Temel Prensip: Tanımak ve Korkmamak

"Ey maraz-ı vesvese ile mübtela!…………..; mahiyetini bilsen onu tanısan gider."

Vesvese ile ilgili olarak bilinmesi gereken en önemli şeylerden biri, bu durumun bir hastalık olduğudur. Yani, soğuk algınlığı, mide ağrısı, öksürük, zatürre, barsak enfeksiyonu gibi bu durum da bedenin işleyişinde bir aksaklıktan kaynaklanmaktadır. Bu aksaklık daha önce yaşanan sıkıntı verici hallerin günlük yaşantıda oluşturduğu gerilimin hayata yansıması gibidir. Bu durum daha önceden yaşanan olaylar nedeniyle şuur altına yerleşmiş endişe ve korku hallerinin bedendeki tezahürlerinin, sebep algılanmadan ortaya çıkması olduğu için ve alışık olduğumuz sebep-sonuç bağlantısını kuramadığımız için daha fazla sıkıntı verir. Korkularımız pusuda beklemekte ve psikolojik durumun zayıflaması anında şuur altından şuur düzeyine yükselmektedir. Ancak bedende etkilerini gördüğümüz bu halin sebebi şuur altının derinliklerinde olduğundan şuur düzeyinde algılanamaz. Bütün bu hallerin temelinde ise varlık algımızın Yaratıcı ile bağlantısını netleştirememenin verdiği belirsizlik, güvensizlik, kararsızlık ve sahipsizlik duyguları yer almaktadır.

Psikiyatri biliminin anksiyete bozuklukları adı altında ele aldığı bu hal olayın nedeni ya da açıklaması bilinmeyince bir kısır döngü içinde gittikçe şiddetlenen bir hal alır. "Bana neler oluyor?" endişesine kapıldığı ve algıladığı şeyleri anlamlandıramadığı ölçüde kişi sıkıntılar, korkular ve endişeler yumağı içinde korkunç olduğunu düşündüğü bir hale düşer. Üstelik bu halinin çok garip ve insanlar tarafından komik ya da anlamsız karşılanacağı veya kendisine deli nazarı ile bakılacağı düşüncesi ile iç aleminde kalırsa ve anlaşılıp anlamlandırılmaya çalışılmazsa pire deve olur. Soğuk algınlığı gibi basit bir hastalık yüzünden kişi intihar noktasına kadar gelebilir.

Bu durumda yapılması gereken en önemli şey, soğuk kanlı olmak ve yaşadığı olayı anlamaya çalışmak ve anlam veremediği şeyleri bilgisine güvendiği ve bu konuda ehil olduğuna inandığı kişilerden öğrenmeye çalışmaktır. Bunu yapamadığı durumda olay gittikçe büyüyecek ve kördüğüm haline dönüşecektir. İnsanların hayat ve varlık ile ilgili genel algıları şuur altına yerleşmiş hükümlerle yakından ilgilidir. Kişi şuur altında kendisini tembel olarak algılıyorsa tembel olma eğiliminde olacaktır. Köpekten korkunun en önemli sebebi, şuur altındaki korkunç köpek imajı ya da fotoğrafıdır. Bunun yanında dış ve iç alemden şuur boyutuna ulaşan algılarda bir algı eşiği vardır. Bu eşiği belirleyen önemli şeylerden biri algılarınıza ulaşan uyarıya ehemmiyet verip vermediğinizdir. Şu an gözlerinizi kapatın ve çevreden gelen seslere konsantre olun, biraz önce hiç farkında olmadığınız seslerin ne kadar fazla olduğunu algılayabiliyor musunuz? Şimdi de oturduğunuz yerin vücudunuzun hangi bölgelerine ne kadar baskı yaptığına, bedeninize ne ölçüde rahatsızlık verdiğine konsantre olun. Sürekli bu batmalar ve baskıların farkında olsanız orada oturmanız mümkün olabilir miydi? Biraz önce bu rahatsızlık verici sesler ve baskılar algı eşiğinizden geçmediği için algılayamıyordunuz. Konsantre olunca algı eşiği düştü ve sizi rahatsız etmeye başladı. İşte, anksiyete halinde tedirginlik nedeniyle algı eşiği hep düşüktür ve sıkıntı verici unsurlar çok fazladır. Dikkat buraya yöneldikçe rahatsızlığın boyutu artar, ancak başka şeylerle meşgul olunursa sıkıntı verici şeyleri algılama eşiği tekrar yükselecek ve algı eşiğini altında kalacaktır. Çevreden gelen gürültülere ve oturduğunuz yere konsantre olduğunuz durumdan tekrar işinize dönüp ona konsantre olursanız sesleri ve baskıların algı alanından çıkması yalnızca birkaç dakika sürecektir.

