hayatlarına son vererek, hayatı lezzet endeksli algıladıklarını ve hayattan lezzet almak dışında bir gayeleri olmadıklarını teyit eder. Kapitalizm, insanın nefsani ihtiyaç ve arzularını tahrik için her yolu denerken, ruhani ihtiyaçlarını inkar veya ihmal etmiştir. İnsanı şehvani duygularının esiri bir hayvan derecesine indirmiştir.

Kapitalist sistemin kısmi başarısı insan fıtratını kısmen bilip, fıtrata uygun hareket etmesinden kaynaklandığı gibi, başarısızlığı da fıtratı tam bilmemesinden veya bilerek bazı yönlerini ihmal etmesinden kaynaklanıyor. Kapitalist sistemin en büyük hatası neredeyse bütün vurguyu dış aleme yapmasıdır. Oysa, her insan bir alemdir. Bediüzzaman’ın tabiriyle kainat alem-i kebir ise insan onun bir numunesi hükmünde “alem-i sağir”dir. Küresel mutsuzluk kasırgasının kökeni, kapitalist sistemin dış aleme nazarları tevcih edip, içimizdeki alemi ihmal etmesidir. Bediüzzaman, eserlerinde insanın iç aleminin haritasını çıkararak onu hem dünyada hem de ahirette daimi ve elemsiz saadete ulaştıracak bir reçete sunuyor.

Bediüzzaman’a göre, kapitalist ideolojinin öngördüğü “sefih medeniyet” insanı nefis ve enaniyetten ibaret biliyor. İnsanın nefsini her çeşit hayvani lezzetlerle tatmin edip, ihsan edilen hediyeleri gasbederek enaniyetli yapıyor. Oysa, Kur’an’ın öngördüğü “fazilet medeniyeti” insanı nefsin esaretinden kurtarıp, bütün istidatlarını inkişaf ettirerek “insan-ı kamil” derecesine çıkarmaya çalışır. Genç, yaşlı, sıhhatli, hasta, zengin ve fakir, herkesi ve herkesimi hakiki saadete ulaştırır.

Bediüzzaman’a göre insanı mutlu kılmanın yolu onu tanımaktan geçer. İnsanın sahip olduğu yetenekleri bilmeden onları inkişaf ettirmek ve mutluluğa ulaşmada kullanmak mümkün olmaz. Bir çekirdek gibi büyük bir potansiyele sahip olan her bir insan, meleklerin dahi ötesindeki makamlara geçebilir. Bunun için, Bediüzzaman, potansiyelini değerlendirmesi, hakikati bulması ve huzura ermesi için eserlerinde insanı kendini tanımaya ve iç alemini keşfetmeye davet eder. Bediüzzaman, insanın iç aleminde birçok keşifler yapmıştır. İnsan sarayının binlerce sakinleri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bediüzzaman eserlerinde insan sarayındaki şu “sakinleri” derinlemesine tahlil etmiş, onların kim olduğunu ve bizden neler istediğini anlatmıştır: Kalb, vicdan, nefis, akıl, şeytan, melek-i ilham, irade ve ene.

Bediüzzaman’a göre, metaforik olarak ifade etmek gerekirse, kalb insan sarayındaki “sultan”dır. Öncelikle gözetilmesi gereken sultanın arzu ve ihtiyaçlarıdır. Sarayın diğer sakinleri bir anlamda sultan için çalışmalı, ona hizmet etmeli, onu memnun etmeye çalışmalı. “Kalb Sultanı”nın en büyük arzusu, kendisine verilen sonsuz muhabbet duygusuyla, sonsuz güzellik, sonsuz kemal ve sonsuz ihsan sahibi “Mevla”yı bilip, bağlanmaktır. Ancak, sözkonusu sultan Mevla’yı bilmeyince, O’nda aradığını kapitalist sistemin sunduğu “leyla”larla tatmine çalışır. Bunun için biricik sermayesi olan “muhabeti” kullanarak, güzellik, kemal ve ihsan sahibi şeylerle bağ kurmaya uğraşır. Bu anlamda, insan sarayının sultanı olan kalb için hayat leylalar bulup, onlarla bağ kurma serüveninden ibarettir. Ancak, ne garip ki, hiçbir leyla, onu tatmin etmez. Daha da kötüsü bağlandığı bütün leylalar er yada geç onunla bağını koparıp gider. Onu yüzükoyun bırakır, ağlatır, hatta bazen kanlar içinde bırakır. Dünyayı ona zindan eder. Çünkü, İnsanın kalbindeki muhabbet sınırsız olduğundan ancak sınırsız olan bir cemal, kemal ve ihsanı bulmakla tatmin olur. Söz konusu meziyetler ise sadece Allah’a mahsustur. Mahlûkatta görülenler ise gerçekte ilahi güzelliğin, kemalin ve ihsanın yansımaları veya gölgeleridir. Bediüzzaman’a göre, insanın kalben tatmin olması, Kur’an’ın da ifade ettiği gibi, ancak Allah’ı bulmak, bilmek ve sevmekle mümkün olur.

