V. Masa “Azınlıklar ve Münazarat” Hanımlar Grubu

Nursena CEVHER / Fatma BOLAT
Hatice AKBULUT / Fatma AYDIN
Berranur KALINOĞLU
Tubanur ASLAN / Elif KUMRA
Zehra KILIÇ / Fatma CİN
Nevin DİNLER / Filiz DİNLER

1- Azınlık; içinde yaşadığı toplumun genel yapısında ırk, dil, din, kültür olarak ayrılan ve genel nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan topluluklardır. Dünyada ve Osmanlı’da dinî farklılıklar azınlık kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu farklılığa dil, ırk ve kültür de eklenmiştir.

2- Ruhların ırkı yoktur; ancak ırkçılık desisesi ilk insan olan Hz. Âdem’in yaratılışında şeytanın itirazı ile ortaya çıkmıştır. Irkçılık desisesine karşı, milletlerin ayrılmasındaki hikmetleri Cenâb-ı Hak: “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım. Tâ birbirinizi tanımalısınız. Ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiye münasebetlerinizi bilesiniz. Birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husûmet edesiniz diye değil.”  buyurarak açıklamıştır.

3- İslâm dünyasında  azınlık sorunlarının tohumlarını Emeviler’in ırkçılık politikası atmıştır. 1789 Fransız ihtilâlinin yaydığı milliyetçilik akımı ise bu tohumları bütün dünyaya savurup, filizlendirmiştir. Fransız ihtilâlinin yaydığı bu menfî milliyet anlayışının kökünü kurutacak olan ise müsbet milliyet anlayışıdır. Müsbet milliyet, İslâmiyet milliyetidir. Zira milletimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.

4- Kur’ân’da millet kelimesi din manasında kullanılmıştır. Çeşitli ırk, din ve mezheplere mensup kişiler, etnik kökenlerine bakılmaksızın Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs. olarak dikkate alınmalı, gruplandırılmalı ve hakları korunmalıdır.

5- Milliyet, ırkçılık bağlamından ziyade İslâm milleti olarak anlaşılmalı ve bu bağlamda “Mü’minler ancak kardeştir” âyet-i kerimesinin ifade ettiği anlam etrafında bütün iman sahipleri tek bir noktada birleştirilmelidir. Tevhid sırrı, azınlıkların da almış olduğu ırkçılık darbesine karşı dünya barışını da sağlayacak tek çözümdür.

6- Osmanlı’da ‘millet-i sadıka’ olarak bilinen Ermenilerle ilgili meseledeki problemlerde “kendimizi dev aynasında” görmemizin payı büyüktür.  Bu meseleyle ilgili, “Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adalet-i şeriatı gösteremedik, şeriat dairesinde hukuklarını istibdadın Sünnet-i seyyiesiyle muhafaza edemedik; sonra istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevî zimmi-i muahit nazarı ile bakıyorum” diyen ve bu milletin saadetini Ermenilerle barış içinde yaşamakta gören Said Nursî’nin fikirleri dikkate alınmalıdır.

7- Adalet-i şer’iyenin sağlanmadığı yerde muhabbet ve sevgi de yetersiz kalır. Adalet hakkıyla sağlanmadığı için azınlık sorunları meydana gelmiş ve hem dünü hem bugünü zehirlemiştir. Bu zehir, Said Nursî’nin “müsavat ise, fazilet ve şerefte değil hukuktadır. Hukukta ise şah ve geda birdir.” reçetesiyle yok edilebilir.

8- Azınlık meselesinin sorun haline gelmesinin sebepleri cehalet, zaruret ve husûmettir. Bunların kaynağı olan istibdadın ortadan kalkmasıyla dostluk hayat bulacaktır. Milletin saadeti ve selâmeti diğer milletlerle ittifak ve dost olmaya bağlıdır. Bu dostluk, İslâmî hakikatleri muhafaza ederek yardım elini uzatmakla kurulabilir.

9- Hepimizin Hz. Âdem’in (as) çocukları olduğu hakikati unutulmamalıdır. Aynı dinden olmasak da içimizde yaşayan azınlıkların İslâm’a ısınabileceği göz ardı edilmemelidir. Şeriata uygun hürriyetin yaygınlaştırılması onların dışlanmalarını da engelleyecektir. Bir arada sorunsuzca yaşayabilmek  için kendi özgürlüğümüze değer verdiğimiz kadar ülkemizdeki azınlıkların özgürlüğüne de değer vermeliyiz.

10- Azınlıkları sorun haline getiren ırkçılığın önünü alabilmek için toplumda yer eden menfî milliyetçilik unsurları ortadan kaldırılmalıdır. Etnik vurguların yapıldığı ve aşılandığı her sistem düzeltilmelidir. Meselâ, bir çok etnik grubun bir arada yaşadığı ülkemizde, menfî milliyeti çağrıştıran Andımız, Gençliğe Hitabe ve Anayasa’daki unsuriyet kokan ibareler kaldırılmalıdır. Menfî milliyetçiliği telkin etmeyen, müsbet milliyeti esas alan, üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu kabul eden Kur’ân ve Sünnet referanslı Asr-ı Saadet uygulamaları hayatın her alanına temel teşkil etmelidir.