II. Masa “Toplum, Ahlak ve İktisat”


“Toplum, Ahlak ve İktisat”

Katılımcılar
Prof. Dr. Ali BAKKAL
Prof. Dr. Aziz KUTLAR
Doç. Dr. Osman ÖZKUL
Ahmet DURSUN (Sekreter)
Ali BULAÇ
Ali Ulvi BAKKAL
Sadık YALSIZUÇANLAR
İsmail TEZER
Kamil KÖSE
Recep ARDOĞAN
Yusuf SÖNMEZ (Yönetici)

Sonuç

Giriş

Dünyada ve ülkemizde çok yönlü toplumsal değişikliklere sebep olması beklenen küresel bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Bu krizin sonuçlarıyla birlikte nedenlerini de ortaya koymak insanlığın geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Genel bir değerlendirme ile bugünkü küresel ekonomik krizin temel nedenlerine inmek farklı ilmi disiplinleri ve ideolojileri ilgilendiren tartışmaları da beraberinde getirecektir. Bu bağlamda bu tartışmaların bir ayağını oluşturacak olan “Toplum, Ahlak ve İktisat” masasında yapılan çalışmalarda, Said Nursi’nin iktisadi görüşlerinden yararlanarak, vicdandan topluma uzanan geniş bir yelpaze içinde, krizin değerlendirilmesi yapılmış, sebepleri ortaya konulmuş ve krize çareler üretilmiştir.

İktisadın Tanımı

Modern bir bilim dalı olarak iktisat, sonsuz olan insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla nasıl karşılanacağını inceleyen bir sosyal bilimdir. Dünyadaki kaynakların kıt-sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu tezinden hareketle geliştirilen bu tanımın içerisine sonsuz hırsla bezenen ‘insan’ dahil edildiğinde, bizi bekleyen krizlerin işaret ettiği alanlar değişmekte ve bu krizlerin üstesinden nasıl gelineceği sorusu önem kazanmaktadır.

Arapça bir kavram olan iktisat sözlüklerde; tutum, biriktirme, tasarruf, uygun hareket, orta yolda olma gibi anlamlarda kullanılır. İktisadın İslami literatürde “amelde itidal, aşırıya kaçmama” olarak tanımlanması ise dikkat çekicidir. Maksadını ve talep ettiği şeyi iyi bilen kimse, doğrudan doğruya ona yönelir. Maksadını iyi değerlendiremeyen ve ne istediğini bilmeyen kimse ise ifrat ve tefrit içinde kalır, sağa sola bocalar durur. İşte bu nedenle iktisat, maksada yönelik olan amel anlamındadır.

Bediüzzaman’ın iktisadi görüşlerinin anlaşılabilmesi Risale-i Nurların bir bütün olarak ele alınması ile mümkün olacaktır. Said Nursi’nin kullandığı iktisat kavramı, bilimsel anlamda kullanılan ekonomi ve iktisat kavramlarından farklı alanlara işaret etmektedir. Bediüzzaman’a göre insanın zorunlu ihtiyaçları, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Modern ekonomi daha çok üretmek, tüketmek üzerine kuruludur. Daha çok tüketmek üzerine kurulu bir ekonomi anlayışı gayr-i ahlaki sonuçları da beraberinde getirmektedir. Bediüzzaman’ın belirlediği zeminin ilk ayağı, insanın ihtiyacı kadar üretip tüketmesi üzerine kuruludur. Bediüzzaman, sonsuz ihtiyacata medar olan ve arzuları alemin dört bir yanına dağılmış olan insanı ele alırken onu ahlaki bir özne olarak düşünmüştür. Bediüzzaman’ın iktisat anlayışında insan ihtiyaçlarının meşrû ve ahlâkî sınırlar içerisinde karşılanması söz konusudur.

Ekonomik Krizin Nedenleri

Yaşanan kriz, finansal bir kriz olarak ifade edilmekle birlikte aslında mali bir krizdir. Zira kriz, büyük ölçüde üreticilerin ve tüketicilerin bankalara olan kredi borçlarını ödeyememelerinden kaynaklanmıştır. Bunun yanında dünyada dolaşan sanal paranın da piyasalar üzerinde menfi tesirler doğurduğu inkar edilemez.

