Telaş Etme, Çözüm Arama, Kendi Haline Bırak

 “Senin başın, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakın telaş etme; belki, intibâha geldiği anda dön. ‘Aman ne kusur ettim,’ deyip, tetkikle meşgul olup durma; tâ o zayıf münâsebet, senin dikkatinle kuvvet peydâ etmesin. Zîrâ teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner, bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyârsızdır; hususan, hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin mâdenini çok işlettirir.”

Hiç alakası olmayan zeminlerde ve en mübarek ortamlarda, kişiye rahatsızlık verecek boyutlardaki sıkıntı verici çağrışımlar oluştuğunda yapılacak en yanlış iş, telaşa kapılmaktır. Beyindeki bağlantılardan ve hayal aleminin dokuduğu iplerden kaynaklanan haller çoğunlukla ferdin iradesi ve ihtiyarı dışında cereyan etmektedir. Ancak birbirini çağrıştıran kavramların yakınlığından dolayı ve bu bağlantıların iç aleminde kurulması nedeniyle fert kendini suçlu ve hatta aşağılık bir mahluk olarak algılar. Kapıldığı telaşla hayal aleminin zayıf ve bulanık bağlantılarına dikkatini yöneltir. Bu bağlantılar güçlenir ve netleşir. Bu durumdan duyulan rahatsızlık iyice artar. Bundan sonra, “Nasıl bir kusur işledim de bu noktaya geldim?”, “Bana neler oluyor?”, “Bu işin sonu nereye varacak?” gibi sorular yumağı ferdi olaya konsantre eder ve konsantre oldukça olayın alemindeki etkileri belirginleşir. Bunu bir kısırdöngü takip eder; birbirini takip edip şiddetlendiren olaylar zinciri bunalımlar girdabına dönüşür.

Konsantrasyon ile algılar arasında sıkı bir bağlantı vardır. Algıların eşiği konsantre oldukça düşer ve ilgi başka yönlere kaydıkça yükselir. Yani, ferde ulaşan her hangi bir uyarı onun ilgi alanına girdiği ölçüde daha düşük düzeylerde algılanır; ilgi alanına girmediği taktirde algılanma eşiği çok yükselir ve çoğunlukla algılanmaz. Şu an bile gözümüze, kulağımıza, cildimize ve kısmen burnumuza ulaşan pek çok uyarıdan yalnızca konsantre olduklarımızı ve ilgi alnımıza girenleri algılıyoruz. Biraz durup bedenimize hangi uyarıların ulaştığına konsantre olsak, az önce algılamadığımız pek çok şey algı alanımıza girecektir.

Mesela, yolda yürürken ya da elinizdeki kumanda ile televizyon kanallarını “zap”larken müstehcen bir manzara gözünüzün önünden hızla geçse ve bir an sıkıntıya girip, bu manzaranın ne olduğunu anlamaya çalışsanız, neden böyle bir manzaranın önünüze çıktığının sıkıntısını yaşayıp, muhasebesini yapıp, uzun uzadıya olayla ilgilenseniz; bir hayal hızında aleminizden geçip gidecek olan şey bir anda netleşecek ve daha fazla sıkıntı vermeye başlayacaktır. Böyle bir durumda suç işlediğinin, neden böyle bir duruma düştüğünün muhasebesini yapmak istenmeyen olaya kişiyi daha fazla yaklaştırır. Başlangıçta samimi bir red ve kurtulma arzusu ile konsantre olunduğunda istenmeyen manzara kişinin aleminde yerleşik hale gelebilir, zaman içinde kişiliğinin bir parçası haline de dönüşebilir.

Hayal aleminin dokuduğu zayıf bağlantılar ve temas olmaksızın bir arada görünüşler konsantre olma nedeniyle netleştiğinde kişi bunu kendi benliğinin bir parçası olarak kabul eder. Ardından kişiliğinin bozulmuş olduğu, insanlıktan çıkmış olduğu vehmine kapılır. Kendini değersiz, edepsiz, aşağılık ve sapık bir mahluk olarak algılamaya başlar. İşte bu an “kendini oluşturan kehanet”in başlangıcıdır. Kişinin aleminde benliği ile bu algılar güçlendiğinde garip bir şekilde rahatsızlık veren haller ferdin bir parçası olarak kabullenilir. Her şeyin bittiği, artık bir çıkış yolunun kalmadığı inancı ferdi mukaddes mana ve mekânlardan uzak tutar. Artık kendini gayr-i meşru mekânların bir parçası olarak algılamaya başlar. O tarz mekânlara kısmen iradesi dışında yönelmeye başlar. Bu, başlangıçta yaşadığı sıkıntıları unutmak ve kendi gibi suçlu olduğunu düşündüğü kişilerle bir arada bulunmanın verdiği bir rahatlama hissini de yaşatmak amacıyladır. Zaman içinde inandığı gibi yaşamaya başlayan fert hayal alemindeki nefret ettiği, tiksindiği halleri bizzat hayata geçirmeye, bir zaman sonra onları benliğinin bir parçası olarak kabul etmeye başlar. Sosyal hayatta anarşist, sapık ve topluma zararlı fertlerin o noktaya gelmeden önce yaşadıkları başlangıç süreci çoğunlukla böyle başlamış olmalıdır.

