Yöneticilik Makamında Emrolunduğu Gibi Dosdoğru Olmak

Her insan yeryüzüne imtihan için gönderilmiş olmakla birlikte, içinde bulunulan konuma göre imtihanın boyutu ve sonuçların doğuracağı sorumluluk artmaktadır. Makam sahibi olmak, arzu edilen bir durumdur. Ancak her makamın beraberinde getirdiği sorumluluklar olduğu ve bazen bu sorumluluğun hayatın ortaya konabilmesi pahasına olacağı unutulmamalıdır. Sorumlulukların yerine getirilmesi esnasında aşırı sebepçi yaklaşımlarla ve korku damarıyla yaşanan sıkıntılar, güvenin benlik ve maddi güçten kaynaklandığı vehminin bilinç altında yer etmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Kader senaryosu çerçevesinde varlık aleminin tamamını kuşatan bir kudretin şekillendirdiği yeni tablolarda, dikkate alındığı bize hissettirilen cüz’i iradenin doğru kullanımından ibaret olan etkiler, doğurduğu sonuçlar nedeniyle önemlidir.

Güzellik, temel bazı kurallar ve kabuller çerçevesinde şekillenen bir kavram olmakla birlikte içinde bir izafilik ve kişiye görelik tarafı hep bulunan bir kavramdır. Bu anlamda toplumun ve ferdin kabulleri, genel kültür yapısı, inançlar gibi pek çok faktör etkili olur. Bir toplumun çok yanlış ve çirkin gördüğü haller, başka bir toplumda kabul gören, el üstünde tutulan durumlar olabilir. Yine ferdin o anki ruh halinin, algıladığı her hangi bir nesne ya da olayı güzel veya çirkin olarak tanımlaması bakımından çok önemi olmalıdır. Aynı iki olay farklı ruh halleri ile farklı şekillerde tanımlanabilir. Bu ve benzeri şartlar içerisinde güzelliğin mutlak tanımı ya da mutlak güzelliğe ulaşma imkanı maddi alemde ve varlıklar planında pek mümkün gözükmemektedir. İnsanoğlu mülk alemine geldikten sonra beyin ve algıların gelişimi ile varlık aleminin işleyiş kurallarına muhatap oluyor. Bu çerçevede iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi tanımlamaları öğreniyor. Bu şekilde mülk alemi tanımlanıyor ve insanın bu aleme muhatap oluşunun çerçevesi çiziliyor. Bu çerçeve içinde yaratılışın asıl gayesi olan Halık-ı Alem’i tanıyıp, O’na muhatap olma ve sevgiyle, samimiyetle yönelme sonucu hedefleniyor. Bu sonun gerçekleşmesi yolunda kainat denen zemin insanın idrakine göre hazırlanmış ve mülk onun sınırlı algılarına mana ifade edecek tarzda şekillenmiştir.

Bu durumda, eşyadan esmaya ulaşma konumunda olan insan, alemin tamamını kendi algılarına münhasır olarak kabul etme zaafı ile yüz yüzedir. İşin daha da kötü olan yönü, kulun Alemlerin Yaratıcısı’nı da kendi algılarının sınırlılığında algılaması ve o Zat-ı Mukaddes’in de varlık aleminin tanımlarıyla sınırlı kalması gerektiği gibi bir vehme kapılmasıdır. Mülk aleminin bütün doğru-yanlış, iyi-kötü gibi tanımlamaları hiçbir şekilde Halık-ı Kainat’ı bağlamamakta, sadece varlık lisanı ile kulların O’nu tanıması için konmuş kurallar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Aslında O’nun yapmamızı emrettiği şeyler, yasakladığı şeyler çirkindir. Yoksa, O’nun dışında tanımlanmış bir kısım doğru ve yanlışlar, güzel ve çirkinliklere tabi olmak ve o tanımlara göre hüküm vermek durumunda değildir. İnsanlar genellikle esbab aleminin sınırlılığında ve darlığında varlıkları anlamak konumunda oldukları için Halık-ı Kainatı da bu yapı içerisinde idrak etmeye çalışmanın doğurduğu problemleri sıklıkla yaşamaktadırlar. Zaman ve mekandan münezzeh, dolayısıyla zaman ve mekan içinde yapılmış tanımların dışında olan O Zat-ı Mukaddes’i maddi boyutun değer yargıları ile anlamaya çalışmak O’nu maddi alemin darlığında görmeye çalışmak ve sebep sonuç ilişkileri içinde anlamaya çalışmak gibi büyük bir yanlıştır.

Varlık aleminin başlangıcında iyiyi ve kötüyü tanımlayan kudret, zamanın her bir anında, aynı tanımlamalara devam ediyor ve tanımlar O’nun istekleri doğrultusunda şekilleniyor olmalıdır. Başlangıçta her şey nasıl O’nun ilmi, iradesi ve isteği doğrultusunda bir değer almış ve kıymet ifade eder hale gelmişse; aynı şey zamanın en küçük dilimlerinde de geçerlidir. Her şey genel bir değerlendirmenin yanında anda, yani zamanın en küçük dilimlerinde de ezeli irade doğrultusunda yeniden kıymet almakta ve bir değer ifade etmektedir. Bu değerlendirmeyi yapan Adil-i Mutlak herhangi bir şeyin bağlayıcılığı ve sınırlılığı altında değildir. Maddi boyutta çirkin olarak gözüken bir şey O’nun güzel demesi ile güzelleşir; aynı şekilde maddi alemin en güzeli sadece O’nun çirkin demesi ile çirkinleşir. Eşyanın asli değerlerini ve esas kıymet-i harbiyesini belirleyecek olan yalnızca İlahi hükümdür. Çünki, bütün vasıfları her anda ve zamanın bütününde tanımlayan, değer atfeden ve kıymet veren O’dur. Nefsülemiri de esas olarak belirleyen o irade ve Rabbülaleminin kabulleri ve yüklediği değerlerdir.

Bu temel düstur eğer siyasette ve toplum idaresinde de nazara alınmazsa ve esbaba riayet adı altında sebepler ön plana çıkarılıp onlara çok büyük önem atfedilirse büyük hatalar yapılması ihtimali ve Alemlerin Rabbi yerine küçük firavuncukların memnun edilmesi gibi dehşet verici bir hataya düşme ihtimali vardır. Din adına hizmet ya da devlet idaresi için ortaya çıkan herkesi bu müthiş varta her an beklemektedir. Bu hal kaygan zeminde kendisini ve etrafındakileri istikamet üzere götürmek gibi zor ve çetrefilli bir iştir. Çünkü, hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar makamlarla doğru orantılı olarak ortaya çıkmaktadır. “Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak” binlerce iradenin bir araya getirilip bir sonuç ortaya konması makamında olanlar için çok daha zor ve saç ağartıcı olmalıdır.