Teknolojik gelişmeler de krizin önemli sebeplerinden biri sayılabilir. Çünkü teknoloji, daha önce çok sayıda insanın yaptığı işleri az sayıda insanla yapabilme imkanını sağlamıştır. Geçmişte insanların yüzde sekseni tarımda çalışıyordu. Teknolojinin getirdiği imkanlarla bugün insanların yüzde onunun çalışması ile aynı netice alınabilmektedir. Bunun sonucunda da yüksek bir oran işsiz kalmaktadır. Aynı şekilde sanayi üretimi de insanların belli bir oranı ile gerçekleştirilebilmekte, sanayinin gelişmesi işsizliğin ortadan kalkması için çare olamamaktadır. Teknoloji toplumunu tekrar tarıma yönlendirmek de mümkün değildir. Bu nedenle yeni iş sahalarının açılması zaruridir.

Bu krizin beraberinde bir zihniyet dönüşümü getirmesi kaçınılmazdır. Bu çalışmada bu dönüşümün ipuçlarına işaret edilecektir.

Modern Zihniyetin Bunalımı

Yaşanan krizi bir zihniyetin bunalımı olarak değerlendirmek mümkündür. Dünyayı etkileyiş ve yayılış biçimine baktığımızda Amerikan’ın bu zihniyetin temsilcisi olduğunu görülmektedir.

Bediüzzaman’ın da işaret ettiği şekilde insanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep olan bireysel ve toplumsal ahlâkî dejenerasyonun önünü açan bir medeniyet algısı bu tür krizlerin önünü açmıştır.

Modern toplumun varlık algısı bu krizin temel kaynaklarından birini oluşturmaktadır. İnsanın kaynakları istediği gibi tasarruf etme düşüncesi, kaynakları sorumsuzca kullanma isteği krizin nedenlerindendir. Ontolojik yasalara aykırı davranmak, hududullahın sınırlarını yeniden çizmeye kalkmak, kendinde bir güç tevehhüm etmek bu sonucu doğurmuştur.

Yaradılış ağacının en mükemmel meyvesi olan insan, çoğu kez yaradılış gayesinden ve bunu algılama çabalarından uzak yaşamaktadır. Sokrates “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” demiştir. Bir ömür boyu “Ben kimim, neciyim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum?” sorularını bir kez dahi kendine soramadan, varlığını sorgulayamadan yolculuğunu tamamlayan insanın varlık algısını dünyevi çerçevede değerlendirmesi, içinde bulunduğu kainatın yaratıcısı ile ilişkilerini zedelemesine yol açmaktadır. Bu da diğer varlıklara karşı sorumsuzluğu ve zulmü beraberinde getirmektedir.

Medeniyet Algısı

Tüm dünyada bulaşıcı bir hastalık haline gelen tüketim kültürünü, zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî ihtiyaçlar haline dönüşmesine sebep olan taklitçilik, görenek ve özenti belâsının önüne geçilebilmesinin nasıl sağlanacağı önemli bir sorudur. Bu soruya cevap ararken, heva ve hevesleri tatmine yönelik bir medeniyet algısının toplumda fertler arasında menfaatperestlik, bencillik, kendi çıkarını düşünme, kayırmacılık, rüşvet, torpil gibi hastalıkları yaygınlaştırdığı gözden kaçırılmamalıdır.

İnsan, sınırsız arzularla donatılmıştır. Materyalist felsefe bu arzuların doyuma ulaşmasını esas aldığından insanları tüketim çılgınlığına sürüklemiştir. Bunun neticesinde insanlardan bazıları diğerlerine zulmederek onları perişan hale düşürmüştür. Bediüzzaman insanın arzularının sonsuz olduğunu vurgulamakla birlikte fıtri ihtiyaçlarının sınırlı olduğunu ifade etmiş, suni yollarla zaruri ihtiyaçların çoğaltılmasını doğru bulmamıştır.

Bu kriz, teknik nedenlerden farklı alanlara işaret eden ağır bir krizdir. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın Batı medeniyetine ilişkin yaklaşımları ve bu medeniyete getirdiği eleştiriler bu bağlamda dikkatle ele alınmalıdır.

Krizi doğuran Batı medeniyetinin fantaziyeleri insanımızı esir almış durumdadır. Bu medeniyetin beslendiği materyalist kaynakların da iyi irdelenmesi gerekir. Dünya hayatının merkeze konduğu, hayatın bir eğlence olarak görüldüğü bu anlayış krizin merkezini oluşturmaktadır. Dünya hayatının merkeze alınması daha önemli addedebileceğimiz birçok şeyin ikinci üçüncü plana atılmasına yol açmıştır. Bu kriz bunları tekrar gündeme getirecektir. İnsanların yaşama damarının yaralandığını vurgulayan Bediüzzaman, kriz doğurmaya müsait olan bu damarın tedavi edilmesi gerektiğini ifade eder.

