Suçluluk duygusu

Sosyal düzen içinde kötülük kavramının yer alması muhtemelen başlangıcında fertlerin kendilerine yaptıkları haksızlıktan kaynaklandı. İnsanlar çoğunlukla zihinlerinde yer alan ve toplumun kendilerine biçtiğini düşündükleri rolü oynuyorlar. Beynin kompleks çalışma mekanizmaları içinde kimlik ve kişiliği şekillendiren pek çok faktör var. Kişilik bir boyutu ile ferdin kendine biçilmiş olduğunu düşündüğü rol anlamına geliyor.

Bu algı çoğu zaman davranışların belirlenmesinde birinci planda yer alıyor. Suçluluk, kötülük, tembellik ve benzeri haller aslında fertlerin duygu dünyasında kendilerine uygun gördükleri ya da başkaları tarafından algılanış şekilleri diye düşündükleri haller.

İnsan zihninin fonksiyonları farklı basamaklarda cereyan etmektedir. Hayal, vehim, tasavvur, tefekkür gibi haller tasdik ve iz’andan önce gelmekte beyinde yer alsalar bile kabul anlamı ifade etmemektedirler. Hayallere, vehimlere ve her türlü farklı düşüncelere açık olan insan beynindeki haller kişinin kanaatini, taraftar olduğu düşünceyi ve kabullerini belirlemezler. Kişinin iç âleminde var olan ve hayallerinde gezinen her duygu ve düşünceye taraftar olduğunu ve bunları kabul ettiğini düşünmesi benliğine ve ruh âleminde taşıdığı güzelliklere büyük bir zulüm ve haksızlık olurdu. Belki de, toplum hayatında, kötü, yoldan çıkmış ve istikameti bozuk olarak algılanan pek çok ferdin hayatında temel yanlışlık iç âleminde var olan kötü düşünce ve hayalleri kendine ait olarak algılaması ile başladı. Kendine ait olmayanları kendinin zannederek kötü olduğunu, kötüye taraftar olduğunu ve kötüleştiğini düşündü. Benlik algısı ve kendilik tanımını bu şekilde algıladığı için, şu an kötüyü oynuyor ve belki de kendini kötü olmak zorunda hissediyor. İnsanların yaşantıları ile inançları arasında sıkı bir bağlantı olduğu ve birbirlerini etkiledikleri herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Kişi neye inanıyorsa, neticede kendini o şekilde algılayacağı bir davranış şekli sergileyecek ve ona uygun tarzda yaşayacaktır. Dünyada kötülüklerle, ahlâksızlıklarla mücadele etmenin en etkili yolu insanları kötü ve ahlâksız oldukları inancından kurtarmak ya da öyle olmadıklarına inandırmak olmalıdır. Şeytanın bu âlemde en önemli stratejik oyunu ve mevzi kazandığı en etkili nokta sinsi bir şekilde kişileri kötü olduklarına, imandan çıktıklarına ve artık hiçbir ümit ve çıkış kapısı kalmadığına inandırması olsa gerektir. Bu durumlarda, ümitsizliğin Allah’ın rahmetinden uzak olduğunu düşünmenin büyük günahlardan olduğunu hiç hatırdan çıkarmamalıdır.

Ferdin hayal dünyasına ve düşünce âlemine yanlış ve “Acaba küfre mi giriyorum?” dedirtecek bir düşünce geldiğinde bu düşünceye sahip çıkmadan hayal ve düşünce âleminin akışı içinde o alanın normal işleyişinin bir parçası olduğunu bilmek ve ona göre davranmak en makul yol olmalıdır. Bu yapılmayıp bir yanlışlık içine girmenin ve kötü yola girdiğini düşünmenin verdiği telâş ile aynı sıkıntıyı tekrar tekrar dile getirmek veya iç âleminde canlı tutmak bir anlamda içselleştirecektir. Öyle olduğunu düşünmeye hiç gerek yokken kişi kötü, günahkâr, suçlu olduğu duygusuna kapıldığında bu duygu iç âlemine ve şuur altına yönelik bir kişilik mesajı anlamına gelecektir. Bu mesaj sürekli ve ısrarla gittiğinde, zaman içinde şuur altı kötü ve günahkâr bir kişilikle şekillenecek önce kabul ettiğini zannederken artık kabul eder hale gelecektir. Bu durumdan sonra geri dönüş oldukça zor kötülüğü kabul etmiş ve günahkârlık etrafında şekillenmiş bir benliğe iyi olduğunu, fıtratının temiz olduğunu, yanlış inançları sonucu bu noktaya geldiğini anlatabilmek çok güçtür.

Yine sosyal hayat içinde kişinin kendini karşı taraf ayinesinde nasıl gördüğü çok önemlidir. Karşıdakiler tarafından kötü, serseri, tembel gibi olumsuz sıfatlarla algılandığını düşünen kişi, bir şekilde kendini bu halin gereğini yerine getirmeye mecbur bilecektir. Bu yüzden, özellikle çocuk eğitiminde çocukları olumsuz sıfatlarla tarif etmemek ve öyle oldukları mesajını sürekli şuur altlarına yollamamak çok önemlidir. Sürekli kötü olduğu şeklinde mesaj alan benlik bu algı ve tarif etrafında şekillenecek ve zamanla bu durum iyice kabullenilmiş hale gelecektir. Aynı şey kişinin benliği ve iç âlemindeki iletişimde de geçerlidir. İç âleminin yaratılış gereği ve normal işleyişin sonucu olan hallerini kabul ettiğini zannetmek yanlışlığı şuur altına bir mesaj olarak gidecektir. Bu mesaj zaman içinde şuur altındaki benlik tarifini şekillendirecek ve fert tarafından kabullenilmiş hale dönüştürecektir. Şüphe zannı çok üzerinde durulursa gerçek şüpheye, küfür zannı küfre, günah zannı gerçek anlamda günahlara dönüşebilir. O yüzden hayalin, tasavvurun, düşüncenin her şeye açık ve her mânânın yer alabileceği yapılarında yer alan olumsuzlukları kendimizin zannedip ortadan kaldırmaya çalışmak şeklinde bir benimseme zamanla gerçek benimsemeye dönüşebilir. O yüzden en iyisi hiç oralı olmamak ve bize ait olmayan bir şeyi içimizden atmak için gereksiz yere uğraşıp durmamaktır. En temel meseleler ve itikad noktasında tartışmaya açık olmayan kesin hükümler bile hayal, düşünce ve tasavvur dünyasında uç mânâlarla yansıyabilir. Bu mânâlar ferde ait olmadığından şüphe, kabul ya da tasdik edildiler şeklinde düşünülmemelidir. Kabule ve tasdike dönüşmemeleri için ise fazlaca üzerlerinde durulmamalıdır.