Aslında her fert yaratılışında, yani fıtratının özünde selim, saf ve temizdir. İslam itikadına göre Hıristiyanlık akidesindeki her ferdin Hazret-i Adem’in işlediği günahla kirlenmiş olduğu düşüncesi doğru değildir. İslam’a göre, “Her fert fıtraten selim olarak ve İslam fıtratı ile dünyaya gelir.” Kişi bütün kötülükleri zamanla, hayat yolculuğunda yaptığı yanlışlıklar ve cehaleti sonucu kapıldığı vehimlerle edinir. Kendini kötü olarak algılamaya başladığında, hele de bu halin çözümsüz olduğunu düşündüğü noktada algıları onun vehmi gerçekliğini oluşturacak ve algılarında kötü, tiksindirici gördüğü şeyleri bizzat hayatında yaşamaya başlayacaktır. Bütün bu süreci engellemenin çok basit ve etkili yolu; iç aleminde kötü olduğunu düşündürecek hallerle çok fazla ilgilenmemek ve bu ilgiyle kötülüğüne sebep gördüğü durumu bilinç ve bilinç altında belirgin hale getirmemektir. Böyle bir durumda çözüm arayışı ve bu amaçla olayın detaylı bir şekilde muhasebesi çözümsüzlük getirecek ve iç aleminde istenmeyen durumu güçlendirecektir. En iyi çözüm, çözüm arayışına girmemek ve ilgilenmemektir.

İnsanın benliği ile ilgili bilgi eksikliğinden istifade eden şeytan bu kanalı çalıştırarak, insanları yoldan çıkarmaya gayret eder. İnsanları kötü olduklarına inandırarak kötüleştirir. İyi veya kötü yönde inanç kalpte tasdik edildiği noktada bir hüküm oluşturur. Hayal aleminin zayıf bağlantılarının dokuduğu ilgisiz ve edep dışı haller, aslında hayalin hastalığıdır. Kalp bu hastalıktan etkilenmiş değildir. Zaman içinde etkilendiği zannı gerçekten etkilenmesine yol açar ve ferdi yoldan çıkarır. Hatta hayalde gerçekleşen hastalıklı bu hal, günlük yaşantının bir parçası olur. En nihayetinde kalbi bir hastalığa dönüşür, oysa hayal aleminde bu zayıf bağlantılar hiç bir mesuliyet doğurmayan ve üzerine düşülmediğinde, çok aşırı ilgilenilmediğinde zamanla kaybolacak, hayal hastalığı olmaktan da çıkacaktır.

Ortadan kaldırmak üzere üzerine düşülmesi, olayı daha pekiştirecek, hayal alemindeki problem zamanla kalbi bir hastalığa dönüşebilecektir. Bu durum özellikle obsesif kişilik yapılarında daha sıklıkla gözükür, çünkü onlar genellikle mükemmeliyetçi, hassas ve sinirli yapıda insanlardır. Asabi yapıları nedeni ile konsantrasyonları yüksek ve algı eşikleri düşük olduğundan pek çok şeyi algılarlar ve en ufak meseleyi alemlerinde çok büyütürler. Kişiliklerinin daha iyi, daha mükemmel, daha kusursuzu arayan müspet yapısı olumsuz bir yönde işleyerek hayatı zindana dönüştüren bir sürecin başlangıcı olabilir. En ufak düzensizliğe tahammülü olmayan bu özellikteki kişilerin hayal alemlerinde benlikleri ile ilgili kusurları büyütmeleri ve ısrarla çözüm üretmeye çalışmaları, olayı büyütüp çözümü de zorlaştıracaktır. Şeytanın bu stratejik oyununa karşı en akıllıca tavır olayla ilgilenmemek ve gereksiz bir çözüm arayışına girmemektir. Böyle bir durumda suçluluk duygusuna kapılmamak, dikkati yöneltmemek, soğukkanlı olmak ve ilgilenmemek gibi tavırlar hayal alemindeki rahatsızlık verici bağlantıların zayıf kalması, hatta daha da zayıflaması için en akılcı çözümdür. Çünkü bu bağlantılar kişinin iradesinin bir sonucu değildir hayal aleminin akışkanlığı içinde ve alemlerin içiçeliğinde dokunmuş, aslında öyle olmayan, ancak öyle algılanan manzaralardır. Başlangıçtaki zayıf şeklinde arada hiç bir bağlantı olmaksızın sadece üst üste gelmiş kutsi ve edep dışı manaların ve manzaraların bir arada göze çarpması iken, dikkatin yönelmesi ile hayal aleminin dokuduğu bağlar güçlenir ve artık belirgin şekilde algılanır hale gelir, verdiği rahatsızlık şiddetlenir. Bağlantılar arasındaki güç ilginin artması ile çoğalır, ilgi azaldıkça zayıflar ve ilginin başka yönlere kaydırılması ile ve zamanla ortadan kalkar. Kurtuluşun çaresi ilgilenmemek ve bunların oluşturduğu rahatsızlıktan kurtulmak için şeytanın hile ve vesveselerinden uzak kalmak niyazıyla Rabb-ı Kerim’e sığınmaktır.