Dünyevileşme hastalığı insanlık için bu bir düşüştür. İnsanlar kriz vasıtasıyla ellerinden bir şey gelmediğini ve aciz olduklarını anlamışlardır.

Modernleşme kitlesel ve küresel bir olgudur. Modernleşmeye tamamen direnenler de var. Modernleşme süreci geri çevrilemez; fakat çekim kutbu değiştirilebilir. Sözgelimi örtünmenin ya da giyinmenin belirlediği paradigma değişmiştir. Kadını bir haz nesnesi olarak gören, bunu kamusal alanda görünür kılan ve bunu modernleşme olarak dayatan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Kadının bir haz nesnesi olarak kullanılması modernizmin muskası olarak değerlendirilebilir.

Ahlak, İnsan ve Toplum

Kriz olgusunu ahlak ve insandan ayrı düşünmek mümkün değildir. İnsanlık tarihi boyunca yaşanagelen bu tür krizleri insan azgınlığının, onun değer tanımazlığının, öldürücü hırsının ve sınır tanımaz hazcılığının bir neticesi olarak değerlendirmek mümkündür. İnsanlık ortak aklı kullanarak bu krizi çözmelidir. Buradaki aklı iyi irdelemek gerekir. Buradaki akıl, ahlaki olanı seçme yetisidir. Rasyon değildir. Vicdanı seçen, vicdana dayanan kalbî akıldır. Bu hususta Bediüzzaman’ın kuvve-i akliye tanımı ön plana çıkarılabilir. Kuvve-i akliye zararı ve menfaati tefrik edecek şekilde aklı kullanmaktır. Bunun da yolu, ifrat ve tefritten kaçınmak, sünnet-i seniyeye uygun hareket etmektir. Bu durum kuvve-i şeheviye ve gadabiye için de geçerlidir.

Özü itibariyle Kapitalizm ve Marksizm gibi beşeri sistemlerin insanlığı özlediği huzura kavuşturamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak son birkaç yüzyıldır yoksulluğun pençesinde kıvranan, geri kalmışlığın verdiği eziklikle bariz hatalar yapan, yüz kızartıcı tavırlar sergileyen İslâm toplumlarının bu durumda yeniden şekillenen dünyada yerini nasıl belirleyeceği, ekonomik krizle sarsılan Batı dünyasına nasıl yol gösterici olabileceği önem kazanmaktadır.

Esasen İslam, krizlerin oluşmasını önleyen bir takım tedbirler getirmiştir. Mesela, sıkıntıya düşen komşuya yardımın tavsiye edilmesi, “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” yıkıcı zihniyetini ortadan kaldıran zekatın emredilmesi, “sen çalış ben yiyeyim” anlayışını yok eden faiz yasağının getirilmesi bunlardan bazılarıdır.

Günümüz insanına krizin aşılması noktasında bazı görevler düşmektedir. Bireysel anlamda Kur’ani prensipleri anlamada önemli bir problem olmamakla birlikte, bu prensiplerin pratik alana taşınmasında bazı zorluklarla karşılaşmaktayız. Kur’anî prensiplerin yaşanabilir hale getirilmesi sorumluluk alanımız içersindedir.

Her şey bir emanet olduğunu ifade eden Bediüzzaman, emanetin meşrû dairede kullanılması gerektiğine işaret etmektedir. Bu bağlamda, Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyerek kaynakları sorumsuzca kullanmak israf, eşyayı emanet şuuruyla kullanmak ise iktisattır.

İnsanın “Rızık Allah’tandır” hakikatini unutarak dünyaya dalması, yalnızca geçimi için çabalaması onun yaratılış vazifesinden uzaklaşmasına yol açmıştır. Dünya için ahireti terk etmek beraberinde farklı alanlara işaret eden krizleri ve zulümleri getirmiştir. Bu noktada Bediüzzaman dünya ahiret dengesini kuran bir dizi tedbirler sunar. İktisatla yaşayanın bereketi bulacağını, israf ve hırsın bu bereketi ortadan kaldıracağına değinen Bediüzzaman’a göre şükür ve kanaat bitmez ve tükenmez bir hazine olup insan saadetinin de esasıdır.