Bediüzzaman’a göre, vicdan ise insanın içindeki “görünmez yargıç” gibidir. Yaptıklarımızı yargılayıp, hakkımızda hüküm verir. Yanlış yaptığımızda bize azap çektirir. Doğru yaptığımızda bizi rahatlatır. İç huzuru verir. Bu nedenle insanın vicdanen rahat ve huzurlu olması ancak fıtrata uygun hareket etmesi ile mümkündür. Vicdanın en önemli arzusu ebediyettir. Sürekli sonsuzluğu arar. Sadece onunla tatmin tam tatmin olabilir. Yoksa binlerce sene dünya saltanatı dahi olsa ucunda yokluk görünen bir hayat, vicdan için saadetten ziyade azaptır. Oysa, Allah’ın bulup, O’na itimad eden vicdan ebedi hayata mazhar olacağını bildiği için bu dünyada bile tam huzuru bulur.

Bediüzzaman, her insanda hayvani lezzetlere talip olan ve doymak bilmeyen bir nefis olduğunu söyler. Geleceği göremediği için hazırdaki lezzetleri maksimum kılma hırsıyla dolu olan nefis(fil), eğer kontrol edilmezse, insanı bütün latifeleriyle kendine hizmetkar kılar. Herşeyi kendine feda ettirir. Hazır lezzet için her türlü fedakarlığa razı olur. Ancak, nefis terbiye edilip, meşru dairede lezzetini aramasına izin verilirse, insanı hakka götüren bir binek olur. Allah’ın nimetlerini tadıp, tanımaya vesile olan bir hizmetçi olur. Bediüzzaman’a göre, insanın fıtri yeteneklerine bir sınırlama konulmadığından herbirisinin ifrat, tefrit ve vasat mertebesi bulunur. İnsan kendisine verilen bu üç temel yeteneği “orta yol”da (vasat) kullandığında saadeti yakalar. Zaten Kur`an gibi semavi mesajlar, haksızlık, zulum ve sefahete neden olacak bu temel yetenekleri vasata çekmek için gönderilmiştir.

Bediüzzaman’a göre, her insanda “lümme-i şeytaniye” denilen şeytanın bir nevi bürosu var. Öte yandan, bu zıtlar dünyasında herşeyin zıddı olduğu gibi, insan da şeytanın zıddı olan ve onun desiselerine karşı insana ilham vererek doğru yolu gösteren “melek-i ilham”ın bulunduğunu söyler. Akıl, insan sarayının bir nevi bilgesi gibidir. Hem nefse, hem egoya, hem kalbe, hem de vicdana danışmanlık yapar. Hem kendilerini hem de dış dünyayı tanımalarına yardımcı olur. Aksine, akıl çoğu zaman nefsin (filin) hizmetkarı olur. Eğer, fil güçlenmişse, diğer sakinler zayıf kalmışsa, akıl file tam bir hizmetkar olur. Onun arzularını tatmin için binbir yol gösterir. Şeytanla da işbirliği yaptığında insanı en dehşetli canavar hükmüne geçirir. Bediüzzaman, “münevver akıl” kavramını kullanır. Yani, vahyin getirdiği nur ile aydınlanan akıl. Böyle bir akıl, insan için hakikati gören bir gözdür. İnsan, kainat kitabındaki ilahi ayetleri “akıl gözüyle” görerek tahkiki imana kavuşur. Her türlü şüphelerden kurtulup, yakine ulaşır. Zaten, Risale-i Nur’un yaptığı, Kur’an ve kainat kitaplarındaki parlak ayetleri “akıl gözü”ne gösterip, “akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik” ettirmektir. Yani, “akıl gözü”yle Allah’ı görürcesine bir yakine ulaşmaktır.