Bu durumu bir başka misalle pekiştirelim. Sokağınızın köşe başında akli melekeleri yerinde olmayan birinin yanından geçerken size "Sen çirkinsin!" diye fısıldadığını hayal edin. Bu durumda geliştirilebilecek tavırla sizin de ona dönüp "Asıl çirkin sensin!" demeniz, "Bu söylediğiniz şey çok yanlış, size hiç yakışmıyor" demeniz, duymamak için hızlı hızlı oradan uzaklaşmanız ya da hiç duymamış gibi davranıp istifinizi bozmadan yolunuza devam etmeniz şeklinde sıralanabilir. Bu tavırlardan hangisinin olayı bitireceği ve en kolay yolla çözeceğini söylemeye herhalde gerek yok. İlk üç tavır sizi karşı tarafın istediği noktaya getirmiş ve onu hedefine ulaştırmış olacak, bu da aynı durumun hergün siz oradan geçerken devam etmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa son tavır size sıkıntı vermek isteyen bu şahsın hedefine ulaşamadığını algılamasına ve belki birkaç denemeden sonra sonuç alamadığı için bu işi terk etmesine yol açacaktır. Sizinle dalga geçmek isteyen, sizi kızdırıp bundan zevk alan kişilere karşı yine geliştirebileceğiniz en iyi tavır bu olmalıdır. İşte anksiyete halindeki kişi de şuur altının sokaklarında benzer bir hal yaşamaktadır. Bu durumda tek fark kişinin fısıldayanı görememesi ya da algılayamamasıdır. Bu hal olayı daha dehşet verici ve anlam veremediği bir hale getirmektedir. Korku, panik, kendisine kötü bir şeyler olduğu vehmi şuuraltı fısıltı kaynağını hedefine ulaştırmış olacak ve olay şiddetlenerek devam edecektir. Bu alanda da geliştirilmesi gereken tavır aynıdır.

Musibetler, hastalıklar ve sıkıntılar karşısında kişinin en büyük dayanağı, Rabb-ı Rahim’in ihsan ettiği unutma özelliğidir. Bunun da devreye girebilmesi için yapılacak şey; sakin olmak, olayları zamanın akışına bırakmak ve telâş içinde çözüm arayışı içine girmemektir. Vesvese de bir musibettir ve küçülmesi için küçük algılanması gereken bir musibettir. "Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur mahfi kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder yerleşir; mahiyetini bilsen onu tanısan, gider." hükmü bütün bu anlattıklarımızı en güzel şekilde özetlemektedir. Vesvese türü hastalıkları ve anksiyete bozukluklarını hayatında çözümsüz hale getiren kişinin kendidir ve vehimleridir. Soğukkanlılıkla, aslını anlayarak, sakin bir ruh hali ile çözüm arayan hastaların çok büyük ihtimalle sonuç aldıkları bir durumdur. Her şeyin, zerrelerden güneşlere kadar bütün kâinatın kontrol altında ve Kadir-i Külli’şey’e itaat halinde olduğunu iliklerimize kadar hissedip, şuur altı alemimizde de O’nun tasarrufu olduğuna kuvvetle inandığımızda iç alemimizin fısıltılarına karşı kendimizi daha güvenli hissedebilir ve sarsılmaz bir dayanak bulmuş olmanın huzurunu hayatımızın her anında yaşayabiliriz.