Öz olarak, Bediüzzaman’ın inşa ettiği etmeye çalıştığı toplum öncelikle bireye yöneliktir. İnsanın terbiye edilmediği bir toplumda yukarıdan aşağıya bir dayatma ile bu toplumun oluşturulması mümkün değildir. Risale-i Nur bize yeni bir toplum modeli sunmaktadır. Ahlaka ve fazilete dayalı bir toplumun inşası ahlak ve faziletle bezenmiş bir insanın inşasıyla mümkündür.

Sonuç:

Netice itibariyle Bediüzzaman, malın ve servetin Allah tarafından verilmiş bir emanet olarak telakki edildiği, ekonomik gücün (sermayenin) belirli ellerde toplanmasının engellenip biriken sermayenin herkesin refahına hizmet edecek şekilde adaletli dağılımının sağlandığı, çalışmanın dünyevi saadet vesilesi olup tembelliğin işsizliğe, işsizliğin de ızdıraba medar olduğu, zekatın verilmesi ve faize engel konulması ile sömürünün engellenmesi yoluyla sosyal tabakalaşmanın önlenip kardeşlik ruhunun öne çıkarıldığı, bencilliğin yerine diğergamlığın, kişilerde hırsa mukabil kanaatin hazza mukabil iman saadetinin, tüketim toplumu yerine ubudiyet ve şükür toplumunun öne çıkarıldığı, arzular yerine fıtri ihtiyaçların esas alındığı, helal ve haram hassasiyetlerinin gözetildiği, israfın yasaklandığı, sanayi ve teknolojinin ila-yı Kelimatullahın bir vesilesi olarak görülüp bunların ahlaki ilkeler çerçevesinde, fakirliğin izalesi yolunda, insanlığın hayrına olarak kullanıldığı, ailenin dünya saadetinin medarı olarak kabul edildiği, zulüm ve haksızlığın ortadan kaldırıldığı, hayali ve sanal unsurlarla insanların uyuşturulmadığı, ebedi hayatın varlığını önceleyen, hayatın gayesini Allah’a kulluk olarak kabul eden bir iktisat görüşünü öngörmektedir.

Deklerasyon

1- Yaşanmakta olan küresel kriz göstergeleri bakımından ekonomik olsa da özü itibariyle ahlâkîdir. Bu krizin gerisinde insanın değer tanımazlığı, öldürücü hırsı ve sınırsız hazcılığı yatmaktadır.

2- Modern toplumun varlık algısı ve kaynakları sorumsuzca kullanma istediği krizin temel sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Yaratılış kanunlarına aykırı davranmak, İlâhî sınırlara uymamak bu sonucu doğurmuştur.

3- Modern bir bilim dalı olarak ekonomi, insan ihtiyaçlarını sonsuz varsayarak daha çok tüketim ve üretim öngörür. Bediüzzaman’ın iktisat anlayışında ise, insan ihtiyaçlarının meşrû ve ahlâkî sınırlar içerisinde karşılanması söz konusudur.

4- Bediüzzaman’a göre toplumsal bunalım ve ahlâkî çöküntülerin kaynağı olan “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen çalış ben yiyeyim” zihniyetini zekâtın yaygınlaştırılması ve faizin haram oluşu ortadan kaldırır.

5- Her şey bir emanettir. Emaneti meşrû dairede kullanmak gerekir. Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyerek kaynakları sorumsuzca kullanmak israftır. Eşyayı emanet şuuruyla kullanmak ise iktisattır.

6- Küresel krizin önemli bir ahlâkî boyutunu dünyevîleşme oluşturmaktadır. Bediüzzaman’a göre küresel ve kitlesel bir hastalık olarak dünyevîleşme yaşama damarını yaralar ve iktisadî alanda çürümeye yol açar.

7- Bediüzzaman Hazretlerine göre şükür ve kanaat bitmez ve tükenmez bir hazine olup insan saadetinin esasıdır.

8- Kalkınmanın önemli unsurlarından biri olan sermayenin toplumun refahı için adaletli biçimde kullanılması gereklidir. Özgürlük ve demokrasi de kalkınmanın vazgeçilmez unsurlarındandır.

9- İnsanın yaratılış vazifesini unutup sadece geçimi için çabalaması Rızık Allah’tandır hakikatini unutmasının bir sonucudur. Ticaretin ana karakterini fütüvvet ve isar hasleti oluşturmaktadır.

10- Bediüzzaman’a göre devlet bir rant ortamı değil hizmet yeridir. Devlet üzerinden zenginleşmeye çalışmak ve kamu kaynaklarından nemalanmak gayri ahlâkîdir.