İnsan sarayında olup bitenlerin farkında olan, sarayı diğerlerinden ayrıştıran, koruyup, kollayan, sahiplenen ve zahiren komuta eden komutan ego (ene)dir. Ego, hem şuur hem de irade ile donatılmıştır. Yani, hem kendisinin hem de ötekilerin farkındadır. Saraydaki işleri belirli bir derece kontrol etme yetisine sahiptir. Saray çalışanlarını ya “fil”e veya “sultan”a hizmet etmeye yönlendirir. Bediüzzaman’a göre, ego bizatihi var olmayıp, varlığı vacip olan Allah’ı bilmek için insana verilen bir duygudur. Semavi mesajdan yoksun Batı medeniyeti, insana ihsan edilenleri onun egosuna mal etmekle onu firavunlaştırır. Birey her şeyi ego kaynaklı bilir. Her şeyiyle egosuna hizmet eder. Her şeye sahip olduğunu, her şeyi idare ettiğini düşünür. Kendini bir nevi tanrı bilir. Bu anlamda kapitalist dünya görüşünden ders alan biri Allah’ın insana ihsan ettiği hadsiz nimetleri egosuyla sahiplenip şirke girer. Oysa Kur’an’dan fazilet dersi alan bir mü’min, sahip olduğu her şeyi, hediye ve ihsan bilir. Kendisini emanetçi olarak algılar. Onları sahiplenip şirke girmek yerine, hakiki sahibini tanıyıp, şükreder. Bediüzzaman, eserlerinde ısrarla insanın mahiyetindeki hadsiz acizlik ve sınırsız fakirliği işleyerek, egosunun şirke girmesine mani olmaya çalışır. Bir nevi rububiyet dava edip, sarayın bütün latifelerini kendine hizmetkar yapmaya engel olur. İnsanı malikiyet ve hakimiyet noktasında sıfırlayıp kullukta zirveye çıkarır. Başka bir deyişle, fıtratındaki sonsuz acizlik ve sonsuz fakirliği anladığı oranda egosunu kontrol edip, gerçek kulluğa yanaşır. Kendine güvenip, kendine dayanmak yerine, günde beş defa kıldığı namazla âlemlerin Rabbine iltica eder. O’na dayanır.

Bediüzzaman’a göre, Kur’an’ın öngördüğü “fazilet medeniyeti” insanı nefsin esaretinden kurtarıp, bütün istidatlarını inkişaf ettirerek “insan-ı kâmil” derecesine çıkarmaya çalışır. Genç, yaşlı, sıhhatli, hasta, zengin ve fakir, herkesi ve her kesimi hakikî saadete ulaştırır. Bediüzzaman, eserlerinde kapitalist ideolojiyi Sosyalizmden daha tehlikeli görmüş ve göstermiştir. Oysa Türkiye’de muhafazakâr kesim, komünizme karşı gösterdikleri reaksiyonel hassasiyeti kapitalizme karşı gösterememiştir.

Deklerasyon

  1. Krizin kaynağı insan aklının fıtrata ve adetullah kanunlarına aykırı hareket etmesidir. Oy hırsıyla hareket eden siyasîler, kâr hırsıyla hareket kapitalist girişimciler ve zevk hırsıyla hareket eden tüketiciler kasırgayı kaçınılmaz kılmıştır. Önce emlâk fiyatları aşırı şekilde şişmiş, krediler genişlemiş, spekülasyon yaygınlaşmış, aşırılıklar ortaya çıkmıştır. Bu sun’î balon patlayınca, fiyatlar düşmüş, kredi ödemeleri aksamış ve nihayet panik havası yaygınlaşarak küresel bir kasırgaya dönüşmüştür.
  2. Kapitalizm, insan fıtratındaki nefis ve enaniyet hakikatını kavramış, ilkelerini bu hakikate dayandırmıştır. Nefis ve enaniyeti tahrik ve istismar ederek kısmen başarılı olmuştur. Ancak, kapitalist ideoloji, parayı para kazandıran bir sermaye olarak görmüştür. Parayı bankanın merkezine, bankayı ekonominin merkezine, ekonomiyi hayatın merkezine yerleştirmiştir. Ekonomiyi ve toplumu bankanın esiri yapmıştır.
  3. Ahlâkîlik kaygısı taşımayan liberal kapitalizm devlete karşı özgürlükle yetinmez, nefsin varlığını inkâr ederek insanın başka insanlara ve hatta kendisine karşı özgürlüğü ve dolayısıyla nefsinin köleliğine yol açar.
  4. Sermayeyi takdis eden ve insana Allah’ı değil, maddeyi sevdiren kapitalizm dini açıkça reddetmez, ama insanı hazcı insan haline getirir ve bir anlamda tanrılaştırmaya çalışır. Kul olduğunu unutturur. Tüketimle sefih eder.
  5. Mutlak eşitlik hayalinin peşinde koşan ve fıtratı inkâr eden sosyalizm, adaleti salt bu dünyada gerçekleştirmeyi hedefler. Ahiret fikrinin insanın hak aramasını engellediğini ve fakirleri zenginlerin karşısında savunmasız hale getirdiğini iddia eder. Özel mülkiyeti reddeder ve insanı sefil eder.
  6. Bediüzzaman’a göre, sosyalizm necis yani pistir, kapitalizm ise ences yani daha pistir. Çünkü, kapitalizm insan nefsini cazibeli tüketimle tahrik ederek arzularına esir eder.
  7. Yine Bediüzzaman’a göre, ideolojiler ve izmler tek gözlüdür. Deha ile çalışır. İnsan aklının cerbeze düzeyinde çalışmasının ürünüdür. Ahireti düşünmez, Hüda’ya tabi olmaz.
    İslâm ise hükümlerini “makul ve münevver akıl”a da tasdik ettiren vahyin ta kendisidir. İzmlerle benzeşmez. İnsanın bu dünyadaki mutluluğu ile yetinmez. Bütün duygularını tatmin ederek hem dünyada, hem de ahirette insanı hakikî, safî ve daimî saadete kavuşturmayı hedefler.
  8. İslâm, piyasa ekonomisi denilen sistemi kabul etmekle beraber, her türlü spekülasyonlara karşı müdahaleyi elzem görür. Aynı zamanda sosyal adaleti tesis edecek tedbirler sunar.
  9. İslâm dini özel mülkiyeti ve teşebbüs hürriyetini kabul eder. Ancak yine insanî sebeplerle devletin mülkiyet hakkını sınırlandırabileceğini kabul eder. Bütün üretim araçlarının devlete ait olması gerektiği fikrini de reddeder.
  10. İslâm insanların sınıflar halinde bulunmasının fıtrî olduğunu kabul eder ve bunu kaldırmaya çalışmaz. Ama sınıflar arasında çatışma ya da uçurum olmasını da engeller.
  11. Bediüzzaman’a göre, Kur’ân’ın öngördüğü “fazilet medeniyeti” insanı nefsin esaretinden kurtarıp, bütün istidatlarını inkişaf ettirerek “insan-ı kâmil” derecesine çıkarmaya çalışır. Genç, yaşlı, sıhhatli, hasta, zengin ve fakir, herkesi ve her kesimi hakikî saadete ulaştırır.
  12. İslâm, faziletli insanların rekabetini mükemmele ulaşmanın aracı olarak görür. Kendiliğinden gönüllü olarak veren eli teşvik eder. Ama gönüllülükle de yetinmez, zenginin zenginliğinde fakirin de bir payı olduğuna inanır ve bu payı alabilmesi için gerekirse devletin devreye girmesini ister.
  13. Bediüzzaman, eserlerinde kapitalist ideolojiyi sosyalizmden daha tehlikeli görmüş ve göstermiştir. Oysa, Türkiye’de muhafazakâr kesim, komünizme karşı gösterdikleri reaksiyonel hassasiyeti kapitalizme karşı gösterememiştir.
  14. Bediüzzaman, mevcut krizin kaynağı olan israfın ve onun tahrik ettiği hırsın hasaret sebebi olduğunu söyler. Tasarruf ve kanaatle hakikî saadeti aramayı tavsiye eder.